Bodrum – Bodrum
Yokuş başına geldiğinde Bodrum’u göreceksin.
Sanma ki sen geldiğin gibi gideceksin.
Senden öncekiler de böyleydiler.
Akıllarını hep Bodrum’da bırakıp gittiler…
BAŞLIKTA adını yazdığımın dışında kim bilir daha kaç tane şarkıya; adının duyulup son derece meşhur olmasının müsebbibi Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın yukarıda not ettiğim şiiri dışında kim bilir daha kaç şiire ilham kaynağı olmuş bu belde hakkında, hiç denecek kadar az bilgi sahibiyim. İşimin gereği olan “acente toplantıları” sebebiyle iki defa gittiğim otellerden, yoğunluğum nedeniyle başımı çıkarıp dışarı bakamamışımdır. İsmi lâzım olmayan bir zatın Malta bayraklı yatı ile iki gün süren “teselli maksatlı” mini mavi yolculuk ikramı için gittiğimde de, havaalanı-marina-havaalanı programı dışında bir şey görmedim. Eksiğim kalmasın bir gece de Antalya’dan başlayıp İzmir’de biten, karadan bir “iş turu” sırasında da bir gece konaklamışlığım vardır.
O gece Barlar Sokağı’nda buluştuğum bir arkadaş, sohbet sırasında “Yazın bu sokaktan, sidik kokusundan geçilmez” demişti. Bodrum hakkında tek bilgim!.
Tüm bu nedenlerle, nice şiirlere ve şarkılara ilham kaynağı oluşunun “esbabı mucibesini” anlamam mümkün değil. Çeşme, Kuşadası, Urla, Alaçatı, Foça, Dikili, Ayvalık, Asos gibi o sahil şeridimizdeki beldelerden biridir derim.
Bodrum’da M.Ö. inşa edilen 7 km.lik surlardan Mindos kapıları ile antik tiyatro kalıntılarının yok olmak üzere olduğunu; 1856 – 1857 yıllarında Sir Charles Thomas Newton adındaki muhterem (!) in yaptığı kazılarda çıkardığı dünyanın 7 harikasından biri olan Mausoleion Anıtı’nı Londra’ya taşıdığını ve bir bölümünün, British Museum’da sergilenmekte olduğunu, Sayın Güngör Uras’ın geçenlerde rastladığım bir yazısından öğrendim.
Keza, 1923 yılında yapılan bir mübadele ile çevrede yaşayan Rumların Girit’e gönderilip gelen Müslümanların Rumlardan boşalan evlere yerleştirildiğini, gelen muhacirlerin yerli halkla zaman içinde kaynaşarak Bodrum’da ekonomik ve sosyal yapının değişmesinde etkili olduklarını, süngercilik ve benzeri gibi işlerle denizden yararlanmayı ve ilerleyen yıllarda mandalina yetiştiriciliğini de onlara öğrettiklerini aynı kaynakta okudum.
Bilmem bilmem desem de, birçoğunu iyi tanıdığım, yukarıda ilk aklıma gelenleri bir çırpıda sıraladığım sahil beldeleri de Bodrum ile benzer nitelikler taşımaktadırlar. Coğrafi, kültürel ve arkeolojik yapıları birbirinin hemen hemen aynıdır. Bodrum’un farkı Halikarnas Balıkçısı ile başlayan tanıtımın sonunda bir modaya dönüşmüş olmasıdır. Bu modaya uymak isteyenlerden gelen talep sonunda plânsız, altyapısız şehirleşerek Balıkçı’nın beldesi olmaktan çıkmış ve şuursuz yapılaşma ile hiçe sayılan “dere yatağı” efsanesinin sillesini yemeye maalesef başlamış olduğunu ise bilirim.
Bu moda, şarkılara şiirlere ilham kaynağı olmak gibi masum ve zararsız olaylar dışında, olumsuz hadiselere de sebebiyet vermiştir.
Hatırı sayılır bir portföye sahip olan sigorta acentesi bir dostumuz, bu portföyü ve sahibi olduğu, Kızıltoprak merkezde bir apartman dairesini bir sigorta şirketine devredip hesaptan artan miktarı sermaye yaparak, Bodrum’da otel işletmeciliğine başladı. İlk yıl ısınma turları ile geçti ve tabiî ki zararla kapandı. Takip eden sezon için dış bağlantılar ve rezervasyonlar yapılması ümitlendirdi. Ancak, turizm mevsiminde inşaat yasak olmasına rağmen, komşu parselde devam eden inşaatın gürültüsü, rezervasyonların iptaline ve dostumuzun maalesef iflâsına sebep oldu. Ne ilktir ne de son, kim bilir?..
Her moda gibi Bodrum modasının da son birkaç yıldır zayıflamaya başladığı görülüyor. İzmir’in eski sayfiyesi Çeşme ve sörfçülerin mekânı Alaçatı Bodrum’a rakip oldular bile… Bana göre hava hoş, sevenler düşünsün… “Kedi uzanamadığı ciğere mundar der” diyeceklere de selâm olsun.
Bu yazı, Bodrum sevdası yüzünden dostlarını ihmal eden Faruk Kaptan’a ithaf edilmiştir…