
“Tiyatro benim için nefes aldığım yer”
“Tiyatro benim için bir yaşam alanı, nefes aldığım yer, antrenman alanım, kendimi ifade ettiğim alan” diyen Hakan Bilgin, sahnedeyken ‘izleyiciye daha ne anlatabilirim, ne fayda sağlayabilirim’ duygusuyla hareket ettiğini ifade ediyor.
Tiyatroyu kendini ifade ettiği alan olarak gören Hakan Bilgin, Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu’nda henüz ortaokul çağlarındayken ilk profesyonel çalışmasını gerçekleştiriyor. Meslek hayatı boyunca birçok yapımda yer alan Bilgin, “Çalıştığım işlerin hepsi meslek hayatımda bana farklı renkler kattı. Bu bağlamda kendimi şanslı hissediyorum” diyor. Bilgin, meslek hayatı boyunca onu en etkileyen işini, rol aldığı karakterleri neye göre seçtiğini ve tiyatronun onun için ne anlam ifade ettiğini Sigortacı Gazetesi okuyucuları için anlattı.
Oyuncu olmaya nasıl karar verdin, oyunculuğa başladığın ilk profesyonel çalışman hangisi?
Karadeniz’de doğup büyüyen bir memur ailesinin çocuğu olarak; memur olma ihtimaliyle eğitim alan, orta düzey bir seviyede yaşayan, 9 Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazanan biriydim. Sosyal faaliyetlere ilgiliydim. Hentbol, futbol gibi spor branşlarının yanı sıra tiyatro da ilgi alanlarımın arasındaydı. Üniversiteye başladıktan sonra da tiyatroyu amatör bir şekilde yapmaya devam ettim. Üniversiteden mezun olduktan sonra bir seramik firmasında beyaz yakalı olarak çalışmaya başladım ancak çalıştığım firma battı. Firma batınca da oyunculuğa biraz daha zaman göstermeye başladım. Bu sürece gelene kadar da oyunculuğum profesyonel olmasa da ikinci bir meslek olarak hep devam ediyordu. Çalıştığım firma battıktan sonra da birinci mesleğimin oyunculuk olmasını istedim. Bu şekilde oyuncu olmaya karar verdim. İlk profesyonel çalışmam daha ortaokuldayken Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu’nda oldu. Sonrasındaki ilk profesyonel çalışmam ise Ferhan Şensoy ile Nöbetçi Tiyatro’dan Orta Oyun’a geçiş yaptığımız ‘Güle Güle Godot’ isimli oyundu.
‘TİYATRO BENİM YAŞAM ALANIM’
Tiyatro senin için ne ifade ediyor? Tiyatronun hayatındaki anlamı nedir?
Tiyatro benim için bir yaşam alanı, nefes aldığım yer, antrenman alanım, kendimi ifade ettiğim alan. Benim için neden bu anlamı ifade ettiğini anlatmak için yine ortaokul yıllarına döneceğim. O yıllarda Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu’nda bizi profesyonel çalışmaya soktuklarında oranın genel sanat yönetmeni olan rahmetli Aydın Üstüntaş bana “Bu sahne öyle enteresan bir yerdir ki; sahnede bir şey anlatırsın, sahneden indiğinde bu anlattığının aksini yaparsan bir daha sahneye çıktığında kimse sana inanmaz” demişti. Bu benim için çok etkileyici bir şeydi ve bu yolculukta hep ‘daha ne anlatabilirim, ne fayda sağlayabilirim, daha neyi değiştirebilirim’ duygusuyla hareket ettim.

Şu an ‘Dönme Dolap’ isimli bir tiyatro oyunun var. Bu oyundan ve canlandırdığın karakterden bahseder misin?
Dönme Dolap Duru Tiyatro’nun bir oyunu. Sedef Şahin ile beraber oynuyoruz. 50-55 yaşlarında bir adamın bir kadın ile karşılaşmasıyla başlayan ve birçok sürprizle finallenen bir Fransız yazarın oyunu.
Ülkemizde tiyatroya olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsun?
Pandemiden sonra tiyatro salonlarına ilgi artmış durumda. Bunu başka bir şekilde kıyasladığımızda daha iyi anlayabiliriz. Pandemiden sonra sinemaya geri dönüş aynı şekilde olmadı. Sebebi de bizim pandemi döneminde dijital platformlarda çok fazla film seyretmemizdi. Artık film bizi yordu. Asıl özlediğimiz şey de yüz yüze gelmek, canlı performansı izlemekti. Pandemiden sonra tiyatro bu ihtiyacı giderdi. Bundan dolayı da geri dönüş güzel bir şekilde geldi.
‘ÇALIŞTIĞIM İŞLER BANA FARKLI RENKLER KATTI’
Meslek hayatında seni en çok etkileyen işin hangisi oldu?
Hepsinin bende ayrı bir hikâyesi var. Televizyonda sadece 3-4 işin olduğu zamanlarda 3 sene boyunca çok büyük ustalarla Yılan Hikâyesi gibi bir dizide çalıştım. Sonrasında Türkiye’nin en çok izlenen filmi olan Recep İvedik’te oynamak başka bir kesime hitap etti. Çakallarla Dans gibi bir seriyle yaklaşık 13 senelik bir sürecin içerisinde oldum. Küçük Ağa gibi bir diziyle çocukların çok sevdiği bir diziyle, benim için özel bir hikâyesi olan bir dizinin içinde bulundum. Bunların hepsi benim meslek hayatımda bana farklı renkler kattı. Bu bağlamda kendimi şanslı hissediyorum.
‘BİLGİN VARSA HİÇBİR ŞEY ZOR DEĞİL’
Seni hep kamera önünde görüyoruz ama bir de bu işin kamera arkası var. Sence kamera önü mü daha zor, kamera arkası mı?
Bilgi olduktan sonra hiçbiri zor değil. Kamera arkasında montaj, kurgu, müzik, ses, ışık olmak üzere başka bir sistem var. Ben tiyatro oyunu yönettim ama hiçbir zaman ‘film yöneteyim, dizi yöneteyim’ demedim. Ben yaptığım işi doğru yapmaya çalışıyorum. Yapan arkadaşlara da saygı duyuyorum demek ki daha yetenekliler. Bu meslekte para için dal değiştirilmez düşüncesindeyim. Kamera arkasının kendine özel çok saygı duyduğum isimleri var. Başka bir aritmetiği ve yoruculuğu var. Hangisi diye söyleyecek olursam; bence film yönetmenliği çok keyifli olsa da televizyon dizisi yönetmenliği çok zor bir süreç. Tiyatro yönetmenliği de film yönetmenliği gibi yaratıcılık içerir ama tiyatroda yönetmen oyuncuya bırakır ve oyun artık oyuncunundur. O bağlamda kamera arkası daha zor gibi geliyor bana.
Hiç film çekmeyi ya da senaryo yazmayı düşündün mü?
Senaryo yazmayı hiç düşünmedim ama film çekmek çok keyifli bir şey olduğu için ütopik olarak kendi yazdığım şeyi çekmek isterim. Ama hayal olarak kalmalı bu bir yerde. Yazmak benim için sadece rahatlamak için başvurduğum bir şeydi. Pandemi döneminde konuşmacı olarak etkinliklere katıldım ve 40-50 bin kişiye konuştum. Ahmet Şerif İzgören de konuştuklarımı yazmamı söyledi. Ben de sonrasında ‘Farkıma Takılanlar’ diye bir kitap çıkarttım. Bu kitapla beraber biriktirdiklerimi yazdım. Bir daha yazar mısın diye soruyorlar, ’50 senede bunu yazdım, 50 sene daha yaşarsam yazarım’ diyorum. Bu kitabı bir iş olarak görmedim sadece paylaşım olarak yazdım.
Okuduğunda sana evet dedirten senaryoların ortak özellikleri neler?
Okuduğum senaryodan daha çok, iş geldiğinde kimin çektiğine ve oyuncu kadrosunda kimin olduğuna, kiminle eğleneceğime bakıyorum. Bu aşamada öncelikle kiminle çalışacağım daha önemli.
‘KÖTÜ ADAM ROLÜNDE OYNAMAK İSTERİM’
Hala içinde kalan ve oynamak istiyorum dediğin bir karakter var mı?
Komedi oynaya oynaya artık belirli şeyleri değiştirmek istiyorsun. Kötü adamı oynamak istiyorum. Böyle bir değişiklik olması lazım, sertleşmek gerekiyor. Gerçi bu Türkiye’de oynamak için kötü bir rol. Bir anda sizi seven insanlar sizden nefret edebilir ama bunu da denememiz, yapmamız lazım. Ölmeden önce bir Shakespeare oyununda oynamak isterim. Çünkü Shakespeare’ın dili başka bir dil ve o dil ile ilişkimi henüz yaşamış değilim. İnsan eksik olanları ister, hayatımda eksik olanlar da bunlar.
Seni tanımlayan motto nedir?
Samimiyet. Samimi kalmaya çalışıyorum ve o gerçekliği çok seviyorum. İnsanlarda da aradığım özellik samimiyet. Bu yıl gerçekleşmesini en çok istediğin şey ne? Oğlumun başvurduğu okullara kabul alması. Şu an son sınıfta ve büyük bir heyecanla sonuçları bekliyoruz. Eğer istediği okuldan kabul alırsa çok mutlu olacağız.
‘AYNI ANDA BİRÇOK KİTAP OKUYORUM’
En son okuduğun kitap hangisi? Aynı anda birden çok kitap okuyorum. Şu an okuduğum kitaplar arasında ‘Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı’, ‘Yeni Dünyanın Cesur İnsanı’, ‘İnsan Olmak’ kitapları var.
En sevdiğin film?

Aytaç Arman’ın oynadığı ‘Biri ve Diğerleri’ filmi çok etkilendiğim bir filmdi. ’Eşkıya’ filmini çok severim. Son dönemde de ‘Kim Bu Aile’ filmini çok sevdim. Şimdi bizim de 14 Nisan’da vizyona giren ‘Hadi Hayırlısı: Istakoz’un Haritası’ diye bir filmimiz var. Umarım o da herkesin seveceği bir film olur.
Filmden biraz bahseder misin?
Filmin güzel bir kadrosu var ve Cengiz Küçükayvaz ile birlikte oynadık. Sahtekar bir imam rolünü oynuyorum. Sıcak, samimi bir aile hikâyesi. İnsanların kötülükten iyiliğe geçtiği yolculuğu anlatıyor.
En son gittiğin tiyatro oyunu?
En son gittiğim tiyatro oyunu Savaş Dinçel’in yazdığı, Gün Koper ve Ali Yoğurtçuoğlu’nun oynadığı ‘Uçurtmanın Kuyruğu’ oyunuydu. Herkese de gitmesini tavsiye ederim, çok keyifli bir oyundu. Savaş Dinçel’in oğlu Barış Dinçel’in yönettiği ve dekorunu da yaptığı bir oyun. Oyun sadece bir tiyatro oyunu değil, insanların kendilerini yakalama ve kendileriyle ilgili sorgulama yapabildikleri bir oyun.
Oynamaktan en çok keyif aldığın karakter?
Oynadığım zaman ondan nasıl keyif alabilirim diye düşünüyorum. ‘Küçük Ağa’ dizisinde ‘Maho’ karakterini oynarken Urfalı olduğu için çok keyif alıyordum. Çünkü dil konusunda başka bir zorlama vardı. Çakallarla Dans’ta o ekiple oynamanın verdiği keyif bambaşkaydı. Yılan Hikâyesinde ustalar vardı, onlarla çalışmak çok keyifliydi. Recep İvedik’te oynadığımda aldığım geri dönüşler çok keyif verdi. İdolüm diyebileceğin oyuncu kim? İdolüm diyebileceğim çok oyuncu var. Hepsinin farklı özelliği var. Haluk Bilginer’in disiplini, Özkan Uğur’un vazgeçmeyişi, Olgun Şimşek’in hayatın içinden her türlü şeyi kurcalaması ve onu bulabilmesi, Kıvanç Tatlıtuğ’un varolan inadı, Kenan İmirzalıoğlu’nun öğrenme arzusu, Tamer Levent’in entellektüelliği. Bunların hepsi bunları yapmış ve böyle bir yolu bulmuş. ‘O zaman bu yoldan ben nasıl bir şey alabilirim’ diye sormak lazım. Bunları alıp, bu özellikleri kendine yapıştırıp yol almaya çalıştığında donanmaya başlıyorsun. İlk fırsatta gideceğin yer neresi? Muğla – Datça veya İzmir – Sığacık.
Karakterinin en güçlü yanı nedir?
Karakterimin en güçlü yanı sanırım kolay kolay vazgeçmemem ve çalışkan olmam.
‘SİGORTAYA ÖNEM VERİLMESİ GEREKLİ’
Kaç sigorta poliçen var?
Birçok sigorta poliçem var. Hatta ilk sigortalı olduğum dönem üniversite yıllarımdı. Üniversite döneminde bile sigortalıydım. Şu an 3 sağlık sigortam, konut sigortam, kaskom ve hayat sigortam var. Sigortaya önem veriyorum ve önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu ekonomik konjonktürde başka türlü birikim ve koruma sağlanamıyor. Sigorta kıymetli bir şey ve doğru değerlendirmek lazım. Bir insanın iyi bir doktoru, iyi bir avukatı ve iyi bir sigortacısının olması lazım.