Hamili kart…
1970’lerin başlarında bugünkü Caferağa Spor Salonu toprak bir saha idi ve o sahada semt takımlarının sıkı maçları olurdu o dönemde. Bize 50-60 adım mesafede olan bu stada plastik bidonlara doldurup, içine buz parçaları attığım suyu götürüp bardağı 1 liradan satardım. Bir de bir çocuk vardı oralarda, cebinde sürekli bıçak olurdu, o stada her su ile girişimde 2 lira haraç öderdim o çocuğa… (Birkaç yıl sonra serpilince o çocuğu buldum ve madden olmasa da manen geri aldım tüm ödediklerimi.)
1980’lerin başlarında ehliyet almak için harekete geçtim. Aslında gizlice ehliyetsiz araç kullanıyordum ama artık işi yasallaştırma zamanı gelmişti. O günlerde Maslak’ta bir sınav sahası vardı ve babamın verdiği parayı ilettiğim kişiler sayesinde ilk sınavda aldım ehliyetimi… (İyi araç kullanıyor olmam kendim kadar çevremde iyi örneklerin olmasından, yoksa ne kadar beceriksiz olsam da o ehliyeti almamın kesin olması felaket tabii ki.)
1990’ların başlarında askerlik sorunum vardı. Evliydim, çalışıyordum, iyi bir işim ve gelecek vaat eden bir kariyerim vardı. O sıralarda bir “Abi” bulundu Ankara’dan. İddiaya göre askerlerin dağıtımını yapan kuruluş ile yakın ilişkisi vardı ve hem kimin ne zaman çağrılacağı, hem de çağrılanın nereye gönderileceği konusunda yaptırımı vardı. O Abi’den somut bir fayda sağlamasam da B Planı olan Bedelli Askerlik’e oynadım, bu uğurda yurtdışında çalışıyor gözüktüm, hatta pasaportuma giriş/çıkış işlenmesin diye yurtdışından kayıtsız bir şekilde yurda giriş yaptım… (Sonra bir gün bir kanun çıktı ve benim gibi tüm kaçaklar paralarını ödeyip resmi askerliklerini yaptılar.)
2000’lerin başlarında yaşamımda önemli değişiklikler oldu. Üniversite yıllarımdan sonra ilk kez düzensiz yaşamaya başladım. Bunun sonucunda da hemen her gece İstanbul’un farklı bir noktasından ve çoğunda da içkili olarak oturdum direksiyona. En az 15-20 defa da durduruldum kontrollerde ama her defasında çorba kardeşliği ile kurtardım kendimi. (Son yıllarda taksiler ve şoförler ile çorba içiyorum.)
2010’ların başlarında kızımın üniversite konusu gündemde idi. İstemedi kursa, dershaneye gitmek ama eksik kalmasın diye yazdırdık bir yere. Bunun yanında ağırlık kazanan ve çok da istediği yurtdışı seçeneği için de bir “danışman” bulduk. O sıralarda öğrendik ki ne kadar çok danışman varmış, aslında okuma yazması olan her öğrencinin yapabileceği, belki biraz da ebeveyn yönlendirmesi ile karar verebileceği şeyler için sistemin eksikliklerinden nemalanan ne büyük bir çark dönüyormuş da haberimiz yokmuş… (Kızım üniversiteyi bitiriyor bu yıl ve umarım orada ya da burada sistem içinde ve hakkı ile kurar yaşamını.)
Türkiye’de sistemin eskiliğinden, ağırlığından, tıkanmışlığından, fırsat eşitsizliğinden, kayırmacılıktan kaynaklanan büyük sıkıntılar oldu hep. Bunların bir kısmı zaman içinde halledildi ama ortaya yenileri de çıkmadı değil. Yukarıdaki yaşadıklarım bile zaman zaman bizzat sistem dışına çıktığımın, çıkmamış olsam da kurulu diğer düzenleri denediğimin örnekleri. Kanımca esas sorun da bunlar bilinse bile her şey düzgün ve sağlıklı olsa kazançlarını kaybedecek olanların direnmesi.
Bu direnişin kırıldığı durumlar da var. Mesela İstanbul’un park sistemleri çok güzel bir örnek. Tüm direnenlere karşın tavrını ve gücünü kararlılığı ile birleştiren otorite değnekçileri neredeyse yok etti; ya da türlü başka sıkıntılara rağmen bugün tapu ya da vergi dairelerindeki iyileşmiş ve görece saydamlaşmış hizmet göstergeleri de sevindirici.
Sorunun çözülmesi için tüm hizmet süreçlerinin saydamlaşması, erişimde ve kullanımda eşitlik ve denetlenebilirlik gerekiyor öncelikle. Daha sonra bireyleri sistem dışı çözüm aramaya yönelten ne varsa bunların ortadan kaldırılması tabii. En önemlisi eğitim ve farkındalık; yaşamdaki her sıkıntı ya da sorunun yine ortalıktaki bir takım yasal ve etik süreçlerle halledilebileceğinin öğretilmesi, bunun toplumca kanıksanması ve benimsenmesi …derken hepinize mutlu, sağlıklı ve her istediğinizin olacağı bir 2014 dilerim.
Görüşmek üzere…