ZTS primi sigortacıların zarar etmelerini önleyecek düzeyde olmalı

ZTS primi sigortacıların zarar etmelerini önleyecek düzeyde olmalı

Zorunlu trafik sigortası primi sigortacıların zarar etmelerini önleyecek düzeyde olduğu takdirde, uygulamadaki sorunlar kendiliğinden son bulacaktır. Ancak bunu sağlamak ülkemizde bir türlü mümkün olamadığından sigortacılar bu sigortayı yapmaktan kaçınmaya ve bunun için direnme yolları bulmaya yönelmektedir.

Ülkemizde çok uzun bir süreden bu yana zorunlu trafik sigortası (kısaca ZTS) ile ilgili çeşitli sorunlar yaşanmaktadır.  Aşağıda bu sigorta ile ilgili son yasal düzenleme hakkında Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından verilen iptal kararını değerlendirmeye çalışacağız.

Önce bazı anımsatmalarda bulunalım:

  • 1990larda trafik kazalarının yol açtığı can zararları (özellikle ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma, sürekli sakatlık (engellilik)) için hüküm altına alınan tazminatların “yüksek” olduğu, hatta insanları “sakat kalmaya” özendirecek ölçülere ulaştığı şeklinde (sigortacıların dile getirdiği) yakınmalar söz konusu olmuştu.
  • Yapılan inceleme ve araştırmalarda da bu yakınmaların haklı olduğu belirlenmişti (Bkz. Prof. Dr. Tahir ÇAĞA, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Ödenecek Tazminatın Hesabına Dair, Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu IX, Ankara 1992, s.3-30; ayrıca bkz. Prof. Dr. Tahir ÇAĞA/ Prof. Dr. Ahmet M. GÖKÇEN/ Prof. Dr. Tevfik GÜRAN, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Ödenecek Tazminatın Hesabına Dair, Ölüm ve Cismani Zarar Hallerinde Zararın ve Tazminatın Hesap Edilmesi Sempozyumu, Ankara 10-11.XII.1993 (basım tarihi 1994) s. 21-36).
  • Bununla birlikte mahkemelerimiz bu inceleme ve araştırmaları dikkate almamışlar ve yüksek tazminatlara hükmetmeyi sürdürmüşlerdir.
  • Bir süre sonra durum sigortacılar bakımından daha da kötüleşmiştir. Yargı, destekten yoksun kalma tazminatlarına ilişkin olarak yerleşmiş uygulamasını değiştirmiş ve tek taraflı kazada hayatını kaybeden “kusurlu” sürücü için de tam tazminat alınabileceğini kabul etmeye başlamıştır. Bu gelişme sigortacılar için evvelce hesaplarında hiç olmayan yeni mali yüklerin (kısmen geçmişe etkili biçimde) ortaya çıkmasına ve zaten zarar eden ZTS’nın altından kalkılması gittikçe zorlaşan bir külfete dönüşmesine yol açmıştır.
  • Can zararlarına ilişkin tazminat hesabının bilimsel temellere dayanması gerekir. Bu hususta söz sahibi olanlar ise aktüerlerdir. Bununla birlikte mahkemeler tazminat hesaplarını “aktüer” olduklarını kabul ettikleri hesap bilirkişilerine yaptırmışlar, Yargıtay da bu bilirkişilerin kullandıkları formüllerin doğru formüller olduğu görüşünü benimsemiştir. Akademisyen aktüerler ise mahkeme bilirkişileri tarafından benimsenen hesaplama yönteminden (en azından kısmen) farklı hesaplama yapmaktadırlar.
  • Can zararları bağlamında ayrıca belirtilmesi gereken bir zarar türü de trafik kazaları nedeniyle meydana gelen yaralanmaların tedavi edilmesinden kaynaklanan giderlerdir. Bu hususta hukukumuzun tercihini anlamak zordur. Tedavi masrafları SGK tarafından karşılanmakta, karşılığında sigortacıların trafik primi üretiminin bir kısmı SGK’ya devredilmektedir. Bir anlamda SGK, zorunlu trafik sigortacılarının sigortacısı konumundadır. Bu sigortacıların iş yükünü azaltmakla birlikte, makul bir çözüm sayılmaz.
  • Sigortacıların aleyhine sonuç doğuran bir diğer gelişme ise “değer kaybı” konusunda yaşanmıştır. Değer kaybı istemleri evvelce gündemde bulunmazken sonraları yoğun şekilde ileri sürülmeye başlanmıştır. Değer kaybı trafik kazasına karışan aracın onarıma rağmen eski (kaza öncesindeki) değerine ulaşmayacağı varsayımına dayanan bir zarar türüdür. Sigorta tahkimindeki davaların çoğu değer kaybı talepleriyle ilgilidir. Değer kaybı isteminin dava konusu yapılması sigortacıların özellikle şu iki bakımdan tepkisini çekmiştir: Tahkim prosedüründe görevlendirilen bilirkişilerce belirlenen değer kayıplarının yüksekliği ve tahkim yoluna başvurulması nedeniyle ortaya çıkan yüksek maliyet.
  • Sigortacılar ZTS nedeniyle sürekli zarara uğradıklarını gerekçe göstererek kamu otoritesinden bir çare üretmesini istemişler ve sonuçta Karayolları Trafik Kanunu’nda (KTK) bazı değişiklikler yapılmıştır. Yeni düzenleme bir yandan sigortacıların sorumlu olmadıkları halleri çoğaltmış (böylece sorumluluk teminatı daraltılmış) diğer yandan tazminat hesaplamalarının sigorta genel şartlarında öngörülen yönteme uygun olarak yapılacağını hükme bağlamıştır. Yeni yasa hükümleri Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından (esas olarak tazminat hesabı hakkında genel şartlarla düzenleme getirilmesini öngören hükümlerin Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle) iptal edilmiştir (AYM’nin 17/07/2020 gün ve E. 2019/40 K. 2020/40 sayılı kararı). AYM (çok genel olarak belirtmemiz gerekirse) şu gerekçelerle iptal kararı vermiştir:
  • Zararın giderilmesi kişilerin temel hakları arasında yer alır.
  • ZTS teminatı sağlayan sigortacıların sorumluluğunun kanunda değil de yönetimin geniş takdir yetkisine konu olan genel şartlarla düzenlenmesi ise temel hakların ölçülülük ilkesine aykırı biçimde sınırlanması anlamına geldiği için uygun bulunmamaktadır.

Bunun üzerine yeni yasal düzenlemeye gidilerek bazı temel hususlar yasada belirtilmiş ve ilgili kamu otoritesinin (SEDDK) yasanın çizdiği sınırlar içinde ayrıntıları saptayacağı öngörülmüştür. Ancak yeni yasal düzenleme de AYM tarafından uygun bulunmamış ve bu da iptale konu olmuştur (AYM’nin 29/12/2022 gün ve E.2021/82 K.2022/167 sayılı kararı).

İPTAL KARARI NELERİ İÇERİYOR?

Bu ikinci iptal kararında (özetle) şunlar vurgulanmıştır:

  • Motorlu taşıtların işletilmesine bağlı olarak üçüncü kişilerin uğrayabileceği motorlu taşıtın değer kaybı zararı, destekten yoksun kalma zararı ve sürekli sakatlık (engellilik) zararı Anayasa’nın (kişinin dokunulmazlığı ve manevi varlığı ile ilgili) 17. ve (mülkiyet hakkı ile ilgili) 35. maddelerinde düzenlenen (temel) hakların ihlali sonucunda ortaya çıkan zararlardır.
  • Motorlu taşıt işletilmesi, kişilerin ölümüne, bedensel zarara ve eşya zararına uğramasına yol açma olasılığını barındırmaktadır.
  • Trafik kazasına bağlı ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma zararı, bedensel zarar ve mal zararının tazmini esasen motorlu taşıt işleteninin hukuki sorumluluğu kapsamındadır.
  • ZTS kapsamında sigorta şirketinin de bu zararlardan sorumlu tutulmasına ilişkin düzenleme ile zarar gören kişinin Anayasa’nın 17. ve 35. maddelerinde düzenlenen kişi dokunulmazlığı ve mülkiyet haklarının Anayasa’nın (Devletin temel amaç ve görevlerini düzenleyen) 5. maddesi çerçevesinde korunması amaçlanmıştır.
  • Motorlu taşıtın işletilmesi sebebiyle üçüncü kişilerin değer kaybı, destekten yoksun kalma ve/veya sürekli sakatlık (engellilik) zararına uğraması hâlinde işletenin ve kazadan dolayı olası sorumlu diğer kişilerin tazminat borçlarının kapsamı Türk Borçlar Kanunu’na (TBK) göre belirlenmektedir.
  • Uğranılan zararın gerçek tutarının ne olduğu anılan kanun (TBK) kapsamında açılan davalara ilişkin yargı kararlarıyla şekillenmektedir.
  • Buna karşılık zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında ödenecek tazminatlar AYM tarafından iptal edilmesi istenen (KTK’daki ve sigorta genel şartlarındaki) kurallara göre belirlenmektedir.
  • Bu çerçevede işleten ve olası diğer sorumluların TBK’na göre hesaplanan tazminat borçlarının kapsamı ile sigorta şirketinin iptal edilmesi istenen kurallara göre hesaplanan tazminat borcunun kapsamı farklılaşabilecektir. Bu da zarar görenin gerçek zararının karşılanamaması riskini ortaya çıkarmaktadır.
  • TBK’na göre hesaplanan değer kaybı, destekten yoksun kalma ve sürekli sakatlık (engellilik) tazminatlarının iptali istenen kurallara (KTK ve sigorta genel şartlarına) göre hesaplanan değer kaybı, destekten yoksun kalma ve sürekli sakatlık (engellilik) tazminatlarından yüksek olması hâlinde üçüncü kişinin zararının, bu zararı teminat altına alması için öngörülmüş olan zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamında karşılanamaması söz konusu olabilecektir.
  • Bu durum, zarar gören kişi aleyhine sonuç doğuracak ve kara yolu zorunlu trafik sigortasının öngörülmesinin temelinde yatan mağdurun gerçek zararının karşılanması amacıyla bağdaşmayacaktır.

KTK 90. MADDE 1. FIKRA VE EK FIKRA İPTALİ

AYM tarafından bu gerekçelerle verilen iptal kararı nedeniyle “maddi ve manevi tazminat” başlığını taşıyan KTK m.90 fk.1’de iptal öncesi mevcut bulunan,

  • “Değer kaybı tazminatı, aracın; piyasa değeri, kullanılmışlık düzeyi, hasara uğrayan parçaları ile hasar tutarı dikkate alınarak,
  • Destekten yoksun kalma tazminatı, ulusal doğum ve ölüm istatistikleri kullanılarak hazırlanan hayat tablosu ve zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarında yüzde 2’yi geçmemek üzere belirlenen iskonto oranı esas alınarak hayat anüiteleri ile genel kabul görmüş aktüerya kurallarına uygun olarak,
  • Sürekli sakatlık tazminatı, ulusal doğum ve ölüm istatistikleri kullanılarak hazırlanan hayat tablosu, zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarında yüzde 2’yi geçmemek üzere belirlenen iskonto oranı ve sürekli sakatlık oranı esas alınarak hayat anüiteleri ile genel kabul görmüş aktüerya kurallarına uygun olarak hesaplanır.”

biçimindeki ikinci cümle ile,

“Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından belirlenir.”

biçimindeki ek fıkra hükmü artık yasada yer almamaktadır. AYM kararı sonucunda trafik kazalarından kaynaklanan değer kaybı, destekten yoksun kalma tazminatı ve sürekli sakatlık (engellilik) tazminatı konularında mahkemeleri bağlayan özel yasal düzenleme ortadan kalkmış, KTK m.90’ın iptal edilen ek fıkrası ile SEDDK’ya tanınan “belirleme” yetkisi de yasal dayanağını yitirmiştir.

KARARA YÖNELİK ELEŞTİRİLER

AYM kararı kanımızca bazı bakımlardan eleştiriye açıktır. Şöyle ki:

  • AYM, sigortacı dışındaki diğer sorumluların tazminat yükü TBK’ya göre belirlenirken, sigortacının sorumluluğunun farklı kurallar (KTK ve genel şartlar) uyarınca (ve TBK’ya göre belirlenen tazminat yükünden daha hafif) olarak hesaplanmasının doğru bir çözüm olmadığını vurgulamaktadır.
  • KTK m.90 “İşletenin Hukuki Sorumluluğu” başlıklı bölümde bulunmaktadır. Bu bölümde sigortacının sorumluluğunun değil araç işleteninin sorumluluğunun düzenlenmiş olması gerekirdi. Fakat KTK m.90’ın sigortacının sorumluluğu hakkında düzenleme getirdiği anlaşılmaktadır.
  • KTK m.90 iptalden sonra şu hale gelmiştir:

Zorunlu mali sorumluluk sigortası kapsamındaki tazminatlar bu Kanunda öngörülen usul ve esaslara tabidir. Söz konusu tazminatlar ve manevi tazminata ilişkin olarak bu Kanunda düzenlenmeyen hususlar hakkında 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun haksız fiillere ilişkin hükümleri uygulanır.

  • KTK, sigortacının tazminat borcu hakkında birçok hüküm içermektedir. Bunlar “sigorta” başlıklı bölümdedir. Ancak bu hükümler arasında “tazminatın nasıl hesaplanacağına” ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
  • Fakat TBK’da da tazminat hesabı hakkında ayrıntı yoktur. Değer kaybının nasıl hesaplanması gerektiği TBK’da hiç düzenlenmemiştir. Destekten yoksun kalma ve bedensel zararlara ilişkin olarak ise TBK m.55’te bazı (çok genel) hususlar belirtilmiştir. TBK m.55 aşağıdaki gibidir:

Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.

  • TBK m.55’in atıfta bulunduğu “bu Kanun hükümleri” (TBK hükümleri) belirsiz olduğu gibi “sorumluluk hukuku ilkeleri” de belirsizdir. Bu belirsizlik bir yana, destekten yoksun kalma ile sürekli sakatlık (engellilik) tazminatlarının hesap yöntemi de TBK’da düzenlenmemiştir.
  • Bu durumda değer kaybı, destekten yoksun kalma ve sürekli sakatlık (engellilik) tazminatlarının TBK uyarınca belirleneceği hakkındaki hüküm içi boş bir hükümdür.
  • Kanundaki boşluk sebebiyle bu tazminatların nasıl hesaplanacağı hususunda yargının ilke ve yöntem belirlemesi ise “başa dönülmesi” demektir. Bu yazının baş kısmında da belirtildiği gibi, sorun yargının yüksek tazminatlara hükmetmesiyle ortaya çıkmış, (ağır kusurlu sürücünün tek taraflı trafik kazasında hayatını kaybetmesi halinde destekten yoksun kalma tazminatının tam olarak talep edilebileceği yolundaki kararlarda olduğu gibi) hiç hükmedilmemesi gereken tazminatlara hükmetmeye başlamasıyla da sigortacılar için vahim bir hal almıştır.
  • Fikrimizce tartışılması gereken şudur: Tazminat hesapları konusunda yargının görevlendirdiği -gerçek aktüer olmayan- bilirkişiler tarafından yapılan hesapların “doğru” olduğunu yargı nasıl ve neye dayanarak saptamıştır?
  • Bu hususta yargının uzmanlığı yoktur. Zaten bunun için bilirkişi tayin etmektedir. Bu bilirkişilerden bazılarının benimsediği hesap yönteminin “yerinde olduğu” diğer bazılarının hesaplarının ise “yerinde olmadığı” yargının yetki alanına girmemesi gereken bir husustur.
  • Hesabın nasıl yapılması gerektiği konusunda bilim ne demekte ise yargı onu doğru kabul etmelidir. Sigorta genel şartlarında öngörülmüş bulunan hesap ilke ve yöntemleri bilimsel ise, yargının bunu reddetmesi için sebep yoktur ve olamaz.
  • En doğrusu hesaplamanın nasıl yapılacağı konusunda yasal düzenlemeye gitmektir. Öyle anlaşılıyor ki ülkemizde yasanın açıkça öngörmediği hesaplamalar tartışma doğurmakta ve çözüm zorlaşmaktadır. Kanımızca TBMM bilimsel temele dayalı hesaplamaları yasaya ekleyerek (bunları yasal düzenlemeye dâhil kılarak) bilirkişilerin tercihlerine göre değişkenlik gösteren uygulamaya geri dönülmesini engellemelidir.
  • AYM sigortacının sorumluluğuna esas olacak tazminat hesabı ile araç işletenin sorumluluğuna esas olacak tazminat hesabının fark göstermemesi gerektiğini, sigortacı için öngörülen kuralların zarar görenlerin aleyhine olabileceğini, bu bakımdan bu şekilde bir ikili düzenlemenin uygun görülemeyeceğini belirtmektedir. Fikrimizce AYM şu açılardan doğru sonuca varmamıştır:
    • AYM kararına göre “İşletenin ve kazadan dolayı olası sorumlu diğer kişilerin tazminat borçlarının kapsamı TBK’na göre belirlenmektedir. Uğranılan zararın gerçek tutarının ne olduğu anılan Kanun (TBK) kapsamında açılan davalara ilişkin yargı kararlarıyla şekillenmiştir”.
    • Bu saptamayla AYM aslında TBK’da bir düzenleme olmadığını, tazminat hesaplarını yargı kararlarının şekillendirdiğini kabul etmektedir.
    • Şu halde AYM aslında mevcut olmayan (boşluk içeren) bir yasal düzenlemenin KTK ve genel şartlardaki düzenlemeye kıyasla üstünlüğe ve önceliğe sahip olması gerektiğini benimsemiştir.
    • KTK ve ZTS genel şartları, TBK düzenleme içermediği için kural getirmişlerdir. KTK ve ZTS genel şartları TBK’nın koyduğu genel ve herkesi bağlayıcı bir veya birden çok kuraldan farklı olarak sigortacılar lehine (ayrıcalık anlamına gelen) bir düzenleme yapmak amacıyla şekillenmiş değildir. Tam tersine uygulamanın bilirkişi tercihleri doğrultusunda (yargının bu tercihleri doğru kabul etmesine bağlı olarak) yerleşmesinden kaynaklanan sakıncaları önlemeye, düzeltmeye (uygulamada birlik sağlamaya) yöneliktirler.
    • AYM bu hususu dikkate almamıştır. Tazminat tutarını TBK uyarınca saptama (aslında bilirkişilerin tercihlerine bırakma) yöntemi keyfi ve aşırı sonuçlara götürüyor ve bu da işletenlere ve onların sorumluluk sigortacılarına yüklenen haksız bir yük oluşturuyorsa veya oluşturacaksa, KTK ve genel şartlar aracılığıyla yeknesak bir uygulamanın sağlanması kötü bir çözüm değildir.
  • Sonuç olarak, ZTS genel şartlarında (KTK m.90’ın iptale konun olan hükümlerine uygun biçimde) yer alan tazminat hesaplarına ilişkin ilke ve yöntemlerin (bilime uygunlukları tekrar gözden geçirilerek ve teyit edilerek) Türk Borçlar Kanunu’na alınması doğru olacaktır.

ALTERNATİF ÇÖZÜM

Bundan başka, alternatif bir çözüm olarak can zararlarında (ölüm, sürekli engellilik, tedavi giderleri), ZTS (sorumluluk sigortası) yerine kaza sigortasının düşünülebileceğini gözden uzak tutmamakta yarar vardır: Her araç için o aracın sürücüsünü ve sürücü dışında araçta hukuka uygun şekilde yolcu olarak bulunabilecek kişileri kapsayan bir kaza sigortası zorunlu hale getirilebilir ve o aracın karıştığı bir kazada can zararı söz konusu olursa o kaza sigortasından ödeme yapılır. Her araç işleteni ayrıca aracının karıştığı bir kazada zarar görenlere kaza sigortasından yapılacak ödemeyi aşan zararlar için ZTS yaptırır. Kaza sigortasının sorumlu kişilerin sorumluluğunu ödeme oranında ortadan kaldıracağı da öngörülmelidir. Kuşkusuz bu, üzerinde daha çok çalışılması gereken bir konudur.

Şu gözlemimizi tekrarlamak isteriz: Zorunlu trafik sigortası primi sigortacıların zarar etmelerini önleyecek düzeyde olduğu takdirde, uygulamadaki sorunlar kendiliğinden son bulur. Ancak bunu sağlamak ülkemizde bir türlü mümkün olamamaktadır. Bu da sigortacıları -bugün net bir şekilde görüldüğü gibi- bu sigortayı yapmaktan kaçınmaya ve bunun için direnme yolları bulmaya yöneltmektedir.