“..Cirmin Kadar..”
Hala var mı bilmiyorum ama cep telefonlarında bir eski numara pazarı vardı, “200” ile başlayan numaralara ekstra para verip alıyordun. Ya da özel bir şeyleri ima eden telefon numaralarını tercih edenler var her daim.
Aynı tercihi araç plakalarında yapanlar da çok. Kendisinin veya bir yakınının ad ve soyadı baş harfleri ile ayarlanan plakalar gibi.
Bu “ipuçlu” plakalar veya üzerinde temsil ettiği kurumu simgeleyen görselli/yazılı araçlar kurumsal itibar açısından da bir risk ayrıca, özellikle direksiyondaki kişinin trafik görgü ve davranışları dikkate alındığında.
Böyle yapanları çok iyi anlıyorum ve kararlarına diyeceğim hiçbir şey yok. Fakat kendim için şöyle bir düsturum var: Hiçbir şey benden önde ve benden önemli olmamalı, öte yandan ben de diğerleri ile kıyaslandığımda ilk anda onlardan önde veya daha önemli değilim.
Sahibi olduğum hiçbir aracın plakası için özel bir girişimde bulunmadım. 30 yıldır kullandığım bir düzine cep telefon hattımın hiçbirini özel olarak seçmedim.
Yazıya bu şekilde girince bir başka tepkimi anımsadım. Hani belirli dönemlerde kurumların verdiği logolu promosyonlar olur ya, şemsiye, küllük, alışveriş çantası, araç için güneş perdesi filan. Bu tarz promosyonları da kullanmam çok zorunlu kalmadıkça. Eğer gerçekten ihtiyacım olan bir şey söz konusu ise gider parasını verip, reklam unsuru barındırmayanını alırım ve onu kullanırım.
Ama sunduğu ürün ve hizmetin kalitesi dışında hiçbir ön yargı da beslemedim hiçbir kuruma. Oysa mesela sırf logo renkleri yüzünden ambargo yiyen kurumlar var, türlü yaşanmışlık, kulaktan dolmalarla bankacıyı, sigortacıyı, tesisatçıyı vs ebedi nefret unsuru olarak görenler de cabası.
Üzerinde devasa logolar, yazılar olan giysileri de sevmem. Mesela o timsahlı markayı severim ama büyük timsahlı ya da yazılı hiçbir ürününü almam ve giymem.
Birisi ile tanıştığım zaman kendime, eğitimime, mesleğime, geçmişime, tercihlerime dair konulara gerekmedikçe veya sorulmadıkça girmem. Girmek istemediğimden ya da hoşlanmadığımdan değil, yola böyle çıkmayı sevmediğim için.
Yönettiğim kuruma kartvizit bastırırken kendim dahil kimsenin kartına görev, unvan gibi bilgileri yazdırmam. Kurumu temsil eden kişi karşısındakine kartvizit veya başka bir yönlendirme ile değil konuştuklarıyla, bildiğiyle, yetkisi ve yapabilirliği ile kanıtlamalı kendisini.
Bireyler taşıdıkları unvanlar, yaptıkları işler, giydikleri kıyafet ya da aldıkları eğitiminden önce kendileri olarak varlar bu dünyada, o bireyi en doğal haliyle olduğu gibi tanımadan çeşitli önyargı unsurları ile değerlendirmek kişisel ilişkileri, hatta toplumsal huzuru bozabilecek yanlı, önyargılı davranışlar.
“Ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın” denir ya. Doğrusu “…cirmin kadar.” Yani hacmin, kapladığın alan kadar.
Tanıştığın bir insan da cirmi kadardır. O alanı tespit etmek de sana kalmış. Biraz dinlersin, yaptığı konuşmadan dikkatini çeken olayları, tarihleri, kişileri, yerleri kendince doğrularsın; yapacağım, edeceğim dediklerindeki inandırıcılığa bakarsın vs.
Hani büyük mağazalara, ya da meşhur restoranlara müşteri görünümlü kişiler gider gizlice ve o kurumun müşterilerine nasıl davrandığını, ürün ve hizmetlerini nasıl sunduğunu, bunların kalitesini filan gözlemeyip raporlarlar ya bence her ilişkide böyle bir süreç olması gerek belki.
Yoksa yeni bir gruba veya ortama girmeye çalışırken o sahip olduğun veya olmayı düşlediğin apoletleri hemen en ön plana çıkar, herkesin gözüne sok, ondan sonra dön kırk yıllık tanıdıklarının yanında bambaşka biri ol. Ya da iş yaşamında o tahsil, bu unvan, şu karizma derken eve gittiğinde en sıradan insandan daha vasıfsız ve duyarsız ol aniden.
Farklı olduğunu ille de göstermek istiyorsan beyninle, kalbinle, davranışınla göster bunu; apoletlerden, etiketlerden, simgelerden, aidiyetlerden medet umma. Bence…
Görüşmek üzere,
