Bostan korkuluğu

YILIN ilk yazısını bostanlarda su çeken dolap beygiri ve onların gözüne takılan at gözlüğü üzerine kurgulamıştık.
Bir taraftan eskiye dönüp çocukluk yıllarımızı yâd ederken; diğer taraftan da ‘dolap beygiri gibi dönmek’, ‘at gözlüğü takmak’ gibi deyimlerin ne anlama geldiğini açıklamaya çalışarak, TEOG sınavına girecek evlatlarımıza yardımcı olabilmenin huzuru içinde yazımızı bağlamıştık. Tabii dinleyen söyleyenden arif gerek; yazıdan çıkacak kıssadan hisse alabilmek de okuyucuya ait…
Madem söz bostandan açıldı, ‘Üç dönüm bostan, yan gel yat Osman’ demeyelim ve bu yazımıza da bostanla devam edelim.  Biz yaşımız nedeniyle İstanbul’da yaşayan ama ‘bostan nedir?’ sorusuna cevap verebilecek şanslı azınlık içinde yer alıyoruz.
Metropolde doğup büyüyen zamane çocukları maalesef hayatlarında bostan nedir görmemişlerdir. Kısaca açıklayalım; bostan özellikle kavun, karpuz tarlası demek. Türkçemizde kavun ve karpuzun kendisine de bostan deniliyor ama genel olarak çeşitli sebze yetiştirilen büyük bahçeler bostan olarak adlandırılıyor. Bir de üzüm yetiştirilen yerler var; onlara ise bağ deniliyor. Günümüzde sebzelerin serada yetiştiği bilgisiyle büyüyen çocuklarımıza bu önemli bilgiyi aktardıktan sonra onların daha da şaşıracakları bir bilgiyi daha vermeyi bir görev addediyorum.
Çocuklar biliyor musunuz, bu bostanlar eskiden şehrin çok yakınında, hatta şehrin içinde olurdu. Bahçe ya da bostanlar daha çok sulanabilir arazilerde kurulur, geçen sayıda yazdığım dolap beygirleri de bu bostanda dolanıp su çekerek beşeriyete hizmet ederlerdi. Bu bahçelerde yetiştirilen sebze ve meyvelere hiçbir kimyasal gübre ve ilaç verilmediğinden mahsul çok lezzetli olurdu.
İnanmayacaksınız ama benim çocukluğumda ve erken gençliğimde İstanbul’da birçok bostan vardı. Çocukluğumun geçtiği Dragos’un etekleri, Cevizli sahili göz alabildiğine bostanlıktı. İlkokulu okuduğum Bostancı semtinde birçok bostan ve bahçe vardı. Birisinin yerinde şimdi Bostancı gösteri Merkezi var. Ortaokulu okuduğum Kadıköy Ortaokulu’nun hemen yanında yer alan tahta tribünlü Fenerbahçe Stadı’nın hemen arkası kışın lahana ve pırasa yetiştirilen bahçelik, bostanlıktı. Günümüzde de çok hıyar yetişiyor ama İstanbul’un en iyi hıyarı Langa bostanlarında ve Çengelköy bahçelerinde yetişirdi. Kuzguncuk ve Yedikule bostanları önemli üretim alanlarıydı. En son örneklerinden biri Beylerbeyi bostanlarıydı. Çok dayanamadı, modernleşme furyasında yerini villalara bıraktı. Eski sulama kuyularının yerinde şimdi yüzme havuzları var. Havuzdan çekilen sularla bahçe çimleri sulanıyor mu onu bilmiyorum, tek bildiğim oralarda dolap beygirlerine iş kalmadığı. Son bildiğim bostan, Yukarı Göztepe E-5 yolu üzerinde üç beş dönümlük bir arazi üzerinde hala şehirleşmeye direnen bir bostan. Bu şehirleşmeye ne kadar direnecek bilmiyorum.
Biz bostan bilgimizi biraz daha derinleştirelim. Bahçe ve bostanların etrafı çalı ya da tel çitlerle çevrilerek beşeri risklere karşı önlem alınırken; kurda kuşa karşı bir önlem olarak da ortalarına bostan korkulukları dikilirdi. Ayrıca bostan sahibi ya kendisi bekçilik görevini üstlenir ya da bir bostan bekçisi görevlendirirdi. ‘Bostan bekçisi’, bostanı korumakla görevli kimse. Bir de Osmanlı’da ‘Bostancı’ var ki aman ola bostan bekçisi ile karıştırılmaya. Bostancı, Osmanlı Devleti’nde sarayda görev yapan Yeniçeri Ocağı’na mensup padişahın yakın korumaları. Her ikisinin de görevi ayrı. Farklı farklı şeyleri koruyorlar. Bizim bekçinin görevi hepimizin anamızdan dinlediği ninnide belirlenmiş; ‘Dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı, yemesin lahanayı’… O kadar.
Beni daha çok ilgilendiren ‘bostan korkulukları’. Bostan korkuluğu, özellikle kuşları ürkütüp ekili ürün veya mahsule yaklaştırmamak amacıyla bağa, bahçeye ve tarlaya dikilen insan kuklası. Eski elbiselerden, saptan samandan, çalıdan çırpıdan yapılan bir kukla. Görevi çok zor: Issız tarlada dikilip kargayı ürkütmek. İlk başta görevini yapıyormuş gibi görünmekle birlikte zaman içinde fos olduğu ortaya çıkıyor. Bir bakıyorsunuz bir yıl sonra şapkasının altına kargalar yuva yapmış, bizimki mandıra filozofuna dönmüş. Ne gam, bostan babasının malı değil ki… İşte bu nedenle hiç bir işe yaramayan, olanı biteni izleyip tepkisizce ve manasızca bakınan insanlara ‘bostan korkuluğu’ deniyor. Bostanlar yok oldu ama toplumda bostan korkulukları o kadar çok ki… Aman onlardan biri olmayın.

Yorum yazın