Penaltı & kırmızı kart
MAÇIN henüz başı. Rakip takımın infaz timinden Uruguaylı olanı soldan ceza alanına giriyor, son defans oyuncusundan da kurtulduğunda pozisyon ve zamanlama hatası yapan kaleciye takılıp yere düşüyor. Kırmızı kart ve as kaleci oyun dışı. Adı sanı duyulmamış ikinci kaleci giriyor oyuna. Hiç ısınamadan kaleye geçiyor ve oyuna girer girmez ilk görevi penaltı atışını kurtarmaya çalışmak; üstelik de penaltıyı atacak olan henüz birkaç gün önce 5. kez “Altın Top” ödülünü kazanmış olan Arjantinli…
Yaşam böyle bir şey. Bazen çok öngörülebilir ve sıkıcı. Bazen de hiç beklenmedik şeylerin olduğu ve bir o kadar da adrenalin dolu bir deneyim.
Girişteki örnek olayda da yaşandığı üzere kimin, ne zaman, ne ile karşı karşıya kalacağı belli değil. Üstelik ön plana çıktığında, direksiyona geçtiğinde, ya da umduğundan daha fazla sorumluluk aldığında karşında ne olacağını da seçemiyorsun. “Penaltıyı o değil de herhangi biri atsın” deme lüksün yok kısacası.
Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir makalede kişilerin orta yaş sonrası beklenmedik gelişmeleri daha kolay kabullendikleri bunun da aslında olgunluğun bir özelliği olduğundan bahsediliyordu. Yani gençken tepkiselliğin ve baş kaldırmanın nedeni olarak deli kan görülüyorsa, belli bir yaştan sonra deli olmayan, akıllı bir kan mı bu geniş yürekliliği sağlayan? Sanmıyorum. Ya da en azından sadece yaş kaynaklı bir durum olduğunu düşünmüyorum bunun. Bu davranışın içinde akıl olduğu kesin, yaş olarak görece büyük kişilerde olmasının sebebi de deneyim, çok görmüş, duymuş olmak.
6 yaşında senfoni yazmak ya da 12 yaşında üniversiteye başlamak gibi istisnai olayları dışarıda bırakalım. Hatta özellikle son 15-20 yılda sıkça gördüğümüz teknoloji ve internet destanlarını da ayrı bir yerde tutalım. Bunların dışındaki tüm başarı hikayeleri deneyim ve akıl ikilisi ile birlikte oluşmuş. Deneyimin senin kendi deneyimin olmasına da gerek yok, aile şirketinde taze göreve gelen okumuş bir genç kuşak, ya da üniversitelerin araştırmaları ve çalışmaları üzerine endüstriyel işler yapan görece genç iş insanları, bir sorun etrafında toplaşan ve farklı kesimlerin verileri ve desteği ile çözümler üreten sivil toplum örgütleri akıllarını başkalarının deneyimlerini birleştirip toplumu ileri götürenler değil mi?
Hem işim hem de yaşamım ile ilgili çok hoşuma giden bir yabancı kelime var; “Contingency”. Dilimize “olasılık”, “beklenmedik durum / olay” gibi çevrilebilir. Öte yandan çevirisi olan tüm kelimelerden daha güçlü olan yanı da bu olasılığın gerçekleşmesi, beklenmedik durumun olması sonucu birilerinin bu olaydan bir şekilde etkilenecek olmaları, ki bu özelliği ile de işimin en önde gelen ve konuşturan özelliklerinden biri.
Pazar sabahı herkes evinde uyurken kar yağması sadece bir olasılık ama o kar nedeni ile gerekli donanım ile yola çıkmayan araçların ulaşımda yarattığı keşmekeş bir contingency; kar yağması yine bir olasılık ama herkesin klimalara ve elektrikli ısıtma cihazlarına yüklenmesi sonucu zaten yetersiz olan şebekenin çökmesi bir contingency.
Vurgulamaya çalıştığım üzere aslında beklenmedik durumların büyük çoğunun önüne geçmek, ya da en azından etkilerini azaltmak olası ama akıl gerek, deneyim ve gözlem gerek, düşüncelilik ve öngörü gerek. Bu, yaşla olduğu kadar görgü ve eğitim ile, sorumlu ve vicdanlı bir toplum ile ve dayanışma duygusu ile olabilecek bir şey. Yoksa azınlık denebilecek kadar bir insan yaşamın her olumsuz ve beklenmedik şeyine kendisini hazırlasa bile gündelik yaşamlarda neredeyse her gün yaşanan bu sıra dışı durumlarda hazırlıksız olanların düşüncesizliği tüm toplumu olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor ve makro düzeyde sınıfta kalıyoruz.
“Yaşam, siz başka planlar yapmakla meşgulken başınıza gelenlerdir” demiş Allen Saunders. Öyleyse hem planlar yapmaya devam edeceğiz, hem de her türlü beklenmedik duruma karşı hazırlıklı olma kültürünü kazanacağız, umarım…
Görüşmek üzere.