
Tutar sigortalarında manevi çıkarın çıkar koşulunu karşılama durumu belirlenmeli
TTK 1408 uyarınca “çıkar” koşulu tutar sigortaları bakımından da geçerli bulunmakla birlikte, bu temel kuralın uygulama alanı tutar sigortalarına özgü bazı hükümlerle daraltılmış veya bazı hallerde bütünüyle devre dışı bırakılmış. Tutar sigortalarında her şeyden önce maddi çıkardan başka manevi çıkarın da yasanın aradığı çıkar koşulunu yerine getirip getirmeyeceği belirlenmeli.
“Sigorta menfaatinin yokluğu” başlığını taşıyan Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 1408. maddesi sigorta sözleşmelerini düzenleyen 6. kitabın “genel hükümler” kısmında yer almakta ve yasadaki yeri dikkate alınırsa, bütün sigortalar hakkında uygulanması gerekmektedir. TTK 1408 uyarınca;
- Sigortalanan menfaat (çıkar) sigorta sözleşmesinin yapıldığı anda mevcut değilse, sigorta sözleşmesi geçerli olmamakta,
- Sözleşme kurulduğu anda mevcut olan menfaat sözleşme yapıldıktan sonra ortadan kalktığında ise, sigorta sözleşmesi o andan başlayarak geçersiz hale gelmektedir.
Sigortacı tarafından gerçekleşen rizikonun yol açtığı zararı giderme borcunun üstlenildiği zarar sigortalarında, sigortalanabilir çıkara sahip bulunmak, riziko nedeniyle zarara uğrayacak olma anlamına gelmektedir. Acaba sigortacının rizikonun meydana gelmesi olasılığında, bunun bir zarara sebep olup olmadığına (olmuşsa zararın tutarına) bakmaksızın sözleşmede söz verilen tutarı hak sahibine ödeme borcunu üstlendiği “tutar” (meblâğ) sigortalarında çıkar koşulu nasıl anlaşılıp uygulanacaktır. Aşağıda bu konuyu ele almaya çalışacağız.
Tutar sigortalarının deyim yerinde ise “amiral gemisi” hayat sigortasıdır. TTK’da hayat sigortası hakkında yer alan kurallar tutar sigortası niteliğini taşıyan iki ayrı can sigortası (kaza ve hastalık sigortası) hakkında da geçerlidir (TTK 1510(1) ve (2); TTK 1519(1)).
Bu noktada öncelikle şu hususu açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. TTK, genel hükümlerden sonra önce zarar sigortalarını (mal ve sorumluluk sigortaları olarak iki alt başlık halinde) düzenlemiş; sonra da (“tutar sigortaları” hakkında değil) “can sigortaları” hakkında düzenleme getirmiştir. Can sigortası deyimi, rizikonun bir “gerçek kişi” üzerinde gerçekleştiği sigorta sözleşmelerini ifade etmektedir. Hayat sigortasında riziko (sigortalı olarak adlandırdığımız) bir gerçek kişinin ölümü veya belirli bir tarihte hayatta kalması üzerine; kaza sigortasında bir gerçek kişinin kaza niteliğini taşıyan (dışarıdan ani şekilde etkili olan) bir olay sonucunda ölmesi, sakat kalması veya iş göremez hale gelmesi üzerine; sağlık (giderleri) sigortasında bir gerçek kişinin sağlık sorunu nedeniyle tanı konması ve tedavi edilmesi üzerine; hastalık sigortasında da bir gerçek kişiye sigorta süresi içinde belirli rahatsızlıklardan biriyle ilgili olarak tanı konması üzerine gerçekleşmiş olacaktır. Kısaca can sigortalarında riziko bir insanın kişi varlığında (ölüm, yaşama, hastalanma, yaralanma, sakatlanma biçiminde) meydana gelmektedir. Can sigortaları arasında yer alan hayat sigortası, (ölüm ve sakatlık rizikoları bakımından) kaza sigortası ve hastalık sigortası birer tutar sigortasıdır. Bunlarda rizikonun gerçekleşmesi üzerine sigortacı sözleşmede öngörülen parayı (rizikonun yol açmış olabileceği zarar veya zararlarla hiçbir bağlantı kurmaksızın) ödemek zorundadır. Tutar sigortalarında “zenginleşme yasağı (tazmin ilkesi) devre dışıdır. Oysa zarar sigortalarında sigortacı tarafından yapılacak ödeme en fazla zarar tutarı kadar olabilir. Sigortacının daha fazla ödeme yapmasının önüne geçmek için zarar sigortalarında öngörülmüş olan aşkın sigortanın (aşkınlık oranında) geçersizliği ve çifte sigorta yasağı, yasal haleflik ve zarardan fazla bir ödeme yapılmasını engelleyen diğer kurallar tutar sigortalarına uygulanmaz. Kaza sigortasına eklenen tedavi masrafları teminatı ile sağlık (giderleri) sigortasının içerdiği tedavi masrafları teminatı ise zarar sigortası hakkındaki kurallara tabidir. Bu sigortalarda masrafların karşılanmasını öngören sigorta koruması “pasif sigortası” özelliğini taşımaktadır.
TTK 1408 uyarınca “çıkar” koşulu tutar sigortaları bakımından da geçerli bulunmakla birlikte, bu temel kuralın uygulama alanı tutar sigortalarına özgü bazı hükümlerle daraltılmış veya bazı hallerde bütünüyle devre dışında bırakılmıştır.
Tutar sigortalarında her şeyden önce maddi çıkardan başka manevi çıkarın da yasanın aradığı çıkar koşulunu yerine getirip getirmeyeceği belirlenmelidir.
1956 tarihli (önceki) Türk Ticaret Kanunu hayat sigortalarını düzenlerken sigorta ettirenin sigortalının hayatının sürmesinde manevi çıkarının bulunmasını sigortanın geçerli sayılması bakımından yeterli saymıştı (1956 tarihli TTK m. 1321 fk.1). Buna karşılık 1926 tarihli Ticaret Kanunu’nda (m.989 fk.1 cümle 2) yalnızca çıkardan söz edilmiş, manevi çıkar (veya manevi yarar) konusunda açık bir kurala yer verilmemişti.
2011 tarihli (halen yürürlükte olan) TTK (manevi çıkarı da içerip içermeyeceği konusunda açık düzenleme içermeksizin, genel bir anlatımla) çıkar koşulunu öngörmüş, buna hangi anlamın verileceğini ise uygulama ve öğretiye bırakmıştır. Kanımızca manevi çıkar sigorta sözleşmesi yapılırken var olup olmadığını ve başlangıçta mevcut olsa dahi, sonradan son bulmuş olup olmadığını belirlemenin son derece zor olduğu bir husustur. Bir kişi hayatını sürdürmesinde çıkarının olduğunu ileri sürdüğü sigortalıyı meselâ “çok sevdiğini”, “her gün onun için iyilik dilediğini” ileri sürse bunu nasıl kanıtlayacak veya bunun aksi nasıl kanıtlanacaktır? Özellikle sigortalının ölümü rizikosuna karşı yapılan sigortalarda, sigortalı hayattan ayrılmış olduğu takdirde manevi çıkarın varlığını veya yokluğunu ortaya koymak iyice güçleşmektedir. Yakın arkadaşlık, kan kardeşliği gibi durumların ve hangi derecedeki hısımlığın karine olarak manevi çıkarın varlığına kanıt sayılacağı da çok tartışmalıdır. Bundan başka, eğer salt “sevgi” manevi çıkar koşulunu yerine getirmeye yeterli görülecekse, toplumda tanınmış kişilerin hayatının sürmesinde onları seven kimselerin çıkarı bulunduğunu kabul etmek gerekecektir. Bu da bizi kralların, düklerin ölümü olasılığı için sigorta yaptırılan eski dönemlere geri götürecektir. Çıkar koşulu, başlangıçta sigortayı kumar ve bahisten ayırmak amacıyla öngörülmüştü. Bu koşulun aranmadığı ilk dönemlerde bir kimse başkasının hayatının son bulması üzerine, bu olasılık için sigorta yaptırmış olduğunda, deyim yerinde ise “vurgun” vurabiliyordu. Çıkar koşulu, hayat sigortasının tanınmış kişilerin hayatı üzerine oynanan bir tür şans oyunu olmaktan çıkarılması gerektiği düşüncesi benimsenerek getirilmişti. Fakat bu koşulun gerçekleşmesi için ölçülebilecek, denetlenebilecek kıstaslar kullanılmalıdır. Kişinin iç dünyasındaki bir hususun (mesela başkası için sevgi, derin saygı veya hayranlık duymasının) kayıtsız koşulsuz sigortalanabilir çıkarın var olduğu anlamına gelmesi makul bir çözüm değildir. Buna karşılık, kişinin en yakınlarının hayatının sürmesinde çıkar sahibi olduğunu (aksi kanıtlanmış olmadıkça) kabul etmek (mesela altsoy-üstsoy ve eşler bakımından çıkar koşulunun mevcut olacağının varsayılması) uygun bir çözüm oluşturabilir.
YASAL LEHTAR KURALI
Öte yandan 2011 tarihli TTK çıkar koşulunun sigorta ettiren için değil “lehtar” için aranacağını hükme bağlamaktadır. Lehtar sigorta ettiren tarafından belirlenen hak sahibidir (TTK 1493(1)). Riziko (sigortalının ölümü veya belirli bir tarihte yaşıyor olması) gerçekleşince sigortacıdan ödeme alacak olan kişi lehtardır. Belirtmek gerekir ki sigorta ettiren başkasının hayatı üzerine sigorta yaptırdığında kendiliğinden lehtar konumuna gelmez. Sigorta ettirenin lehtar konumuna gelmesi için bizzat kendini lehtar olarak belirlemiş olması gerekir. Sigorta ettiren başkasının hayatı üzerine yaptırdığı bir sigortada ne kendini ne de bir başkasını lehtar olarak göstermemişse, “lehtar atanmasına ilişkin yorum kuralı” başlıklı TTK 1494’ün ikinci fıkrasında hükme bağlanan “yasal lehtar” kuralı uygulanır.
- TTK 1494(2) uyarınca “ölüm rizikosuna karşı yapılan sigortalarda lehtar belirtilmemişse, sözleşmenin sigorta ettirenin mirasçıları lehine, yaşama ihtimaline karşı yapılmış sigortalarda ise sigortalı lehine yapıldığı kabul olunur”.
- Yasanın bu hükmü yalnızca sigorta ettirenin aynı zamanda riziko kişisi (sigortalı) olduğu (diğer bir anlatışla kendi ölümü üzerine sigorta yaptırdığı) haller bakımından anlamlıdır.
- Buna karşılık sigorta ettirenin başkasının ölümü olasılığı için sigorta yaptırmış olduğu hallerde, bu sigortanın sigorta ettirenin mirasçıları lehine yapılmış olduğunu kabul etmek anlamsızdır. Çünkü:
- Ölümü üzerine sigorta yaptırılmış olan kişi (sigortalı) hayattan ayrıldığında sigorta ettiren henüz yaşıyor olabilir.
- Yaşayan bir kişinin mirasçıları lehine sigorta yapıldığı sonucunu benimsemek ise tutarsızdır.
- Bu nedenlerle TTK 1494(2) hükmünü “başkasının üzerine ölüm olasılığı için yapılan sigorta sözleşmesinin sigortalının mirasçıları lehine yapılmış sayılacağı” biçiminde anlamak ve uygulamak lâzımdır.
- Böylece ölüm ve hayatta kalma olasılıkları için aynı sonuç benimsenmiş olacaktır. Her iki halde de sigortalı (onun ölümü durumunda yerine geçen mirasçıları) hak sahibi olacaklardır.
- “Sigorta değeri” başlıklı TTK 1491(2) “ödenecek bedelin lehtarın maddi menfaatinden daha fazla olduğu durumlarda, aşan kısmın sigortalının lehine yapılmış sayılacağını” belirtmektedir. Yukarıda TTK 1494(2) hakkında benimsediğimiz çözüm TTK 1491(2) ile şu bakımdan uyumludur: Bir lehtar ataması yoksa (sigortacı tarafından ödenecek olan tutar üzerinde hak kazanmış başka bir kişi bulunmuyorsa) veya lehtar belirlenmiş olmakla birlikte sigortacı tarafından ödenecek tutarın tamamına hak kazanmış değilse, sigorta (ödenmesi gereken tüm tutar veya lehtarın hak kazanmış olmadığı tutar bakımından) hayatı üzerine sigorta yapılan kişi (ölümü olasılığında onun mirasçıları) lehine işletilecektir.
Sigorta ettiren, başkasının hayatı üzerine yaptırdığı sigortada sözleşme yapılırken yasal lehtar kuralını devre dışı bırakacak şekilde kendisini veya bir başkasını lehtar olarak göstermişse, lehtarın o anda çıkar sahibi olması gerekir. Ancak, bu koşul gerçekleşmezse, hayat sigortası sözleşmesinin TTK 1408(1) uyarınca geçersiz hale geleceği düşünülmemelidir (Bu hususu aşağıda açıklamaya çalışacağız).
Sigorta ettiren başlangıçta belirlemiş olduğu lehtarı sonradan değiştirme, lehtarın haklarını daraltma (mesela sigortacının ödeyeceği tutarın tamamı için atanmış bulunan lehtarın hakkını yarıya indirmeye veya ilk atanan lehtarın yanına iki lehtar daha eklemeye ve bunların hepsinin eşit veya birbirinden farklı paylarla hak sahibi olmalarını kararlaştırmaya) veya atama işlemini iptal etme hakkına da sahiptir.
Ancak bunun için lehtarın “dönülebilir” şekilde atanmış olması gerekir. “Dönülemez” şekilde (lehtarı değiştirme olanağından vaz geçilerek ve poliçe lehtara teslim edilerek) atanan lehtarın hakkına ise ancak özel bazı hallerde dokunulabilir. Bu noktada hatırlatalım ki dönülebilir biçimde atanan lehtar sigortacının riziko halinde ödeyeceği para üzerinde ancak riziko gerçekleşince hak sahibi haline gelecektir. O ana kadar yalnızca bir “beklenen hakkı” söz konusudur. Dönülebilir şekilde atanan lehtar riziko anına kadar herhangi bir hak kazanmış olmadığı için, sigorta ettiren tarafından onun beklenen hakları tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilmektedir. Buna karşılık dönülemez şekilde atanan lehtar kural olarak atama işlemi anında hak sahibi konumuna gelmektedir.
Bir lehtarın (sigortalının hayatının devamına olan) çıkarı lehtar atama işleminden sonra ortadan kalkmışsa, kanımızca sigorta sözleşmesi TTK 1408(1) uyarınca geçersiz hale gelmemeli; bu olasılıkta TTK 1494 uygulanmalı ve çıkarı son bulan lehtarın yerine sigortalının (veya mirasçılarının) geçmiş olacağı kabul edilmelidir. TTK 1494(2)’de hükme bağlanan “yasal lehtar” kuralının yalnızca sözleşme yapılırken değil, sözleşme sırasında da uygulanması gerektiği düşüncesindeyiz. Bu bakımdan “çıkar şartının sözleşmenin yapılmasından sonra ortadan kalkması hâlinde sözleşmenin o andan itibaren geçersiz hâle geleceğini öngören TTK 1490(4) hükmü de fikrimizce tamamen yanlıştır. O nedenle (tam emredici nitelikte olmasına karşın) TTK 1490(4)’ün hiç uygulanmaması doğru olacaktır. Bu fıkranın karışıklık yaratmasını ve değişik yorumlara dayanak oluşturmasını önlemek için ilk fırsatta yasadan çıkarılması lazımdır. Öte yandan birden fazla lehtar varsa ve bunlardan biri çıkar koşulunu artık gerçekleştirmediği için hak sahibi olamıyorsa, TTK 1494(1) cümle 2 uyarınca onun payı diğer (çıkar sahibi) lehtarların payına eklenmelidir. Kısaca hayat sigortalarında TTK 1408 hükmünün uygulanmasına yine TTK’daki başka bazı hükümler engel olmaktadır. Bunun hukuksal açıdan “tuhaf” bir sonuç olduğu doğrudur. Çünkü TTK 1408(1) ve kısmen onu tekrarlayan TTK 1490(4) emredicidir ve yasa yapıcının kırmızı çizgisini oluşturmaktadır. Emredici olarak düzenlenmiş olmayan TTK 1494’ten ise tam tersi bir sonuç çıkmaktadır. Ancak TTK 1494 hiç kuşkusuz sözleşmeyi makul bir çerçeve içinde ayakta tutma fırsatını sağladığı için tercih edilmelidir. TTK’daki çelişkinin en kısa zamanda TTK 1494’teki yasal lehtar kuralına TTK 1408 ve TTK 1490(4)’teki hükümlere göre öncelik tanınarak giderilmesi gerekmektedir.
Son olarak belirtelim ki, bir kişi kendi hayatı üzerine sigorta yaptırmışsa veya başkasının hayatı üzerine sigorta yaptırmakla birlikte, sigortalıyı lehtar olarak belirlemişse, bu hallerde “çıkar” koşulu aranmaz. Çünkü, sigortalının (riziko üzerinde gerçekleşecek olan kişinin) kendi hayatının sürmesinde çıkar sahibi olduğu (öyle sayılacağı) kuşkusuzdur.
ONAY KOŞULU
Çıkar koşulu bazı Kara Avrupası ülkelerinde yerini “onay” koşuluna bırakmaktadır. Başkasının hayatı üzerine sigorta yaptırılması halinde bu sigorta, ancak sigortalının bunu onaylaması ile geçerlilik kazanmakta, bir çıkarın varlığı ise araştırılmamakta, sigortalının hayatı üzerine başkası tarafından sigorta yaptırılmasına rıza göstermiş olması yeterli sayılmaktadır. TTK 1490(2) ise, başkasının hayatı üzerine ölüm olasılığına karşı yaptırılan sigortalarda çıkar koşuluna ek olarak ayrıca onay koşulunu da lüzumlu görmüştür. Çıkar koşulunun halâ yasada bulunuyor olması, bazı kişilerin kendi hayatları üzerine başkaları tarafından yaptırılacak sigortalara onay vermeye zorlanabilecekleri ve bu durumun da onların hayatları bakımından tehlike yaratabileceği düşüncesinden kaynaklanmıştır.
TTK 1510(1), çıkar koşuluna ilişkin bulunan TTK 1490(2) ve (4)’ün kaza sigortası hakkında da uygulanacağını emredici olarak hükme bağlamaktadır. Kaza sigortasında TTK 1507(1) cümle 2 uyarınca engellilik (sakatlık) ve iş göremezlik halinde hak sahibi mutlak şekilde “sigortalı” (kazaya uğrayan kişi) olduğundan, çıkar koşulu esas olarak yalnızca başkasının üzerine yaptırılan kaza sonucu ölüm sigortası bakımından önemlidir. Vurgulamak gerekir ki çıkar koşulu kaza sigortasında da çözümü oldukça güç sorunlara neden olmaktadır. İşverenler tarafından çalışanlar üzerine yapılan bazı grup kaza sigortalarında ölüm olasılığında ödenecek tutar için hak sahibinin işveren olacağı öngörülmektedir. Ancak çoğu zaman bu sigortalarda çalışandan onay alınmadığı gibi çıkar koşulunun hangi sebeple yerine gelmiş sayılacağı konusunda da doyurucu bir açıklama getirilememektedir. Bu gibi sigortalarda, iş kazası sonucunda çalışan hayatını kaybettiği takdirde işverenin tazminat ödemek zorunda kalacak olması nedeniyle çıkar sahibi sayılması anlamlı görünmemektedir. Bir başkasının ölümünden sorumlu tutulacak olma, onun hayatının sürmesi bakımından (maddi) çıkar sahibi sayılmayı haklı gösteren bir husus olarak değerlendirilemez. Her şey bir yana bu gibi bir yaklaşım insancıl değildir. Çıkar koşunun dayanağı sorumluluktan başka bir husus olmalıdır. Aksi halde, birinin hayatına kastedecek olan bir kişinin, ödemek zorunda kalacağı tazminat bakımından öldüreceği kişinin hayatını (onay koşulu yerine gelmiş olmak kaydıyla) sigorta ettirebileceği gibi kabulü vicdana ve mantığa sığmayan bir durumla karşı karşıya kalınır.
Bununla birlikte, temininde zorluk bulunan (kilit çalışan niteliğindeki) çalışanlar için (maddi) çıkar koşulu gerçekleşmiş olabilir. Fakat, bu nitelikte olmayan ve yerlerine kolaylıkla aynı düzeyde iş üretebilecek başkaları bulunabilecek olan çalışanlar için işverenin maddi çıkara sahip olduğu da düşünülemez. İşverenlerce yaptırılan kaza sigortalarında iş kazasında hayatını kaybeden çalışanların hayatlarının sürmesinde işverenin çıkarı olduğu bir an için kabul edilse dahi, ölüm olasılığına karşı yaptırılan sigortalarda geçerlilik için ayrıca onay koşulu arandığından (TTK 1490(2) cümle 2), bu sigortanın ayakta tutulması bu açıdan da zordur.