Radyo günlerinden  sosyal medyaya…

Radyo günlerinden sosyal medyaya…

60’lı yıllardı; benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarım… Radyo, yaşamımızda ulaşabildiğimiz en önemli tutkulardan biriydi. Dün gibi hatırlıyorum; Tarsus’un Hacıhamzalı köyünde yazları ablamın evinde yeğenlerimle birlikte radyoda “Arkası Yarın” ve “Radyo Tiyatrosu” programlarını soluk soluğa dinler, biraz üzerinde konuşur sonra da yatardık.

O programların bize ne çok şey öğrettiğini yıllar sonra anlayabildim. Nobel ödüllü ya da ödülsüz, dünya klasiklerinin aktarıldığı o arkası yarınlar ve tiyatrolar bize sanatı ve edebiyatı tanıtmıştı. Bu benim ileriki yaşlarımda sanata ve edebiyata olan ilgimi tetikleyen, kitap okumamı ve dünyayı tanımamı sağlayan ilk unsur olmuştu belli ki! Ne güzeldi o radyo günleri…

Televizyonla da 60’lı yılların sonuna doğru tanıştık. TRT’nin verilerine göre; 31 Ocak 1968’de Türkiye’nin ilk deneme televizyon yayını Ankara’da Mithatpaşa Stüdyosu’nda Mahmut Tali Öngören’in açılış konuşmasıyla başladı. Haftada 3 gün, üçer saat olarak başlayan deneme yayınları 1 yıl sonra haftada 4 güne çıktı. 1970’te İzmir Televizyonu, ardından 1971’de İstanbul Televizyonu faaliyete geçti. 1969’da astronotların Ay’a ayak basmaları ve Zeki Müren’in Ankara’da verdiği konser televizyon ekranından yansıdı.

SİYAH BEYAZ TEKNOLOJİ

Dünyada renkli televizyon çağına geçildiği yıllarda, Türkiye’yi siyah beyaz teknolojiye mahkûm edenler kimlerdi bilmem, ama TV de hayatımıza en azından “Telesafir” kavramını kattı. TV yayını başlamıştı, ama her ailenin televizyon alacak gücü yoktu, öyle olunca da insanlar televizyonu olan komşularını ziyaret ederek TV yayınlarını izlemeye başladılar. Hele o dönemdeki “Telesafir” mizahı, bir ayrı güzeldi…

Televizyon uzun yıllar devlet tekelinde TRT aracılığıyla yayın yaptı. Ama hakkını yemeyelim, zaman zaman yayın kesilip görüntüye “Maşrapa” çıksa da, ekrana gelen iyi programlar da vardı. Müjde Ar’ı, Uğur Dündar’ı o televizyonda tanıdık.

Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu illerinde yaşayan akranlarım hatırlar; o dönemde Şam Televizyonu’nun yayın süresi TRT’den daha uzundu. TRT yayını bitince onu izlerdik ve her gece Suriye Marşı okunmadan önce ekrana bir dansöz çıkardı. TRT, Şam Televizyonu’na mı özendi bilemem, ancak yıllarca sadece yılbaşı gecesi ekrana dansöz çıkarmak gibi bir gelenek yarattı. Bu arada 70’li yıllarda Türkiye’yi kasıp kavuran, Orhan Gencebay’ın öncülük ettiği, Ferdi Tayfur’un iz sürdüğü “Arabesk” fırtınası TRT’nin muhkem duvarlarından içeriye hiç giremedi. Varsın giremesin, arabeskli yıllarımız da güzeldi…

TUTTİ FRUTTİ DÖNEMİ

Gün geldi, devran döndü; Turgut Özal döneminde, oğlu Ahmet Özal ve Cem Uzan Star TV’yi kurarak Türkiye’de TRT’nin yayın tekelini kıran ilk adımı attılar ve ardından ülkemizde pıtrak gibi televizyon kanalları boy göstermeye başladı. Bu süreçte, bırakın ekrana yılda bir dansöz getirmeyi, her gece “Tutti Frutti” aşamasına geçti Türkiye.

TV’deki gelişmeye paralel olarak radyo yayınlarında da korkunç bir patlama yaşandı. Öyle ki; bir dönem radyolara yasak bile geldi, insanlar siyah bantlı eylemler yaparak radyolarını savunmak zorunda kaldı.

SON SÖZ İNTERNETİN

Bu yaşadıklarımıza paralel olarak gelişen bir teknoloji daha vardı. Bilgisayar, internet ve cep telefonu. Bu üçlü günümüzde “İmparatorluğunu” ilan etti. Ancak bu üçlünün geldiği nokta, imparatorluk kavramıyla pek uyuşmuyor. Özellikle internette ‘Sosyal medya’ olarak tanımlanan paylaşımcı ortam imparatorluktan ziyade özgürlükleri öne alıyor ve fiilen destekliyor.

Facebook yıllardır görüşemeyen insanları yeniden bir araya getirdi ve yeni insanlarla tanıştırdı. Twitter ise her gün milyonlarca insanın görüşlerini açıkladığı, mesajını ilettiği bir portal. Hasılı internet ortamı yani sosyal medya artık yaşamımızın ayrılmaz bir parçası oldu…

Ama bana sorarsanız cevabım şudur; ben unumu eledim, eleğimi duvara astım; sosyal medyayla hiç işim olmaz, çünkü “Delikanlıyı” bozar! Alengirli iş. Sağlıcakla kalın.

 

Yorum yazın