Medeniyet/Deniyet

KELİMELERİ köküne ayırıp, nereden geldiklerini araştırmayı çok severim. Benim için kelimenin anlamı çok daha kuvvetli oluyor kökünü bildiğim zaman.
Bu defa Medeniyet kelimesi geldi gündemime.
Arapça’ da “şehir” anlamına gelen Medine isminden Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir kelimedir. Medeniyet kelimesi kök anlam itibarı ile yönetmek, malik olmak anlamlarına gelen din mastarı ile ilişkili olarak da anlamlandırılmıştır. Medeni, medini, “şehre ait”, “şehre mensup”, “şehirli” anlamlarına gelir. Medine kelimesinden türetilmiş olup, ‘şehirde toplu bir şekilde yaşamak’ manasına gelir. Şehirde yaşayanlara medenî, çölde ve çadırda yaşayanlara da bedevî denilir. Birinci hayat tarzına medeniyet, diğerine ise bedeviyet adı verilir.
Arapça medeniyet kelimesinin başındaki mim harfinin kaldırılmasıyla geriye kalan arapça “deniyet” kelimesinin “vahşilik, alçaklık” anlamını işaret etmek üzere kullanılan tanımdır.
Malumdur ki, insan tek başına yaşayamaz, diğer insanlarla bir arada yaşamaya mecburdur. Zira insan, kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılayamaz. Onun için diğer insanlarla birlikte yaşaması, yardımlaşması ve böylece hayatını devam ettirmesi şarttır. Çünkü: İnsanın fıtratı medenîdir.
Medenî insan; yardımlaşma, istikamet, adalet, merhamet, hamiyet gibi güzel değerleri hayatına mal etmek için gayret gösterir. Medeniyeti sadece “maddî terakki”, “fen ve sanatta ileri gitme” olarak görmek doğru değildir. Medeniyetin ölçüsü insana verdiği değere ve ona götürdüğü hizmete göre değerlenir.
Eski Yunan ve Roma uygarlıklarında da görülmesine rağmen sömürgecilik esas itibarıyla 15. yüzyılda Coğrafi keşiflerle başlamıştır. Coğrafi keşiflerle başlayan sömürgecilik hareketleri sonucunda dünya egemenliği Doğu’dan Batı’ya geçmiştir.
Sömürgeciliğin ortaya çıkmasının ana nedenleri şunlar olmuştur;

  • Doğu’nun zenginliklerine ulaşma isteği
  • Bilimsel ve teknik alanda yaşanan gelişmeler
  • Coğrafi Keşifler
  • Alternatif ticaret yollarının bulunması
  • Hammadde ve pazar arayışları
  • Üretim artışları
  • İnsan gücü ihtiyacının artması
  • Hıristiyanlığı sömürülen ülkelerin yerlilerine kabul ettirmek.

Mehmet Akif, II. Meşrutiyet sonrası siyasi ve edebiyat tarihimizde üzerinde en çok konuşulan ve tartışılan isimlerin başında gelir. Akif’in en belirgin özelliği şiirlerinde ve nesirlerinde ortaya koyduğu tenkitçiliğidir. İnsanların mensubu olduğu toplumu eleştirmeleri kolay değildir. Oysaki Akif, şahidi olduğu olaylardan hareketle yaşadığı cemiyeti ve insanları çok ağır ifadelerle eleştirmiştir. Bu vasıf onun karakterinin bir özelliği olarak karşımıza çıkar. Akif’in eleştirdiği unsurların başında medeniyet algısı gelmektedir. O bilinenin aksine medeniyet karşıtı ve medeniyet düşmanı değildir. Mehmet Akif, sömürgeci devletlerin mazlum milletleri ezmek için kullandığı saldırgan medeniyete karşıdır. Akif, gerçek medeniyete değil adına medeniyet denilen, insanlığı kahreden, eli silahlı ve kanlı, vahşi davranışlar sergileyen zihniyete karşıdır. “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/ ‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?” hepimizin ezbere bildiği bir cümle!
Batı Medeniyetini “tek dişi kalmış canavar” olarak gösteren Akif’i eleştirenler olmuştur. Ona medeniyet karşıtı, geri kafalı, tutucu diyenler eksik değildir. Akif’in “canavar” olarak nitelediği, Avrupa’nın bilimi veya teknolojisi değildir. Çabuk gelişen sanayisine ham madde ve ürünlerine pazar bulmak için giriştiği insanlık dışı sömürgeci hareketleridir. Batı Avrupalılar 19. yy.’ın başında önemli bir güç elde ettiler. Güç kazandılar, güçlü duruma geldiler. Güçlü duruma geldikten sonra yavaş yavaş bütün dünyayı istila etmeye yöneldiler.
İşte medeniyet götürdükleri düşünülen bu hareketleri aslında Deniyet olarak halkların hafızasına kazınmış ve tek dişi kalmış canavar olarak nitelenen Medeniyet aslında Deniyet olarak vücut bulmuştur. Tek dişi kalmış canavar olan şey MEDENİYET gibi bir olgunun adı olamaz, olsa olsa DENİYET olur.

Yorum yazın