
“Araç maliki işleten sıfatını taşımalı”
Kanımızca araç maliki işleten sıfatını taşımalı ve sahibi olduğu
aracın verdiği zarardan her durumda sorumlu tutulmalıdır. Aracın
trafikte kullanılması hususunda söz sahibi olan malikten başka
kişiler de kanımızca malikin sorumluluğuna ilişkin hükümlere
göre sorumlu olmalıdırlar.
13.10.1983 günü kabul edilen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (RG 18195/18.10.1983) 40 yılı aşkın süredir yürürlükte bulunmaktadır. Kaynağı 1958 tarihli İsviçre Karayolları Trafik Kanunu (LCA= Loi sur la circulation routière) olan bu kanunun (kısaca KTK) sorumluluk ve sigortaya ilişkin hükümleri ülkemizde en fazla uygulanan hükümler arasındadır. KTK’nun yasalaştığı günden bu yana Türkiye trafik kazalarının yol açtığı zararların tazmini konusunda oldukça kapsamlı bir deneyim edinmiştir. KTK hükümleri hem kaynak İsviçre hukukunda hem de ülkemizde zaman içinde bazı değişikliklere uğramıştır. Belirtmek gerekir ki İsviçre bu alanda bizden daha başarılıdır. İsviçreliler ihtiyaçlar doğrultusunda ve uygulamada saptanmış olan aksaklıkları ortadan kaldırmak için LCR’de olumlu yönde birçok değişiklikler öngörmüştür. Bunların çoğu Türkiye’de söz konusu değildir. Bizde, gerçekleşen yasa değişiklikleri sorun çözmekten çok, yeni sorunlara yol açmıştır.
Bu yazımızda, KTK’da sorumluluk ve sigortaya ilişkin olarak yapılmasının doğru olacağını düşündüğümüz bazı temel değişikliklere ilişkin önerilerimizi sayın okuyucuların takdirlerine sunacağız.
KTK M.3 (İŞLETEN TANIMI)
Başlangıç noktamızın “işleten tanımı” olması gerekmektedir. Çünkü KTK, motorlu araçlarla (bunların işletilmesiyle = karayolunda kullanılmasıyla) ilgili hukuksal sorumluluğu işletene yüklemiştir. Şu anda KTK’da mevcut olan işleten tanımı, kimin işleten sayılacağı hususunda bazı duraksamalara yol açan bir tanımdır.
Fikrimizce işleten çok kısa bir şekilde “aracın trafik sicilinde kayıtlı olan maliki” biçiminde tanımlanmalı ve sorumluluk her durumda (en başta ve mutlaka) araç malikine yüklenmelidir.
Yasa aracın trafikte nasıl kullanılacağı hususunda her zaman malikin söz sahibi (karar verici ve denetleyici) olmayacağını dikkate alarak, malikten başka kimseleri de (kullanma ödüncü, uzun süreli kira gibi) bazı hukuksal ilişkilerin varlığı halinde veya eylemsel olarak araç üzerinde hâkimiyetlerinin bulunması nedeniyle işleten saymaktadır. Bu da uygulamada işletenin kimliğini belirlemede sorunlar yaratmaktadır. Oysa malik, sicilden kolaylıkla saptanabilmektedir.
HUKUKSAL SORUMLULUK VE SİGORTA
KTK’nın “Sekizinci Kısmı” hukuksal sorumluluk ve sigortaya ilişkindir.
- İşletenin hukuksal sorumluluğu ve aracın trafikte kullanılması hususunda söz sahibi olan işleten dışındaki kişilerin de işleten gibi sorumlu tutulması
İşletenin hukuksal sorumluluğu esas olarak KTK m.85 fk.1’de düzenlenmiştir. Buna göre “bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın işleteni ……..doğan zarardan sorumlu olur”. (KTK “işletenin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin” sorumluluğunu da düzenlemekte ise de, otobüs işletmeleri ile ilgili bulunan bu sorumluluk bu yazımızda (okuyucuya kolaylık sağlama amacıyla) hiç dile getirilmeyecektir).
Yasada motorlu araç işletmenin başkalarına zarar verme tehlikesi doğuran bir etkinlik olduğu düşüncesinden hareketle, ağır bir sorumluluk rejimi benimsenmiştir. KTK m.86 işletenin sorumluluktan ancak aracın trafiğe çıkarılması ile meydana gelen zarar arasındaki nedenselliği keseceği kabul edilen “mücbir sebep” (önlenemez ve sonuçlarından kaçınılamaz bir olay) ile “zarar görenin veya üçüncü bir kişinin kast yahut ağır kusuru” hallerinde (ve ayrıca araçta bir bozukluk olmamak ve sürücü ile işletenin eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerde bir kusur bulunmamak koşuluyla) kurtulabileceğini öngörmektedir. Bu çerçeve içinde şunu vurgulamak gerekir: İşleten motorlu aracının yol açtığı zararın, aracın işletilmesi (trafikte kullanılması) dışındaki bir nedenden kaynaklandığını (mesela zarar görenin otoyolda ağır vasıtanın önüne intihar etmek kastıyla kendini attığını veya altından geçilen köprünün o anda meydana gelmeye başlayan depremde aracın üzerine çöktüğünü veya kazanın yola ilişkin ağır sinyalizasyon kusuru yüzünden meydana geldiğini) kanıtlamadıkça sorumlu olacaktır.
Kanımızca araç maliki işleten sıfatını taşımalı ve sahibi olduğu aracın verdiği zarardan her durumda sorumlu tutulmalıdır. Bu çözüm araçlarını uzun süreli kiraya verenler ile finansal kiralama şirketlerinin lehine olmayabilir. Bu sayılan kişilerin kira sözleşmesinde (kiracının hâkimiyeti altındaki araçla verilecek zararlardan sorumlu olmaları ve bu sorumluluğun sigorta ile karşılanmaması olasılığı bakımından) kendilerini koruyacak çözümleri öngörmeleri gerekecektir.
Sicilde kayıtlı malikin işleten sayılması uygulamada motorlu aracın yol açtığı kazada zarar görenler için tazminat taleplerini yöneltmede kolaylık sağlayacaktır. Zarar görenler somut durumda kimin işleten olması gerektiği konusunda duraksamaya düşmeyecekler ve kimden istemde bulunacakları konusunda olası yanılgıları önlenmiş olacaktır.
Aracın trafikte kullanılması hususunda söz sahibi olan malikten başka kişiler de kanımızca malikin (işleten sıfatıyla) sorumluluğuna ilişkin hükümlere (tehlike esasına) göre sorumlu olmalıdırlar. Diğer bir anlatışla şu anda KTK’nın benimsediği “malikten başka bir kişinin de işleten olabileceği” çözümü, “malike ek olarak başka bir kişinin de işleten gibi sorumlu tutulabilmesi” şeklinde yeni bir çözüme doğru evrim geçirmelidir. Bunu sağlamak üzere KTK’nun işletenin sorumluluğunu düzenleyen hükümlerine aşağıdaki eklemeler yapılabilir:
“İşleten, maliki olduğu araçla
- Bu araç üzerinde kısa olmayan bir süre için fiili hâkimiyeti bulunan ve aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere trafiğe çıkaranların ve/veya
- Sürücü de dâhil olmak üzere, bunların eylemlerinden sorumlu bulunduğu kişilerin yol açtığı zararlardan sorumludur.
Araç üzerinde kısa olmayan bir süre için fiili hâkimiyeti bulunan ve aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere trafiğe çıkarmış olan malik dışındaki kişiler de zarar görene karşı işletenin sorumluluğuna ilişkin hükümlere göre işletenle birlikte (müteselsilen) sorumlu olurlar.
Araç üzerindeki mülkiyetin başkasına geçirilmesi halinde, işleten sıfatını kazanan yeni malik, aracın maliki olduğu andan sonra bu araçla verilen zararlardan sorumlu olur. Mülkiyeti devreden önceki işleten, aracın devir anına kadar yol açtığı zararlardan sorumlu kalır.
İşleten sorumluluktan kurtulmak üzere araç üzerinde hâkimiyeti bulunan ve aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere trafikte kullanan kişinin kast veya ağır kusuruna savunma olarak dayanamaz.
Bu gibi bir düzenleme ile araç malikinin “başka bir kişinin aracın trafikte nasıl kullanılacağına ilişkin söz hakkını kazanmış olduğu” (kısaca başka bir kişinin işleten konumuna geldiği) gerekçesini ileri sürüp kanıtlayarak zarar görene karşı sorumluluktan kurtulması önlenmiş olacaktır. Fakat bununla da yetinilmemiş ve zarar görenin aracın kullanılması bakımından kısa süreli olmaksızın söz hakkına sahip (aracı kendi kararı doğrultusunda trafikte kullanan) kişinin de işleten gibi sorumlu olması sağlanmış bulunacaktır. Bu ikinci sonucun neye yarayacağı sorgulanabilir ve malikin işleten sıfatıyla her durumda sorumlu olacağı öngörüldükten sonra artık başka bir kişiyi de sorumlu tutmak gereksiz görülebilir. Malikten başka birinin araç üzerinde (trafikte nasıl kullanılacağı hakkında) söz sahibi olduğu hallerde, o aracın başkaları için yaratacağı tehlikeye her ikisinin birden (malik, aracının trafikte kullanılması olanağını başkasına bıraktığı; araç kendisine bırakılan kişi de bunu kendi belirlediği çerçeve dahilinde trafiğe çıkardığı için) yol açtıkları kabul edilerek bunların birlikte sorumlu olacakları düşünülebilir.
Malikin araç üzerinde (trafikte kullanma bakımından) kısa süreli olmayan bir şekilde söz sahibi kılmış olduğu kişinin (işletene uygulanan hükümler uyarınca) sorumluluğu daha çok zararın zorunlu sigorta limitlerini aşan (ve olası bir isteğe bağlı sigorta ile -İMM sigortası ile- de karşılanmayan) kısmı bakımından ve malikin de ödeme gücünün mevcut olmaması durumunda anlam taşıyacaktır. Bundan başka, zarar görene ödeme yapmak durumunda kalan malikin araca ilişkin yetkiyi kendisine bıraktığı kişiye karşı rücu istemine sahip olması da mümkündür. Çünkü çoğu halde, sorumluluğun son aşamada aracı kendi kararı doğrultusunda fiilen trafiğe çıkaran kişi üzerinde kalması lazım gelecektir. Diğer bir anlatışla işleten sıfatıyla sorumlu tutulan malike (çoğu durumda), bu kişiye rücu ederek zarar görene ödediği tazminatı (en azından kısmen) geri alma olanağının tanınması gerekecektir. Böyle bir halde, Türk Borçlar Kanunu m. 62 fk.2 uyarınca diğer birlikte (müteselsil) borçluya (aracı kendi kararı doğrultusunda trafiğe çıkaran kişiye) rücu eden malik, bu istemi bakımından zarar görenin haklarına halef olacaktır. Dolayısıyla malikin rücu istemi, işletenin sorumluluğunu düzenleyen hükümlere dayanacaktır.
Malikin her durumda (aracı başkasına bırakmış olsa dahi) işleten sıfatıyla sorumlu sayılması çözümü benimsendiğinde, malik değişikliği ile birlikte işleten de değişmiş olacaktır. En doğru görünen çözüm yeni malikin araç üzerinde mülkiyeti kazandığı andan başlayarak o araç nedeniyle sorumlu olmasıdır. Aracın yol açtığı kaza, önceki malike yüklenecek sebeplerden kaynaklanmış olabilir (mesela araç devralındıktan çok kısa süre sonra, araçtaki -yeni malikin belirlemesi beklenmeyecek- bir bozukluğun kazaya neden olması). Ancak kanımızca burada zararın sebebinin kime yükleneceği zarar gören tarafından bilinemeyeceğinden, onun tazminat istemini kaza sırasında malik (işleten) sıfatına sahip kişiye yöneltmesine olanak veren (biçimsel) bir çözüm daha uygundur. Yeni malikin (ve sorumluluk sigortacısının) zarar görene ödenecek tazminat için önceki malike rücu hakkı kuşkusuz saklı olacaktır. Önceki malikin sorumluluk sigortacısının sorumluluğu (ona da rücu edilmesinin mümkün görülüp görülmeyeceği) ise tartışılabilir. Kanımızca “clean cut” bir düzenleme daha yerinde olacaktır. Bu düşünce ile KTK’nın aşağıdaki düzenlemeyi içermesinde yarar olacağı fikrindeyiz:
Araç üzerindeki mülkiyetin başkasına geçirilmesi halinde, işleten sıfatını kazanan yeni malik, aracın maliki olduğu andan sonra bu araçla verilen zararlardan sorumlu olur. Mülkiyeti devreden önceki işleten, aracın devir anına kadar yol açtığı zararlardan sorumlu kalır.
Önceki işletenin sorumluluk sigortacısı yalnızca önceki işletenin aracın mülkiyetini devrettiği ana kadar meydana gelmiş olan zararlar nedeniyle tazminat öder. Yeni işletenin sorumluluk sigortacısı, yeni işleten aracı devraldıktan sonra meydana gelen olaylardan kaynaklanan zararları, bunların önceki işletene yüklenebilecek nedenlerle meydana gelmiş sayılması mümkün bulunsa dahi karşılamak zorundadır.
- Zorunlu trafik sorumluluğu sigortası
Bugün yürürlükte olan yasal düzenleme uyarınca zorunlu trafik (sorumluluğu) sigortası (ZTS) yalnızca işletenin sorumluluğunu temin etmektedir. Sürücünün ve işletenin eylemlerinden sorumlu olduğu diğer kişilerin sorumluluğu ise kapsam dışındadır.
Öte yandan, zararla sonuçlanmış bir kaza ertesinde işleten olduğu varsayılarak (sorumluluk sigortacısı ile birlikte veya tek başına) dava edilen kişi, aslında kendisinin değil başka birinin işleten olduğunu kanıtlarsa (ve o başka kişi ZTS yaptırmış değilse) zarar görenler (can zararının söz konusu olması nedeniyle Güvence Hesabı’na başvurma olanağı dışında) korumasız kalabileceklerdir (Ele aldığımız olasılıkta, mal zararları için malikten başka bir kişi olan işletenden tazminat almayı denemek dışında seçenekleri olmayacaktır).
Kanımızca ZTS’nin her şeyden evvel (işletene ek olarak) sürücünün ve işletenin eylemlerinden sorumlu olduğu diğer kişilerin sorumluluğunu temin etmesi lazımdır.
Bundan başka, araç malikinin aracın trafikte kullanılması konusunda kısa sayılamayacak bir süre için yetkilendirdiği kişinin (işletenin sorumluluğu hakkında öngörülen kurallar uyarınca) zarar gören üçüncü kişilere karşı sorumluluğu da ZTS kapsamında olmalıdır.
Bütün sorumluların kendileri için ayrı ayrı ZTS yaptırmaları yerine, işleten konumundaki malikin hem kendisinin hem de yukarıda saydığımız kişilerin sorumluluğunu kapsayan tek bir sigorta yaptırmakla yükümlü olması basit ve kolay uygulanabilecek bir çözümdür.
Ayrıca şu soruna da değinmek lazımdır: KTK’nda zorunlu trafik sigortasına ilişkin bazı hükümler, TTK’nda da genel olarak sorumluluk sigortalarına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bunların aynı husus hakkında düzenleme içermesi halinde hangi yasanın uygulanacağı duraksamaya yol açmaktadır. Kanımızca KTK’ndaki ZTS hakkında öngörülmüş bulunan kuralların “özel hüküm” (lex specialis) olarak öncelikle uygulanması lazımdır. Bunu sağlamak (ve bütün duraksamaları ve farklı yorumları önlemek) için de en doğru yöntem, KTK düzenlemesinin “lex specialis derogat legi generali” (özel hüküm genel hükmün uygulanmasını bertaraf eder) ilkesi doğrultusunda açık bir kurala yer vermesidir.
ZTS bağlamında vurgulanması gereken bir diğer husus da şudur: Ülkemizde her nedense yabancı hukuk çevrelerinde “tacit renewal” (örtülü yenileme) olarak adlandırılan “taraflardan birinin içinde bulunulan sigorta dönemi bitmeden belirli bir süre (mesela iki hafta) önceye kadar yeni dönem için sigorta ilişkisini sürdürmeyeceğine ilişkin beyanda bulunmaması olasılığında, sigorta ilişkisinin yeni başlayacak sigorta döneminde de devam edeceğini öngören” sözleşme şartları (uygulamada bu tür şartların “otomatik yenileme şartı” biçiminde ifade edildiği gözlemlenmektedir) pek kullanılmamaktadır. Bu husus TTK’nda da düzenlenmemiştir. ZTS’nın yaptırılmasının yasal zorunluluğa rağmen ihmal edildiği ve ZTS uygulamasında sigortalılık oranının yıldan yıla azaldığı gittikçe daha güçlü biçimde dile getirilen bir sorundur. Bunun çözülmesine katkıda bulunmak üzere kamu görevlileri ZTS’nin “zorunlu uzamaya” konu olması, bu yolda yasal düzenleme yapılması istemlerini dile getirmektedirler. Kanımızca “zorunlu uzama” çözümü (veya bir önceki döneme ait ZTS poliçesini düzenlemiş olan sigortacı tarafından tek taraflı olarak süresi biten sigorta sözleşmesi yerine yeni bir poliçe düzenlenmesi ve işletenin de bu tek taraflı işlemle bağlı olması gibi çözümler) aşırıya kaçan çözümlerdir. Ancak, sigortacılar pek sıcak bakmamakla birlikte, fikrimizce KTK’nda daha uygun bir işleyişe yer verilebilir ve belirli koşullara bağlı olarak mevcut ZTS poliçesinin süre bitiminde yeni dönem için de uzatılmış olacağı hükme bağlanabilir.
Aracın malikinin her durumda işleten sıfatına sahip olacağı ve ZTS sözleşmesini de onun yapması gerektiği çözümü benimsenince, işleten değişikliği halinde önceki işletenin yaptırdığı ZTS’nın yeni işleten lehine (onun sorumluluk sigortası yaptırmasına kadar geçecek süre içinde işletenin sigortalı olması bakımından bir kopukluk olmaması için) bir süre daha devam etmesi acaba (halâ) gerekli görülmeli midir? İşleten değişikliği kural olarak aracın mülkiyetinin devri halinde meydana gelecektir. İlgililerin (teknik açıdan) açıklamalarına göre, noterde gerçekleştirilecek devir işlemi öncesinde veya sırasında aracın yeni maliki lehine ZTS yaptırılması imkân dahilindedir. O zaman, mevcut ZTS poliçesinin yeni malik/işleten lehine devam etmesine ihtiyaç kalmayacaktır.
Yukarıdaki açıklamalarımız çerçevesinde kanımızca KTK’nda aşağıdaki ek hükümlerin yer alması düşünülebilir:
İşletenlerin, bu Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasına göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur. Sigorta işletenin sorumluluğuna ek olarak, sürücünün ve araç üzerinde fiili hakimiyeti bulunan ve aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere trafiğe çıkarmış olan kişilerin sorumluluğunu da kapsar.
Bu kanun uyarınca işleten tarafından yaptırılması zorunlu kılınan sorumluluk sigortası hakkında 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun zorunlu sigortalara ilişkin 1484üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları uygulanmaz. Bu sigorta hakkında Karayolları Trafik Kanunu’nda öngörülen hükümler, Türk Ticaret Kanunu’ndaki ve diğer yasalardaki sigorta sözleşmesine uygulanması mümkün olan hükümlere göre özel hüküm niteliğindedir. Zorunlu sorumluluk sigortası hakkında Karayolları Trafik Kanunu’nda yer alan düzenleme, Türk Ticaret Kanunu’ndaki ve diğer yasalardaki hükümlerden farklı olduğu ölçüde münhasıran uygulanır.
Zorunlu trafik sigortası uzatma kaydı içerebilir. Buna göre bir yıllık süre bittikten sonra sigorta ettiren, en geç sözleşme süresinin sona erdiği tarihte uzatma olmayacağını yazılı biçimde bildirmemişse sözleşme bir yıllık yeni bir süre için uzatılmış sayılır. Yazılı bildirim, gönderme anında yapılmış sayılır.
Uzatılması mümkün olan bir sigorta sözleşmesinde, sigortacının uzayacak dönem için primi değiştirmesine imkân sağlayan bir sözleşme koşulu ancak sigortacının işlemekte olan sözleşme süresinin bitişinden en geç on beş gün önce sigorta ettirene yazılı olarak prim değişikliği bildirimini ulaştırmış bulunması halinde geçerli sayılır.
Son olarak, yasa uyarınca sorumlu olan işleten (veya sorumluluğu işletenin sorumluluğu hükümlerine tabi kılınmış bulunan kişi) tarafından zarar görenin yararlandığı bir sigortanın (mesela araçta yolculuk yapmakta olan kişiler lehine koltuk kaza sigortasının) yaptırılmış (ve primlerinin de karşılanmış) bulunması halinde, bu sigorta uyarınca zarar görene yapılan ödemelerin sorumluluğu (ödeme oranında) azaltmasının sağlanması gerektiğini de ekleyelim. Bu amaçla KTK’na şöyle bir hüküm koymak düşünülebilir.
İşletenin ve/veya araç üzerinde fiili hakimiyeti bulunan ve aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere trafiğe çıkarmış olan malik dışındaki kişilerin sorumluluğu, bunlardan biri tarafından zarar görenler lehine yaptırılmış ve primleri de yine bunlardan biri tarafından ödenmiş bir özel sigortanın mevcut olduğu hallerde, bu özel sigorta tarafından zarar görene yapılan fiili ödeme oranında son bulur.