Nereden nereye…

YARIM asırdan fazla bir süre önce ilkokuldayken elimizde sefer tası taşırdık. Sefer taslarının içeriği aşağı yukarı aynıydı. Aileler, Allah ne verdiyse tencerede kaynayan yemeklerden iki tas çocuklarına koyar; çocuklar da öğle yemeklerinde öğretmenleri veya görevliler yardımıyla okulun yemekhane olarak kullanılan bölümündeki kuzineler üzerinde yemeklerini ısıtır ve kemal-i afiyetle yerlerdi.
Kemal-i afiyetle yerlerdi dediğime bakmayın, taslarda çoğunlukla lahana, pırasa, ıspanak gibi orta halli toplumun geleneksel yemekleri yer alır, çocuklar biraz da öğretmen zoruyla sevmedikleri bu yemeklerini yerler ve sıra meyve faslına gelirdi.
Gelir düzeyi açısından toplumda bugünkü gibi uçurum olmadığından tasların muhteviyatı aşağı yukarı aynıydı ama sıra meyveye gelince durum farklıydı. Durumu ortanın bir tık üzerinde olan bazı aileler bazen gaflete düşer, sefer tasının yanına bir muz koyar ve toplumun dengelerini altüst ederdi. O zamanlar ananas, kivi, mango, pamelo gibi harici meyveler henüz tezgâhlarda yer almadığından muz en lüks meyve sayılırdı. Bu nedenle, alenen toplum içinde tüketilmesi diğer çocukların imrenmesine ve bilhassa erkek çocukların bir yerlerinin şişmesine sebep olur endişesiyle asla ve kat’a okula sokulmasına izin verilmez, durum elma ve portakalla geçiştirilerek, toplumda sosyal dengelerin oluşturulmasına hassaten gayret sarf edilirdi.
Bakmayın siz şimdi muzun bildiğiniz hıyardan ve patatesten ucuz satıldığına, o zamanlar meyvelerin kralıydı, kralı… Ama öyle hop diye okula getirilmesine de göz yumulamazdı.
Sosyal dengelerin sağlandığı diğer birkaç tüketim maddesi vardı ki onlar da Marshall yardımından sağlanan süt tozundan yapılan süt ile onun türevi olan sütlaç, bir de teneke peyniriydi. Kuşluk vakti, ders arasında, dilimlenmiş kızıla çalan teneke peynirleri çocuklara eşit miktarda dağıtılır ve süt tozundan yapılan süt veya çok sulu bir sütlaç ile tüketilmeleri sağlanırdı. Haa bir de balık yağı vardı ki orasını hiç deşmeyin.
Bizler henüz Marshall yardımının karşılığında Köy Enstitülerimizden vazgeçmek zorunda bırakıldığımızı bilmiyorduk. Ama olsundu, toplum daha fazla tüketmeye hazırlanıyordu.
Gençleri bilmem ama yaşıtlarım anlamışlardır, 1950’li yılların sonlarından bahsediyorum. Sonra ne oldu ne bitti anlamadan kendimizi vahşi tüketimin tam göbeğinde bulduk. Nereden nereye…
Lafı uzatmayalım, nereden nereye geldiğimizi yaşanmış bir örnekle anlatalım, anlatalım da niye bu hale geldik bir düşünelim.
Toplum yeni bir yüzyıla başlamış, 2010’lu yılların ortalarına yakın bir tarihte ismi lazım değil gıda ağırlıklı satış yapan bir alışveriş merkezindeyiz.
Bu tip yerlerde gıda tanıtım amaçlı ufacık stantlar açılıyor. Bir köşede çorba kaynatan bir hanım dikiş yüksüğü boyutundaki kaplarda çorba tanıtımı yaparken, başka bir köşede bir hanım kız tavla zarı büyüklüğünde kestiği peynirleri kürdanlara saplayıp müşterilere ikram ediyor. Öbür köşede dondurmacı, beri köşede çiğ köfteci Gulliver’in cüce hali için hazırladıkları porsiyonları gurme halkımıza sunuyorlar.
Benim köşem sucuk köşesi. Mikron kalınlığında kestiği sucukları bir elektrik ızgarasında kızartan hanım kızımız, kürdana taktığı sucukları sıradaki müşteri adaylarına dağıtıyor. Diğer köşelere göre bu sıra daha uzun. Sırada kucağında bebeği olan bir anne ile dört beş yaşlarında olduğunu düşündüğüm oğlunu elinden tutan babadan oluşan bir aile var. Sucuklar kızarıyor, aile sabırsızlıkla sıranın kendilerine gelmesini bekliyor ve sıra geliyor. Hanım kız kürdanın ucundaki sucuğu babaya uzatıyor, çocuk yuvadaki kuş misali ağzını açıyor vee… Baba elindeki kürdanı küt diye kendi ağzına atıyor, mutlu halde sucuğu hissetmeye çalışıyor. Çocucak şaşkın, basıyor yaygarayı. Tabii iş anneye düşüyor ve olaya el koyuyor, basıyor tokadı çocuğa. Arkadan eğitim geliyor; bu sana ders olsun babana bile güvenme, hakkını kimseye yedirme. Git oradan sucuğu al.
Olay bu kadar. Şimdi bu çocuğu alalım; okula gidecek, ilk, orta, lise belki yüksek öğrenim görecek. Belki işçi, şoför, esnaf, tüccar olacak. Belki memur, şef, müdür hatta genel müdür olacak, belki siyasete atılacak. Ömrü boyunca anasından aldığı dersi hiç unutmayacak.
Biz bu değildik ama…
İşte nereden nereye geldiğimizin resmidir.

Yorum yazın