Altmış dört

YILIN ortasına geldik. Günler neredeyse ışık hızıyla akıp gidiyor. Artık günleri yakalayamıyoruz.
Hepimiz bu dünyaya geleceği yakalamak ve kurtarmak için gelmedik mi? En azından böyle bir görevle dünyaya geldiğimizin sorumluluğunu taşımıyor muyuz?
Ama gelin görün ki; bırakın geleceği kurtarmayı, vakit ilerledikçe birçoğumuz paçamızı bile kurtaramadığımızın farkına varıyoruz.
Bunu da bize en iyi doğum günlerimiz anlatıyor. Haziran ayının ortasında doğmuşum. Buğdayların baş vermeye başlayıp rüzgarda vals yaptıkları bir pazartesi sabahı… Onun için mi rüzgarlı havaları seviyorum bilmem. Annem doğum saatimi yedi gibi hatırlıyor. 9-6 mesaisine uygun karakter için iyi bir saat. İşte benim mesaim de böyle başlamış. Bundan tam 64 yıl önce.
Şairin “35 Yaş” şiirini hatırlayınca yolun yarısının üzerinden bir otuz yaş daha geçtiğini ürpererek fark ediyorum. Şair haklıysa yandık. Geriye çok bir şey kalmadı… Kutlanacak doğum günleri sayısının azaldığının elbette bilincindeyim.
64 yıla neler sığmadı? Başarılar, başarısızlıklar; sevinçler, üzüntüler; mutluluklar, mutsuzluklar… Herkes gibi ben de kimseye bilerek haksızlık yapmadığım inancındayım. Yine herkes gibi ben de başkalarının haksızlıklarına uğramaktan şikayetçiyim. En üzüldüğüm nokta yaptıklarımın, yapmak istediklerimin çok küçük bir bölümünü oluşturması.
Bu ayın ortasında 65’inci yaşıma gireceğim. Hani daha tanışır tanışmaz burcunuz ne diye soranlar vardır. Söyleyeyim; İkizler Burcu’nda doğmuşum. Yani bir ikizim var. Burçlarla ilgilenenler bilirler; ikizler iç içe geçmiş iki karakteri temsil ederler. Ben hep ikizimi saklamaya çalıştım. İtiraf edeyim bu beni çok yordu.
Neyse sadede dönelim. Bu ayın 18’inde bir doğum gününü daha kutlayacağım.
Doğum günleri aslında sadece bir kandırmaca… Galiba hayata bir şey katamadığımızı örtbas etmek için doğum günümüzü kutluyoruz. Her doğum günü geleceği kurtarmak için vaktin kalmadığını bir kez daha bize hatırlatıyor.
Doğum günleri hayatın bir süslemesi, bir makyajı. Aile çevresinde ufak bir kutlama… Doğum gününüzü hatırlayacak kadar size yakın olan dostlardan hediyeler, kutlama mesajları. En ironik olanı bankalardan, benzeri kurumlardan gelen mesajlar…
Hatırlayanlara ve hatırlatanlara candan teşekkürler. Hepsi iyi de neyi kutluyoruz? Niye kutluyoruz? Bırakın geleceği, bugünü dahi kurtaramayışımızı mı?
Beatles’in “When I’m sixtyfour” (Altmış Dördüme Gelince) adlı şarkısı bir zamanlar çok meşhurdu.  Belki genç yaşlarda bizler için sözler çok şey ifade etmiyordu ama 64’üne gelince başka bir anlam kazandı.  Yazımı bu sözlerle bitireyim.
“When I get older losing my hair many years from now
Will you still be sending me a valentine Birthday greetings, bottle of wine?
If I’d been out till quarter to three would you lock the door?
Will you still need me, will you still feed me When I’m sixty-four?”
Basit tercümesi şöyle;
“Bundan çok yıl sonra saçlarım dökülüp yaşlandığımda,
Doğum günümde hâlâ bana bir şişe şarap gönderecek misin?
Sabahlara kadar dışarıda kalıp üçe çeyrek kala kapıyı çalsam,
Yüzüme kapıyı kilitleyecek misin?
Altmış dört yaşıma geldiğimde,
Hâlâ bana ihtiyaç duyup, hâlâ beni besleyecek misin?”
İşte 64 yaşındaki adamın sevdiklerinden ve toplumdan bekledikleri bundan ibaret…
Dünya için önemsiz ama benim için önemli bir günü bu beklentilerle kutlayacağım. Sondan sayış başladı. Daha kaç tane kutlarız bilinmez.

Yorum yazın