Yangın var

“Yangın var, yangın var
Ben yanıyorum, yetişin a dostlar
Tutuşuyorum.”
Günümüz kanto sanatçılarından Nurhan Damcıoğlu’nun seslendirdiği eski bir gönül yangınından bahseden neşeli bir kantoyla başlıyorum yazıma.
Keşke bütün yangınlar böyle neşeli gönül yangınlarına konu olabilseydi. Maalesef bugünlerde tüm ülke olarak karşı karşıya kaldığımız yangınlar bağrımızı yakıyor.
Her yerde yangın var. Ormanlarımız yanıyor, evler yanıyor, emeklinin ve dar gelirlinin mutfağı yanıyor.
Yangın ateşin kontrolümüz dışına çıkıp tahripkar hale dönüşmesi sonucu büyük zararların doğmasına neden olan bir olay.
Katastrofik sonuçlar doğuruyor. Kimi zaman doğadan, kimi zaman kişilerin davranışlarından kaynaklanıyor.
İngilizlerin bir atasözü var; “Ateş mükemmel bir hizmetkâr, kötü bir efendidir.”
Ateş tarih boyunca insanlar için çok önem arz ediyor. Antropolojik yapı içinde ateşin rolü çok büyük. İnsan vücudunun evrimine baktığımızda daha önce çiğ et yemeleri nedeniyle güçlü ve büyük bir çene yapısına sahip olan Neandertal insanın, daha sonra ateşten yararlanarak pişmiş et yemeye başlamasıyla çene yapısının giderek küçüldüğünü ve bu günkü hale geldiğini görüyoruz. Laf aramızda et fiyatlarındaki artış böyle devam ederse artık çenelerimize hiç ihtiyaç duymayacağımız bir evrimleşme süreci ile karşı karşıya kalabiliriz.

Ateş kendine özgü bir yerde kaldığı sürece dost ateş olarak tanımlanıyor. Eğer kendisine tahsis edilen yerin dışına çıkar alevli ve tahripkâr bir hale gelirse düşman ateş olarak anılıyor. Maalesef şu günlerde ülkemiz diğer düşmanlarımız dışında böyle büyük bir düşmanla mücadele etmek zorunda.

Bir de konuya mesleğimiz açısından bakalım. Yangın sigortaları, büyük mal kayıplarının doğmasına neden olduğundan, hem dünya sigortacılığı, hem de ülkemiz sigortacılığı açısından önemli bir sigorta dalı. Aslında sigortacılık milattan önce 3.500-3000’li yıllarda denizde başlamış ve 17. yüzyılın ortalarına kadar deniz sigortaları başat sigorta dalı olarak önemini muhafaza etmiş. Ta ki 1666 yılında meydana gelen büyük Londra yangınına kadar. 1666 yılında meydana gelen ve dört gün devam eden bu yangın sonunda 13 bin binanın ve 100’ü aşkın kilise ve katedralin yanmasıyla konunun önemi anlaşılmış ve artık sadece deniz risklerinin değil karada karşı karşıya kalınacak risklerin de farkına varılarak başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkelerinde yangın sigorta şirketleri kurulmuş ve bütün dünyaya yayılmış.

Benzeri bir yangının 1870 yılında İstanbul’da Pera’da (bugünkü Beyoğlu) meydana gelmesi o tarihlerde sigortacılığa çok mesafeli kalan ülkemizde de yangın sigortacılığının başlangıç noktasını oluşturmuş. Bu yangınların söndürülmesi için “Tulumbacı Takımları” kurulmuş ve böylelikle modern itfaiye teşkilatının temeli atılmış.

Bütün tedbirlere rağmen çeşitli nedenlerle yangınlar çıkmaya devam ediyor. Özellikle son günlerde başta İzmir olmak üzere ülkemizin birçok yerinde çıkan ve devam eden orman yangınları, insanların ve doğanın acımasız bir şekilde zarar görmesine neden oluyor. İnsanlar ölüyor, evler yanıyor, oksijen kaynağımız ormanlarımız ve bütün orman canlıları yok oluyor.

Özellikle İzmir’de meydana gelen yangınlar, yüce Atatürk’ün Yunan’ı denize dökerken düşmanın vermiş olduğu zararın çok üzerinde.

Durum kantoda bahsedilen durumdan çok ama çok farklı. Bağrımız yanıyor…

Aslında yangın sigortası, özellikle gelir seviyesinin ortanın altında olduğu kesim için olmazsa olmaz. Ama kim farkında?

İstanbul, 2O Ağustos 2024

Yorum yazın