Takıldıklarım
TELEVİZYON kanallarındaki konuşmacı katılımlı programlarda elindeki kalemle sürekli not alır gibi hareketler yapanlar oluyor bazen. Dikkatli bakıldığında bırakın not almayı vazoda çiçek ya da çöp adam bile çizemeyecek yerlerinden tutuyorlar kalemlerini. Kalem ile yaptıkları hareketler de konuşma ritimleri ile senkronize ve çoğu da mırıl mırıl konuşup ne yazıp çiziyorlarsa oraya kilitlenmiş durumdalar. Ne moderatöre veya diğer konuklara, ne de kameralara bakmadan…
Kişinin elinde ufak bir pet şişe su. Kapağı açıyor bir fırt su alıyor ve kapağı kapatıyor. Aradan 1 dakika bile geçmeden kapağı açıp bir yudum daha alıp yine kapatıyor kapağı. O yarım litrelik sıvı zaten birkaç dakikada bitiyor bu sıcak havalarda ve o birkaç dakikada o kapak defalarca açılıp kapatılıyor…
Maç sonu röportajlarında ya da son dönemde giderek artan gündem odaklı sokak röportajlarındaki o 3.kişi var bir de. Muhabir ve yayına aldığı kişi, buraya kadar normal. Bir de o söyleşiyi fark edip arka planda hazır ola geçen o üçüncü. Kimisi kayıt bitene kadar hiç gözünü kaçırmadan kameraya gülücükler gönderiyor, kimisi yayının yapıldığı kanalı cep telefonundan eş dosta bildirip çaktırmadan el sallıyor, kimisi de statlardaki spor polisi gibi bakmaması gerektiğini düşünüyor ama dayanamayıp kaçamak bakışlar atıyor ara ara.
Eskiden özellikle esnaf lokantalarında, mahalle arası ızgaracılarda filan olurdu o pastel renkteki ince kağıtlar. Şimdilerde daha çok düşük gramajlı kağıt peçeteler aldı bunların yerini. Yemeğe oturan kişinin ilk yaptığı iş de masadaki çatal bıçağı bu kağıt ya da peçete ile kuru kuru silmek oluyor. Aslında o kağıt ile çatal bıçağın açık ortanda maruz kaldıkları hijyensizlik ortada ama olsun, yine de o silme hareketi huzur veriyor insana belki.
Yolda gidiyorsun aracınla. Önünde senden daha yavaş giden bir araç beliriyor. Kendi önü açık olmasına rağmen hızını da azaltıyor kademeli olarak. Aslında bir tarafa sapacağını anlıyorsun ama sinyal verip resmi hale getirmiyor yavaşlamasını. Sonra birden direksiyonu çeviriyor sapacağı yöne doğru ve tam o anda sinyal veriyor. Sizi bilmem ama benim düşüncem hiç sinyal vermemesinin daha iyi olduğu bu süreç sonunda…
Eve dönerken markete uğrayıp birkaç parça bir şey alman gerekiyor. Hızlıca alıyorsun her şeyi ve kasaya geliyorsun. Önündeki müşteri koca bir sepeti boşaltmış ve senin geldiğini görüp işlerini süratle bitirmesini beklemek hayal maalesef. Zaten çoğu tam kasa aşamasında telefonla konuşuyor ve ellerden biri iptal durumda. Diğer el ile cepten veya çantadan cüzdan çıkacak, doğru kredi kartı bulunacak, şifre girilecek, o alınanlar tek elle poşetlere doldurulacak da sıra sana gelecek.
Kalabalık bir ortamda elindeki telefon ile görüntülü ya da hoparlör açık türlü konuşmalar yapan o kişi! Hiç tanımadığın, çoğuyla tanışmanın da kimseye faydası olmayacağı bir ortam. Zaten yeterince gürültü ve görüntü kirliliği var sen olmasan da. Ama sen ya ne kadar önemli olduğunu vurgulamak, ya da ne kadar meşgul ve yoğun olduğunu göstermek, ya da kalabalık içinde ne yapacağını bilemediğini saklamak için o ortamı geçici süreliğine yaşanmaz hale getiriyorsun sayın kişi!
Bu koca şehirde güvenli, uzun soluklu ve hızlı yürünebilecek kaldırım bulabilmek zaten Kaf Dağı’nın ardındaki Anka Kuşundan mücevheri alıp getirebilmekten daha kolay değil. Bir de bunun üstüne o kısıtlı alanlarda yanlamasına genişleyen sohbetçi ekipler yok mu! Hatta bazen 2 ayrı ekip birleşip tüm yaya kaldırımını geçişe kapatıyorlar hal hatır sohbetleri için.
Zaman zaman kendimi arka koltuktaki ilgi çekici yolcu ile sohbeti uzatabilmek için tüm trafik kurallarına uyan, sabırlı ve anlayışlı taksi şoförü gibi hissediyorum, zaman zaman da kırmızıdan sarıya dönen ışıkla birlikte kornaya abanan trafik canavarı gibi 🙂
Affınıza sığınarak bu sefer de böyle oldu diyorum.
Görüşmek üzere,