Gözlüksüz
SEKSENLİ yılların başlarında Nilüferin bir şarkısı dillerde dolaşıyordu; ‘Dünya Dönüyor’. Şarkının sözleri şöyle başlıyordu;
Dünya dönüyor, sen ne dersen de
Yıllar geçiyor, fark etmesen de…
Tabii ki dünyanın döndüğünü ilk fark eden Nilüfer değildi. İnsanlığın ve bilimin ortaya çıkmasından bu yana dünyanın döngüsü üzerine çok kafa yoran hatta bu yolda kafalarını kaybedenler olmuştur. Şurası kesin ki dünya gerçekten dönüyor. Dünyanın dönmesiyle ‘zaman’ gibi anlaşılması ve anlatılması güç, karmaşık ve soyut bir kavram ortaya çıkıyor. Zaman kavramı bizi günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllarla tanıştırıyor.
Yine bir başka şarkıda dile getirildiği gibi günler, haftalar, aylar, mevsimler ve yıllar akıp geçiyor ve zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi akıp gidiyor.
Nilüfer de şarkısında bu kavrama değinmiş. Ancak, yaşı itibarıyla şarkıda söylediği gibi yılların hızla geçtiğinin farkında olup olmadığından emin değilim. Tıpkı benim ve akranlarımın farkında olmadığımız gibi. Nasıl farkına varalım, o yıllarda biz de genç yaş grubunda sayılıyorduk.
Biz gelelim şu dünyanın dönmesi meselesine. Evet, dünya dönüyor; hem de iki türlü. Birincisi kendi etrafında, batıdan doğuya doğru. Bir tur atıyor hooop, bir gün geçiyor. İkinci dönüş ise güneşin etrafında. O biraz daha uzun sürüyor. Tam bir tur tamamlanınca bir yıl geçmiş oluyor.
Biz ne dersek diyelim milyarlarca yıl bu döngü devam ediyor. Dönüşünü yavaşlatmak, hızlandırmak, durdurmak kimsenin aklından bile geçmez. Evrenin düzeni bu minval üzerine kurulmuş. Milyarlarca yıl bu böyle sürüp gidiyor. Bizler de bir vesileyle bu döngü içinde yerimizi alıyor ve daha sonra vademiz dolunca da turumuzu tamamlıyoruz.
Kısacası dünya, gelişli gidişli bir dünya. Her şeyin bir ölçütü var. Zamanın ölçütü ise dakika, ama biz dünyada kalmamızın ölçütünü yıla bağlamışız. Her bir yıl, bir yaşımızı temsil ediyor ve yıllar geçtikçe biz yaşlanıyoruz. İşte bunun için asıl mühim olan yılların geçtiğinin farkına varabilmemizde. Gençlik yıllarında ise bunun farkına varabilmek çok kolay değil.
Bunları niye yazıyorum? Dünyamız bir turunu daha tamamlamak üzere de ondan; bir yıl daha bitiyor.
Yaşlı dünyamızın dönüşünü dönme dolaba benzetmek de mümkün, ya da bostan dolaplarına…
Dönme dolaplar dikine oluşturulmuş bir çark içinde dönen, luna parklarda, bayram yerlerinde eğlence aracı olarak kullanılan bir araç. Tamamen eğlence amaçlı.
Bir de bostan dolapları var. Bostanların sulanması amacıyla kullanılıyorlar. Günümüzde kullanılıp kullanılmadığını bilmiyorum ama benim çocukluğumda civarımızdaki bostanlarda bostan dolapları vardı. Sakiye, ya da bostan dolabı olarak da bilinen bu düzeneklerle kuyu ya da hendeklerden su çekilirdi.
At, öküz ya da eşekler tarafından aynı merkez etrafında döndürülen yatay bir çarkın hareket ettirilmesiyle kuyulardan temin edilen su, arklarla tarlalara bahçelere ulaştırılarak sulama işlemi yapılırdı. Neticede faydalı bir iş.
Çoğunlukla kullanılan hayvan at olur ve bu beygirlerin başları dönmesin, mideleri bulanmasın diye gözleri bağlanırdı. Bostan dolabını harekete geçiren bir çarkı çevirmek mazharına kavuşmuş bu hayvancığa dolap beygiri denirdi.
Gözleri kapalı olarak doğru yolda yürüdüklerini zanneden bu hayvancıklar aynı dünyanın kendi etrafında döndüğü gibi kısır bir döngü içinde hiç itiraz etmeden döner dururlar ve hiçbir şeyin farkına varmadan insanoğluna hizmet ederlerdi.
İşte bunun için hiçbir şeyin farkına varmadan hep aynı şartlarda ve hiç ilerleme sağlayamadan aynı güzergâhta gezerek; ne kadar iş yaparlarsa yapsınlar yine de olduğu yerden ilerleyememiş insanlara dolap beygiri sıfatı takılmıştır. Gözlerine at gözlüğü takılmış olan bu kişiler hep kendileri yerine başkalarının düşünmelerini beklerler. Unutmamak lazım ki ömür biter, bitmez. Gözlüğü hiç takmamak, ya da takmışsak çok geç kalmadan çıkartmak gereğinin artık farkına varmamız lazım.
Ne diyor Nilüfer? Yıllar geçiyor, fark etmesen de…
Tüm insanların bu farklılığın bilinci içinde gözlüksüz bir yeni yıl geçirmelerini dilerim.