Neler yiyoruz (1)

GEÇEN gün bir marketin balık reyonunda gördüm. Bilenler bilir, havyar (siyah) kutusu tipiktir. Baktım, Rusça ve Kiril harflerinin taklidi İngilizce ‘chaviar’ yazıyor kapakta. Bir de mersin balığı resmi. Altında da, “original product of Russia”yazmışlar. Karadeniz’de mersin balıklarını bitirdik şükürler olsun.
Ruslar, Azeriler ve İranlılar uyanıklık yaptılar, Hazar Denizi’nde balığı yakalayıp ameliyatla yumurtasını alıp, balığı geri bıraktılar. Biz Türk usulü çalıştık, balığı da, yumurtayı da yedik.
Kavanozdan gördüğüm kadarıyla siyah inci taneleri parlıyor, tıpkı havyar. Satıcıya sordum, “bu mersin balığı havyarı mı?”, “evet abi” dedi. “Neden ucuz?” “Rusya’dan geliyor abi, Hazar havyarı.” Kavanozun altındaki etiketi de okumalı. Derin bilgiler var orada.
İçindekiler: Okyanus balık bulyonu (uskumru), Tuz, Zeytinyağı, Pektin E211, Sodyum benzoat. E202, Potasyum Sorbat, Doğal renk E153. Muhteşem, değil mi? Sen uskumruyu al, parçala, minik toplar yap, siyaha boya, koruyucu kimyasallarla harmanla ve elaleme havyar diye kakala. Satan adamın haberi yok.
Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor. Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor.
Kayseri’nin en ünlü mantıcısına götürdüler, Kaşıkla diye bir yer. ‘Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mübarek. “En iyi Kayseri mantısı burada.” Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya. Bir ay sonra, baktık mantı acılaşmış. Et mi bozuldu, bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı. Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya. Bir bilgi daha: O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlenmesine yol açıyor. Onlara “gıda gazı” diyorlar. Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda  inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını  önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı  veriyorlar  ki, hep taze, kıpkırmızı görünsün raflarda. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neler yediğinizi.
Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bize  kadar geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de 3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hâlâ kütür kütür. İyi ama, nasıl?
Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:
Dane büyüklüğünü artırır, dane ağırlığını artırır, dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir.
Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir, dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, kullanım dozu yükseldiğinde sofralık  üzümlerde hasadı geciktirir. Raf ömrü uzar.
Nedir bu? Sitokinin.  Büyüme hormonu. Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler benim çocuk erken kıllanıyor diye şikâyet ediyorlar.
Adana’da  yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara. Şoföre soruyorum “Bozulmuyor mu bu sıcakta süt?” “Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”
Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal. Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor. Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor.
Yukarıdaki bilgiler Sivil Toplum Geliştirme Programı Yöneticisi Ziraat Mühendis  Sunay Demircan’ın internet  blog’undan derlenmiş olup kurgusu bana aittir.
Gelecek ay Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış yiyecek müesseselerinde çalışan GIDA MÜHENDİSLERİ’nin bağlı oldukları ODA aracılığı ile internetten yaydıkları içler acısı olayları sunacağım sizlere. Ellerinden bir şey gelmeyen, vatandaşlarının sağlığından endişe duyan gençlerin feryadı. İbretle okuyacaksınız.

Yorum yazın