Bir İstanbul sevdalısının gezileri
SEVGİLİ sigortacı dostlar, insan emekli olunca zaman kavramı bir anda değişiyor. Sabah kalktığınızda ne tıraş olma, ne kahvaltı, ne resmi giysi ne de acaba trafik nasıl sorunları ile yüz yüze değilsiniz. Üstelik ne toplantı ne yeni hedefler ne sapmalar ne müşteri kaprisleri ne de yönetim ilişkileri sorununuz var. Evet sigorta hasar uzmanı olunca fiilen emeklilik olunmuyor ama yukarıda saydığım stres kaynakları da olmuyor. İstediğiniz zaman çalışıp istediğiniz zaman yan gelip yatabiliyorsunuz.
Ancak yan gelip yatmak da bir yere kadar. İstanbul gibi bir yerde yaşıyorsanız yıllardır içinizde biriktirdiğiniz gezme ve keşfetme duygusunu hayata geçirmeniz kaçınılmaz oluyor. Artık trafiğe uygun zamanlarda dışarı çıkmak şartı ile tüm park ve bahçeler sizin emrinize amade oluyor.
Mevsimler mi değişiyor, iklim mi değişiyor, küresel ısınma mı artıyor; kim ne derse desin artık yaz sıcakları çekilmiyor. Uzun süre evde kalıp “avare İstanbul gezilerinden” mahrum kalınca sanki İstanbul bize darılıyormuş gibi geldi bana. Bazı dostlar diyebilir ki “Hepsine evet bir de yaşlar gidiyor, ondandır sıcakların dayanılmaz hafifliği”… Sağlık olsun ne yapalım?
Ne olursa olsun doğa yarattığı insana kıyamıyor insanlar ona kıymış olsa da… Serin yağmurlar ile geldi güz günleri…Yeniden canlandı hücrelerimiz İstanbul’un gizemli köşelerini bulmak için… Her tür yıkıma karşı İstanbul yaratıyor, büyütüyor, saklıyor yaşamın filizlerini Boğaz’ın içinden kenarından yeşile sevdalı çamların arasından…
Bugün işte o gizemli saklı bahçeleri dolaştık. Hava esintili, hava serin hava gezin diyor benden size izin. Gezin görün ki, sonraki kuşaklara anlatacak bir şeyler olsun bin bir gece masallarına örnek… Ve yazın ki, Roma’nın, Bizans’ın, Osmanlı’nın tüm dünyadan kıskandığı ve
Şair Nedim’in;
“Bu Şehr-Sitanbul ki bî mislü behâdır
Bir Sengine Yek Pare Acem Mülkü Fedadır”
dediği İstanbul’u uzun yıllardır beton diye bir taşa boğanları tanısın sonraki kuşaklar… Ki onlar açgözlüydüler, sevgiden, sevdadan, insan gibi insan olmaktan uzaktılar. Biz de bugün uyduk İstanbul’un gizemli sesine ver elini Anadolu yakası Boğaz sırtları… Ve benim için ne büyük sürpriz oldu bu güzel gezi…Çocukluk anılarım içinde önemli bir yer tutan o muhteşem köşkün bahçesinde yudumladık kahvelerimizi… 50 yıldır unutamadığım sokak ismi… Birinci Nacak Sokak Paşalimanı-Kuzguncuk…
Köşke baktım restore edip cafe yapmışlar… Anılar, anılar, anılar…Ben miydim şu an baktığım köşkün en üst katta misafir odasında günlerce hiç bahçeye inmeden İstanbul’u seyreden… Köşkün orta katında kullanılmayan bir oda vardı bir gün can sıkıntısından kitap ararken kiler benzeri bir odaya girdim… Aman aman her yer silme kitap dolu… Ancak eskimiş kitaplar, bir kısmı yerlerde. En üstteki kitaplardan birkaç tane birden aldım… Üçünü de bir solukta okumuştum… Sonraki yıllarda anladım Türk sinemasının senaryo kaynaklarını… Okuduğum kitaplar: Kerime Nadir, Ethem İzzet Benice, Muazzez Tahsin Berkand… Gözyaşı sel gibi…
Bu üşüşen anılar siyah beyaz bir filmin parçası mıydı yoksa hepsi hayal mi? Nerede acaba şimdi köşkün alt katında oturan Selim Amcalar nerede içten samimi çocukları… Dalıp gitmişim köşke bakarken… Ancak bazı şeyleri zaman dondurmuş gibi… Köşkün önündeki selvi sanki hiç ama hiç değişmemiş, aşağı mahalleden görünen evlerin boyaları bile aynı renk… Güzel İstanbul, Fethi Paşa korusunun yaşlı çamlarının yorgun dallarında ne hatıralar gizli kimse ile paylaşmadığın… Eylül, hazan ve İstanbul’u gezmeye devam.