“Sızlıklardan havalanan…”
(Akşam mahalle kahvesi…)
“USTA iş çıkışı felaketti trafik Levent – 4. Levent arası, yarım saatten fazla sürdü geçmem!”
“Oğlum, bin defa söyledim sana, Zincirlikuyu’dan Metrocity’e kadar en sağdan git, sonra Gültepe’ye gider gibi yapıp Kanyon hizasında son anda sola kır; ışıkları geçince önce FSM’ye gidecek gibi en sağ, viyadük başlangıcında yine sola kır, viyadük üzerinde iken hafiften orta şeride kay, 4. Levent Çarşı girişinden hemen önce de en sol şeride geç…”
Her iş çıkışı yüzlerce araç o bölgede aynı şeyleri yaptığı ve arkadaki tüm araçlar bu cingözlerin sonsuz makaslarının bitmesini beklediği için de kurallara uyan garibim de Barbaros Bulvarı’nda çile çekiyor.
(Otoparklar, servis mekanları, araç yıkama yerleri vs)
Son dönemde neredeyse her araçta yer alan bir erken uyarı sistemi, sürücü (bazılarında önde oturan yolcu da) emniyet kemerini takmadı ise araçta sinir bozucu bir ses yayıyor. Bunu aşmak için de kemeri insansız bağlama çözümünü geliştirdi yurdum insanı. Öyle büyük bir özgüven ki sanki o sırada gelip biri çarpmayacak o araca, ya da öyle büyük bir vicdansızlık ki aracı teslim ettiği sürücü kemeri takmayı unutup bir kazaya kurban giderse o uyanık olay akşamı rahat rahat uyuyabilecek.
(Herhangi bir şirket)
“Hayırlı olsun XYZ, aramıza hoş geldin. Bak sana burada uzun yıllarını geçiren biri olarak abi/abla tavsiyesi, patron giyime kuşama çok dikkat eder, aman hep dikkatli ol bu konuda. Bir de ne olursa olsun onu hiç eleştirme, hep suyuna git…”
İş ne, kurum kültürü ne, müşteriler kimlerdir, çalıştığın kurumun rekabet avantajları, zayıf noktaları hangileridir filan bahseden hiç olmaz. Varsa yoksa tepedeki ile ilişkiler, iki dudak arası kaderler…
(Herhangi bir şirket -devamı)
Fazlasıyla “kurumsallaşmış” bir şirketin ofisinde yönetici yerinden kalkar, odasından çıkar ve açık alanda çalışan ekibinin ortasına dalıp 1-2 çalışana bir şey söyler, sorar; sonra tekrar ekranındaki film eleştirisini okumak için odasına doğru yürürken nedense aklına işle ilgili bir şeyler gelir, çoğunlukla da önemsiz bir şey olur bu, “yarın tahsilatı yapıyoruz değil mi?” gibi anlamsız ve sıfır katkılı bir soruyu sadece kendi ekibinin değil tüm diğer çalışanların da duyacağı şekilde sorar birine. Amaç “Ben buradayım, sekiz saatlik mesainin altısında iş yapmıyor olsam da beni çalışıyor bilin”dir aslında…
(Tüm şehir yolları)
Sabah trafiğinde, Çin Seddi uzunluğunda bir kuyruk halinde bir yerden bir yere giden binlerce aracın içinde bazıları daha önemlidir, bir tekerlik boşluk buldular mı hemen geçmeye çalışırlar öndekini, daha cesurları bunu bazen karşıdan gelen aracın üstüne de sürerek önemlerini Rus ruleti tehditleri ile hissettirirler…
Geçen gün sosyal medyada bir yazı paylaşılmıştı. Köşe yazarı olduğunu tahmin ettiğim kişi birçok şirketin görünür yerlerinde asılı olan “Vizyon/Misyon/Değerler” yazıtlarına dair bence de son derece haklı bir eleştiri kaleme almıştı. “Siz bu göstermelik işleri bırakın da gerçek yaşamlarınızda uygulayın kolaysa bunları..” tarzında bir yazı.
Şimdi gelin de bu ruh hali içindeki, bu adaba sahip, öz, önemli ve kalıcı olanla ilgilenmeden –mış gibi yapmaktan başka uğraşı olmayan insanlara vizyonu, misyonu, değerleri filan benimsetin. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, o andan sonrası ile işi olmayan insanlar ile nereye gidilebilir, ne yapılabilir, bilen varsa da beri gelsin lütfen.
Düşüncesizlik, plansızlık, haksızlık, arsızlık, terbiyesizlik, densizlik, özensizlik…
Artan bir şekilde, boğucu bir ortamda her güne ‘sızlıklar’la başlıyoruz, ‘sızlıklar’a havalanıyoruz; ürkek, şaşkın, karamsar ördekler gibi.
Biliyorum, duyuyorum, görüyorum ama daha da fazlasını yazıp baş ağrısına neden olmak istemiyorum…
Görüşmek üzere…