Tahkim yargılaması tarafsız ve uzman hakemler eliyle gerçekleştirilmeli

Tahkim yargılaması tarafsız ve uzman hakemler eliyle gerçekleştirilmeli

Birçok yarara sahip Sigortacılıkta Tahkim kurumu şu anki yapılanma çerçevesinde hukukçu olmayan hakemleri de içeriyor. Tahkim yargılamasının tarafsız ve uzman hakemler eliyle gerçekleştirilmesi ise bu kuruma olan güveni ve yönelimi artırabilir.

Sigortacılık Kanunu, “Tahkim” başlıklı sekizinci bölümünde yer alan 30uncu maddesinde “Sigortacılıkta Tahkim” adı verilen uyuşmazlık çözme yöntemine ilişkin yasal düzenlemeye yer vermiştir. Bu konuya ilişkin bazı ayrıntılar yasal düzenlemenin yapıldığı yıl yayınlanan “Sigortacılıkta Tahkime İlişkin Yönetmelik” hükümleri içinde bulunmaktadır.

“Sigortacılıkta Tahkim”, Sigorta Murakabe Kanunu’nun yerini alan Sigortacılık Kanunu’nun çıkarıldığı 2007 yılından bu yana hukukumuzun bir parçası olmuştur. Bu uyuşmazlık çözme yöntemi başka ülkelerdeki “sigorta ombudsmanlığı” uygulamasının (veya benzeri uygulamaların) ülkemizde yerini tutmak üzere öngörülmüştür. Türkiye, çoğu zaman olduğu gibi burada da “kendine özgü” bir çözüm üretmeyi tercih etmiştir. Bizim Sigortacılıkta Tahkim kurumumuzun “kanatlı” mı yoksa “hörgüçlü” mü olduğu (diğer bir anlatışla yabancı ülkelerdeki düzenlemelerden hangisine benzediği) ayrı bir araştırma ve inceleme konusudur. Aşağıda, yaklaşık 15 yıldır yürürlükte bulunan “Sigortacılıkta Tahkim” kurumunu geldiğimiz nokta bakımından kısaca değerlendirmeye çalışacağız.

Öncelikle, bu hukuksal kurumun (örgütün) birçok bakımdan çok yararlı olduğunu belirtmemiz gerekir. Adliye mahkemelerinin iş yükünü azaltma, (belirli) sigorta uyuşmazlıklarına tarafsız, çabuk, ucuz ve uzmanlar eliyle çözüm üretme en başta sayılması lâzım gelen yararlardır. Ancak “Sigortacılıkta Tahkim” kurumundan beklenen ölçüde yararlanmış olduğumuz söylenemez. Bazı hususlar aksamaktadır ve reform yapma gereği vardır.

YAPILANMA HATASI

Beklediğimiz yararı elde edemememizin başta gelen nedeni kanımızca “Sigortacılıkta Tahkim” kurumu yapılandırılırken bir “temel hatası” yapmış olmamızdır. Bizim sistemimiz “yargılama” amaçlıdır. Diğer bir anlatışla uyuşmazlıkların yargılama sonucunda çözüme bağlanması hedeflenmekte, bunun ilgililerin çıkarlarına en uygun şekilde (ucuz, çabuk, uzmanlar eliyle) gerçekleştirilmesi için düzenleme yapılmış bulunmaktadır. Oysa temel amaç uyuşmazlıkların esas olarak “yargılama olmaksızın” çözüme bağlanması (yargılamanın son çare olarak öngörülmesi) olmalıydı.

Aslında sistem oluşturulurken öne çıkmış olan düşünce tarafların uzlaşmasını sağlamak idi. Raportörlük en başta bu amaç için öngörülmüştü. Sigortacılık Kanunu (SK) m.30 fk.15 gayet isabetli olarak şu hükmü içermektedir: “Sigortacılık yapan kuruluşla uyuşmazlığa düşen kişinin ….. başvurusu, öncelikle raportörler tarafından incelenir. Raportörler en geç on beş gün içinde incelemelerini tamamlamak zorundadır. Raportörler tarafından çözümlendirilemeyen başvurular sigorta hakemine iletilir.” Buradan çok açık bir biçimde anlaşıldığı üzere, raportör uyuşmazlığa düşen tarafları (istemde bulunan sigorta ettiren, sigortalı veya lehtar, ayrıca bugün yürürlükteki kurallar uyarınca sorumluluk sigortalarında doğrudan dava hakkını kullanan zarar gören ile kendisine karşı istemde bulunulan sigortacı veya Güvence Hesabı) aralarında anlaşmaya özendirecektir. Yasadaki “raportör tarafından çözümlendirilemeyen” ifadesi bu anlama gelmektedir. Raportör kendisi çözümlemeyecek fakat ilgilileri çözüm üretmeye yönlendirecektir. Oysa uygulamada sistem bu şekilde işlememekte, raportörler biçimsel bir inceleme ile yetinmekte ve yargılanmasına engel bulunmadığı anlaşılan her uyuşmazlık yargılama sonucunda çözüme bağlanmaktadır.

Kuşkusuz raportörün yargılama gereğini ortadan kaldıran bir çözüme aracılık etmesi (daha doğrusu edebilmesi) ancak “belirli hal ve koşullarda hangi sonucun söz konusu olacağı önceden saptanabiliyorsa” ve “raportör sigorta hukuku alanında gerçek bir uzmansa” makul bir beklenti sayılabilir. Bu koşulların yerine geldiği durumlarda raportör, somut bir uyuşmazlıkta hukuk düzeninin benzer hallerde önceden üretmiş bulunduğu çözümü tespit ettikten sonra taraflara o somut uyuşmazlıkta da (çok büyük olasılıkla) aynı yerleşmiş çözüm doğrultusunda karar verileceğini; bu nedenle daha fazla masraf ve emek harcamaksızın anlaşma yoluyla aralarındaki uyuşmazlığı sonlandırmalarının en akılcı adım olacağını açıklayarak onları (istem yerinde görünmemekte ise istemden vaz geçme, istem tümüyle yerinde ise bunun kabulü ve istem kısmen yerinde ise, sigortacının bunu haklılık ölçüsünde kabul etmesi, haksızlık ölçüsünde de istemde bulunanın bundan vaz geçmesi yönünde) ikna etmeye çalışabilir. Bunda başarılı olabildiği ölçüde (yargılama anlamındaki) iş yükü azalacaktır. Eğer yargılama olmadan uyuşmazlığı sonuçlandırmak mümkün olursa, gider olarak yargılamaya oranla daha az bir ücret ödenmelidir.

Bu sistemin ülkemizde de başarılı biçimde hayata geçirilmesi fikrimizce çok yararlı olacaktır. Fakat buna engel gibi görünen bazı hususlar da mevcuttur. En başta uyuşmazlıklar hakkında verilen kararlar istikrarlı görünmemektedir. Dolayısıyla raportörün “bu uyuşmazlıkta da (eğer yargılama yapılırsa) sonuç şöyle olacaktır” biçiminde kesin bir tavır ve kanı ortaya koyabilmesi oldukça zor görünmektedir. Benzer durumlarda yargının birbiriyle çelişen kararlar verebildiği bilinen bir gerçektir. Şu halde, raportörün uyuşmazlığın nasıl sonuçlanacağı hakkında tarafları inandırması kolay değildir. Raportör bu gibi bir ikna etme işlevini yalnızca “aynı nitelikteki uyuşmazlıklarda verilen yargı kararlarının hep aynı yönde olduğu” durumlarla sınırlı olarak yerine getirebilecektir. Buna karşılık sigortacıya talep yöneltenlerin “yargılama yapacak hakemlerce lehlerine karar verilmesi olasılığını az çok kuvvetli görerek şanslarını denemeyi” tercih ettikleri haller çoğunlukta olur ve raportörün de onlara karşı bu gibi bir denemenin “nafile” olacağını ileri sürmesi zorluk taşırsa raportörden çözüme aracı olmasını beklemek doğru ve makul olmaz. Kaldı ki belirttiğimiz şekilde işlev görecek bir raportörün sigorta hukukuna çok hâkim bir kişi olması da elzemdir ki bu da şu anki hakemlerin önemli bir bölümünün raportör olarak görevlendirilmesini (raportöre dönüştürülmesini) gerektirecek ve büyük bir olasılıkla mevcut hakemler, kurulu düzenin değişmesine hiç de sıcak bakmayacaklardır.

ÇABUK UCUZ VE TARAFSIZ UZMANLAR ELİYLE ÇÖZÜM

“Sigortacılıkta Tahkim” yöntemi en başta hızlı çözüm üretme amacına yöneliktir. Uyuşmazlıkların Adliye Mahkemeleri tarafından karara bağlanması uzun zaman almakta ve bu da adalete olan güveni sarsmaktadır. Bununla birlikte “erişir menzil-i maksuduna aheste giden; tiz-i reftar olanın payine damen dolaşır” (sağlam adımlarla yavaş yavaş hedefe ilerleyen başarılı olur; hızlı yürüyenin eteği ayağına dolaşır). Hukukta gereken kapsamda inceleme ve araştırma yapılmazsa, doğru sonuca erişilmesi tehlikeye girer. Özellikle her gün çok sayıda karşılaşılan sigorta uyuşmazlıkları dışında, yüksek tutarlı ve karmaşık uyuşmazlıklar söz konusu olduğu zaman, rutin uyuşmazlıklar için öngörülen tahkim kurallarının yetersiz kalması kaçınılmaz olmaktadır. On milyonlarca TL zarara yol açan bir yangından doğan sigorta uyuşmazlığında, Sigortacılık Kanunu m.30 fk.16 gereğince (süre uzatımı olasılığı hariç) dört ayda karar vermek zorunluluğu, kararın sağlıklı çıkmasına önemli bir engel oluşturacaktır.

Çabuk yargılama, bazı (rutin diyebileceğimiz) uyuşmazlıklar bakımından gerekli olabilir. Mesela kasko sigortası uyarınca ileri sürülen tazminat istemlerinin kısa sürede karara bağlanması beklenebilir ve bu adaletin yerini bulması bakımından kayda değer bir sakınca yaratmaz. “Sigortacılıkta Tahkim” yöntemine “bütün” sigorta uyuşmazlıkları için başvurulabilmesi esası hemen terkedilmeli ve yerine yalnızca “bazı” ve her halde “belirli bir tutara kadar” olan uyuşmazlıklar için başvuru olanağı öngörülmelidir. Kanımızca kara araçları kasko sigortası uyuşmazlıklarına ek olarak (belirli bir tutara kadar olan) yangın sigortası, cam kırılması sigortası, elektronik cihaz sigortası, hırsızlık sigortası, zorunlu deprem sigortası ve borç ödeme sigortası uyuşmazlıkları da hakemler eliyle çözümlenebilir. Can sigortalarından kaynaklanan uyuşmazlıklar da belirli bir tutarı aşmamak koşuluyla tahkime tabi olabilir. Kanımızca can sigortaları konusunda ayrı bir yapılanmaya gidilmelidir. Sorumluluk sigortaları kapsamında zarar görenler tarafından sorumluluk sigortacısına karşı yöneltilen istemlerde tahkim yöntemine başvurmanın yerinde olmayacağı düşüncesindeyiz. Çünkü bu istemlerde sorumluluk açısından da değerlendirme yapılması gerekecektir ki bunun devlet mahkemelerinde söz konusu olması çok daha uygundur.

Tahkimin “ucuz” bir yöntem olması şüphesiz çok olumludur. Ancak en azından ilk aşamada “parasız” olmasını sağlamak lazımdır. Raportörler eliyle yapılacak inceleme aşamasında ücret alınmaması daha doğru olacaktır.

Tahkim yargılamasının tarafsız ve (sigorta hukukunda) uzman hakemler eliyle gerçekleştirilmesi bu kuruma olan güveni ve yönelimi artıracaktır. Şu anki yapılanma çerçevesinde “Sigortacılıkta Tahkim” kurumu hukukçu olmayan hakemleri de içermektedir. Bir “yargılama” faaliyetinin hukukçu olmayan hakemlerce gerçekleştirilmesi Sigortacılıkta Tahkim sistemi kapsamında verilen kararların hukuk kurallarına dayanmak zorunda oluşu (diğer bir anlatışla hakemlerin hukuka göre değil vicdanlarına göre karar vermeye yetkili bulunmamaları) nedeniyle uygun değildir. Bu sebeple hukukçu olmayan hakemlerin vereceği kararlar daima tartışma yaratacaktır.

Diğer taraftan, aynı zamanda sigorta uyuşmazlıklarında vekillik görevini üstlenen avukatların hakem olmaları da tarafsızlığa gölge düşürecek niteliktedir. Çünkü bu avukatların takip etmekte oldukları uyuşmazlıklarda ileri sürdükleri iddia ve savunmalarla çelişen kararlar vermekte zorlanacakları ve bu hususta çekingen davranmalarından kaygı duyulması (en azından altına imza atacakları kararın aleyhine hüküm kurulan tarafça sorgulanması) kaçınılmazdır. Bu gibi sisteme “gölge düşürebilecek” halleri önlemenin yolu sigorta uyuşmazlıklarında avukat sıfatıyla meslek etkinliği yürütenlerin hakem olmamalarıdır.

Aslında en doğru çözüm her oyuncunun yalnızca tek bir şapka altında (veya ayrı kulvarda) yarışması (temel) ilkesi doğrultusunda sigorta hakemlerinin tıpkı hâkimler gibi başka faaliyet yürütememeleri; yalnızca sigorta (raportörlüğü ve) hakemliği yapmalarıdır.

HAKEMLER YASAYA GÖRE KARAR VERMEK ZORUNDA

“Sigortacılıkta Tahkim” yönteminde çözüme bağlanacak uyuşmazlıklarda hakemler yürürlükteki hukuk kuralları (en başta yasalar) gereğince karar vermek zorundadır. Bu hususun Sigortacılık Kanunu’nda açıkça hükme bağlanması yerinde olurdu. Ancak böyle bir hükmün yokluğunda da Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 433 fk.3 uyarınca (taraflar açıkça bu yolda anlaşma yapmamışlar ise) hakemlerin (yasal düzenlemeyi bir kenara bırakarak) hakkaniyet ve nasafet (nısfet = hakseverlik) uyarınca hüküm kurmalarının mümkün bulunmadığı sonucuna varılması lâzımdır.

Bununla birlikte taraflar anlaşsalar dahi, kanımızca hakemlerin yasal düzenlemeyi (yürürlükteki kuralları) uygulamamaları olanaklı değildir. Yargıtay denetimine tabi olan hakem kararları hususunda yüksek mahkeme zaten yasa kurallarına göre denetim yaparak karar verecektir. Kaldı ki, tarafların aralarında uyuşmazlık çıktıktan sonra bunun yasaya göre değil de hakkaniyete, vicdana göre çözüme bağlanmasına ilişkin anlaşma yapmaları, emredici kuralların etrafından (sonraki aşamada) dolaşma girişimi olarak yorumlanabilecektir.

Hakemlerin yasaya göre karar vermeleri gerekli olduğuna göre, (her ne kadar hukuk kimsenin tekelinde değilse de) bunu ancak “hukukçuların” lâyıkıyla yapabileceğini burada bir kere daha vurgulayalım. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken önemli bir diğer sorun, hakemlerin Yargıtay içtihatlarını ve hukuk öğretisini dikkate almakla yükümlü olup olmadıklarıdır. Türk Medeni Kanunu m.3 fk.3 “hâkimin karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanacağını” açıkça belirtmiştir. Acaba bu temel ilke hakemler için de geçerli midir? Kanımızca bunda hiçbir kuşku yoktur ve olamaz. Bu nedenle hakemler Yargıtay’ın yerleşmiş çözümlerinden ayrılan bir karar verdikleri veya öğretide oybirliğiyle doğru olduğu belirtilen bir çözümü benimsemedikleri zaman buna neden gerek gördüklerini doyurucu şekilde açıklamalıdırlar. Bu noktada Yargıtay içtihatlarını ve öğretiyi gereği gibi izlemek, anlamak ve yorumlamak için de hukuk altyapısına sahip olmak gerektiğini hatırlatalım. Bu da neden yalnızca hukukçuların hakemlik yapmaları lazım geldiğini ortaya koyan diğer bir husustur.

Günümüzde “Sigortacılıkta Tahkim” kurumundan çıkan kararların birbirleriyle ne kadar uyumlu olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Parasal sınırlara ilişkin son Tebliğ uyarınca 8.000 TL’nin altında kalan uyuşmazlıklar hakkındaki hakem kararları kesindir. 8.000 TL’nin üzerindeki uyuşmazlıklarda ise 107.000 TL’nin altında olanlar için İtiraz hakemleri tarafından verilen kararlara karşı Yargıtay (temyiz) yolu kapalıdır. Bu demektir ki 107.000 TL’ye kadar hakem kararları ya hiç denetlenmemekte ya da yine hakemler (İtiraz Hakemleri) tarafından denetlenmektedir. “Sigortacılıkta Tahkim” ilk öngörüldüğü zaman orta segmentteki (40.000 TL değerindeki) yeni bir otomobilin pert olması olasılığında, bunun için ödenmesi gereken sigorta tazminatı ile ilgili uyuşmazlıkları hakem kararı sonrasında Yüksek Yargı’ya taşımak söz konusu olmuyordu. Şimdi temyiz sınırı biraz aşağı inmiş hakemlerin serbest (denetimsiz) kaldığı alan bir ölçüde daralmış bulunuyor. Bu iyi midir? Yoksa kötü müdür? Her iki yönde de yorum yapılabileceği kanısındayız. Şöyle ki:

– Sigorta hakemlerine güveniyorsak, tahkime tabi uyuşmazlıklarda temyiz yolu tümden kapatılmalıdır. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi tahkimin parasal bir tavanı olmalı, o tavanı aşan uyuşmazlıklar için tahkime değil mahkemelere başvurulmalıdır.

– Sigorta hakemlerine yeteri kadar güvenmiyorsak, o zaman tahkim kararları hiç bağlayıcı olmamalı; sigorta ettiren/sigortalı/lehtarlar hakem kararına rağmen mahkemeye gidebilmelidir.

– “Sigortacılıkta Tahkim” sistemi yargılamaya değil, uzlaştırmaya dönük şekilde yapılandırılırsa, zaten uyuşmazlıkların büyük çoğunluğu tarafların anlaşmasıyla (istemden vaz geçme veya istemin tamamen veya kısmen kabulü ile) sonuçlanacaktır. Yabancı ülkelerde alternatif uyuşmazlık çözümleme yöntemlerinde tarafların uzlaşma oranı oldukça yüksektir. Yüzde doksanı dahi bulmaktadır. Geriye kalan düşük orandaki hakem yargılamasına konu olmuş uyuşmazlıkta ise, verilen hakem kararının bağlayıcı sayılmaması ve tahkim prosedürünü başlatan tarafa mahkemeye başvurma hakkının tanınması çok da önemli değildir. Buna karşılık sigortacının hakem kararı ile her durumda bağlı sayılması düşünülebilir.

Tahkime tabi uyuşmazlıklar bazen çok çizgi dışı olabilmektedir. Bu gibi hallerde hakemlerin aslında yetkileri dâhilinde bulunmasına rağmen, uyuşmazlığın devlet mahkemelerinde karara bağlanması yönünde karar oluşturmalarına izin vermek uygun olur. Diğer taraftan, (şu anda olduğu gibi) hukukçu olmayan hakemlerin görev yapmasına izin verme seçeneğinde hakemler bilirkişiye başvuramamalıdır. Bilirkişi görevlendirme ancak hukukçu hakemlerin teknik konularda destek alma ihtiyaçlarını karşılamak bakımından makuldür.

Sonuç olarak, “Sigortacılıkta Tahkim” yukarıda değindiğimiz yönlerden köklü bir reforma tabi tutulmalı ve yeniden yapılandırılmalıdır. O zaman bu yararlı kurumdan çok daha geniş ve tatmin edici biçimde yarar sağlamamız mümkün olacaktır.