Sigortalının yükümlülükleri: Sözleşmesel görevler
Bu ayki yazımızda “sözleşmesel görevler” konusuna değineceğiz. Ancak genişliği sebebiyle, önümüzdeki aya ilişkin yazımızı da aynı konuya, daha doğrusu konunun devamına ayıracağız.
“Sözleşmesel görev” deyimi ilk bakışta pek açık görünmeyen, hukukun bitmek tükenmek bilmeyen “kuramsal” tartışmalarını hatırlatan, okuyucu için “havada kalan” bir deyim izlenimini vermektedir. Ancak uygulamada “teminat dışı hal” olduğunu sandığımız (veya şimdiye kadar öyle kabul edegeldiğimiz) birçok halin aslında “sözleşmesel görev” kavramına dahil bulunduğunu ve bunların kayıtsız koşulsuz sigortacının sorumlu olmadığı durumlar olarak nitelendirilmemesi gerektiğini (aksine çoğu zaman sigortacının bu durumlarda da ödeme yükümlülüğünün mevcut olacağını) dikkate alırsak, konunun önemi kendiliğinden anlaşılır. Bu ayki yazı daha çok “sözleşmesel görev” kavramının kuramsal boyutlarına ilişkin olacaktır. Uygulama örneklerini ise önümüzdeki ay vereceğiz.
2011 yılında çıkarılan yeni (aslında daha o tarihte çoktan eskimiş) Türk Ticaret Kanunu (TTK), yerini aldığı 1956 tarihli kanunda mevcut olmayan bir hükme yer vermiş bulunmaktadır. Kısaca “sözleşmesel görevler” (contractual duties = vertragliche Obliegenheit) olarak adlandırabileceğimiz bu yeni düzenleme aynen aşağıdaki gibidir:
Madde 1449
e) Sözleşmede öngörülen yükümlülüklerin ihlali
(1) Sigortacıya karşı yerine getirilmesi gereken ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali hâlinde, bu Kanunda ve diğer kanunlarda yer alan özel düzenlemeler hariç olmak üzere, sigortacının sözleşmeyi kısmen veya tamamen feshederek ifadan kurtulabileceğine ilişkin hükümler, ihlalde kusur bulunmaması hâlinde sonuç doğurmaz.
(2) İhlal kusura dayandığı takdirde, durumun öğrenildiği tarihten itibaren bir ay içinde kullanılmayan fesih hakkı düşer; meğer ki Kanun farklı bir süre öngörmüş olsun.
(3) Sigortacı ihlalin, rizikonun gerçekleşmesine ve sigortacının yerine getirmesi gereken edimin kapsamına etki etmediği durumlarda sözleşmeyi feshedemez.
Bu düzenlemenin anlamını, eksik ve hatalı yanlarını incelemeye geçmeden önce, bazı hususların anımsatılmasında yarar vardır.
SİGORTA HUKUKUNDA ‘KÜLFET’ KAVRAMI
Sigorta hukukunda sigorta ettirenin görevleri dendiği zaman, bundan anlaşılması gereken husus, sigorta ettirene yasada veya sözleşmede yüklenmiş olan, ancak ifa edilmesi talep edilemeyen ve ifa edilmeme halinde bundan kaynaklanan zarar için dava açılamayan davranışlardır. Göreve aykırılığın yaptırımı yalnızca “hak kaybı” olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçeve içinde görevler, hukuken “borç” niteliğinde değildir. Borç olmadıkları için de bunları ifade etmek amacıyla “borç” sözcüğünden farklı bir sözcük olan olan “görev” (Obliegenheit, duty) deyimi kullanılmaktadır. Bu noktada belirtmek gerekir ki TTK’da bunların “yükümlülük” olarak tanımlanmış olması kanımızca doğru bir tercih değildir.
Görev ihlalinde bulunan sigorta ettiren veya sigortalı sigortacıya karşı sahip olduğu sigorta korumasından yararlanma hakkını ya bütünüyle ya da kısmen yitirmektedir.
Kanun (TTK), bazı görevleri özel olarak düzenlemiş ve bunlara aykırılık halinde doğacak sonuçları da her bir görev için ayrı ayrı düzenlemiştir. Nitekim sözleşme öncesi bildirim görevi TTK 1435 vd’nda; rizikoyu ağırlaştırmama ve eğer riziko ağırlaşması söz konusu olmuşsa bunu sigortacıya bildirme görevi TTK 1444-1445’te; rizikonun gerçekleştiğini sigortacıya bildirme görevi TTK 1446’da; riziko sonrasında sigortacıya bilgi verme ve araştırma yapılmasına izin verme görevi TTK 1447’de; rizikonun gerçekleşmeye başlaması (veya bunun artık kaçınılmaz hale gelmiş bulunması) üzerine koruma önlemi alma (zararı önleme ve/veya azaltma) ve sigortacının ileride tazminat ödeyince yararlanabileceği (üçüncü kişi sorumlulara karşı) rücu haklarını koruma görevleri TTK 1448’de; zarar sigortalarında zarara uğrayan mal ve zararın gerçekleştiği yerde değişiklik yapmama görevi TTK 1471’de; sorumluluk sigortalarında sorumluluğa yol açan/açabilecek olan olayı ve ayrıca zarar gören tarafından yöneltilen tazminat istemini sigortacıya bildirme görevi TTK 1475’te; sorumluluk sigortalarında zarar görenin sigortacıya zararın sebebi ve miktarına ilişkin bilgi verme görevi TTK 1479’da; hayat sigortasında yaşın sigortacıya doğru bildirilmesi görevi TTK 1497’de; hayat sigortasında sözleşme öncesi bildirim görevi ile ilgili bazı hususlar TTK 1498’de ve yine hayat sigortasında rizikonun ağırlaştırılmaması görevi ile ilgili bazı hususlar TTK 1499’da hükme bağlanmıştır.
ADALET DUYGUSUNU ZEDELEYEBİLİR
Ancak yasanın her türlü olasılığı ve düşünülebilecek bütün görevleri özel olarak düzenlemesi söz konusu değildir. Sigortacı ve sigorta ettiren, kurdukları sigorta sözleşmesinde, sigortacıya karşı yerine getirilmesi gereken birçok görev üzerinde anlaşmış olabilirler. Sözleşmede öngörülmüş olan görevlere aykırılığın sonuçlarının belirli bir durumda en fazla ne olabileceği çok önemli bir sorundur. Bu hususta sigortacının ellerinin tümüyle serbest olmaması lazımdır. En basit bir görev ihlalinin, sigortacının edim yükümlülüğünden kurtulmasına yol açabilmesi adalet duygusunu zedeler. Bu yüzden, yasa, sözleşmesel görevlerin yerine getirilmemesi halinde uygulanabilecek yaptırımları (sigorta ettiren veya sigortalının hangi oranda hak kaybına uğramış olabileceğini) özel olarak ve emredici şekilde öngörmüştür.
SÖZLEŞMESEL GÖREVLER
“Sözleşmesel görevler” modern sigorta hukukunun temellerinden birini oluşturmaktadır. Bu görevler sayesinde, sigortacının çıkarlarını gereken ölçüde gözetmek ve sigorta ettirenlerin/sigortalıların sigorta ilişkisini sigortacı aleyhine zedeleyen bazı davranışları için yaptırım uygulamak mümkün hale gelmektedir.
Sözleşmesel görev, tarafların sigorta sözleşmesinde kararlaştırdıkları görev anlamına gelir. Yasal bir görevin sözleşmede tekrarlanması kural olarak o görevi sözleşmesel görev haline getirmez. Emredici yasal düzenlemeye uygun şekilde, yasal bir görev hakkında sözleşmede sigorta ettiren/sigortalı lehine, yasadakinden daha hafif bir yaptırıma yer verilmesi sözleşmesel görev öngörülmesi olarak yorumlanmamalıdır. Bu olasılıkta yalnızca yasal yaptırımın hafifletilmesi söz konusudur.
Tarafların sözleşmesel görev yerine gerçek anlamda (talep ve dava konusu olmaya elverişli) sözleşmesel borç üzerinde anlaşmaları acaba mümkün müdür? Bu gibi bir anlaşma (emredici kurallara aykırı düşmediği ölçüde) kuramsal olarak geçerlidir. Ancak özellikle Türk hukukunda emredici kuralların çok geniş bir uygulama alanına sahip bulundukları ve yargının sigorta ettiren/sigortalıları koruyucu yaklaşımları ve bu yöndeki çözümleri benimsemeye eğilimli olduğu dikkate alınırsa, bir davranışın sözleşmesel görev değil fakat gerçek bir sözleşmesel borç olarak düzenlenmiş sayılması ve geçerli olacağı sonucuna varılması uzak bir olasılıktır.
Öncelikle belirtelim ki Türk hukukunda riziko sonrasındaki davranış yükümleri hakkında özel yasa hükümleri mevcuttur ve bunlar da sigorta ettiren/sigortalı lehine emredicidir. Bu yön dikkate alınırsa, rizikonun gerçekleşmesi sonrası için sözleşmesel görev öngörmeye olağan koşullarda pek gereksinim duyulmayacaktır. Bu bakımdan, sözleşmesel görevler esas olarak riziko öncesi için (rizikonun meydana gelmesinin önüne geçmek amacıyla) tasarlanır ve öngörülürler. Aşağıda rizikoyu önlemeye yönelik olarak, riziko öncesindeki safhada yerine getirilmesi gereken görevler inceleme konusu yapılacaktır.
TEMİNAT DIŞI HAL Mİ, SÖZLEŞMESEL GÖREV Mİ?
Sözleşmesel görevler ile teminat dışı haller ve süre sınırlamaları arasında nasıl ayırım yapılacağı önemli ve yoruma açık bir konudur. Özellikle sözleşmesel görev konusu olması gereken bir husus, teminat dışı hal olarak düzenlenmişse (daha doğru bir anlatımla teminat dışı hal görüntüsünün arkasına gizlenmişse) bu durumun nasıl saptanacağı duraksamaya yol açmaktadır.
Ayırımın önemi şuradadır: Eğer bir husus “teminat dışı hal” ise, sigortacı yalnızca bu halin varlığını ortaya koyarak ödeme yükümlülüğünün olmadığını ileri sürebilecektir. Buna karşılık, sözleşmesel görevin söz konusu olduğu durumlarda, kanunun öngördüğü (kusurun varlığı, görev ihlali ile riziko arasında sebep-sonuç bağının kurulabilmesi, belirli bir süre içinde işlem yapma gibi) koşulların da gerçekleşmiş bulunması lazımdır.
Bir sigorta sözleşmesinde sigorta ettiren/sigortalının belirli bir davranışı sözleşmesel görev olarak düzenlenmiş olabileceği gibi (mesela: “Sigorta ettiren aracı yola elverişli durumda bulunduracaktır”), teminatın işlerlik kazanmasının ön şartı (mesela: “Sigorta teminatı aracın yola elverişli olması koşuluyla devreye girecektir”) veya teminat dışı hal (mesela: “aracın yola elverişli olmadığı haller teminat haricidir”) olarak da düzenlenmiş olabilir.
‘GİZLENMİŞ GÖREV’
Bugün sigorta sözleşmesinde “belirli (tanımlanmış) bir davranışın sergilenmesi gereğine” yer verilmiş olması durumunda sözleşmesel görevin söz konusu olacağı görüşü ağırlık kazanmaya başlamıştır. (PEICL’da verilen örnek şudur: Eğer bir yangın sigortası sözleşmesinde “gaz şişelerine ilişkin faaliyetler sırasında gereken özenin gösterilmemesi sebebiyle çıkarılan yangın” teminat dışında bırakılmışsa, bunun (gizlenmiş) bir sözleşmesel görev sayılması gerekmez. Buna karşılık, gaz şişeleri ile ilgili olarak, belirli talimat hükümlerine aykırılık sebebiyle çıkarılacak yangının teminat dışında kalacağı belirtilmişse, bu hükmü bir sözleşmesel görev olarak değerlendirmek lazımdır).
Aslında bütün hadise bir yorum sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır: Gizlenmiş görevden, bir sözleşme hükmünün “teminat dışı hal” olarak kaleme alındığı fakat gerçekte bunun gerisinde bir sözleşmesel görevin saklı bulunduğu durumlarda söz edilir.
Eğer sigortacının ödeme yükümlülüğü, sigorta ettirene yüklenebilecek olumsuz bir davranıştan bağımsız biçimde öngörülmüşse teminat dışı halin varlığı kabul edilir. Buna karşılık sigortacı, edim yükümlülüğünden kurtulmak için sigorta ettirenin sözleşmede öngörülen davranış yükümüne aykırı davranmış olduğunu ortaya koymak zorunda ise, sözleşmesel görev söz konusu olur. Somut durumda bunlardan hangisinin var olduğunu belirlemek için sözleşme hükmünün metni ve sözleşme içindeki yeri önem taşıyabilir ise de bunlar tek başına yeterli görülemez. Hükmün içeriğini de göz önünde tutmak gerekir.
Bununla birlikte, bir sözleşme hükmü “sözleşmesel görev” olarak tanımlanmışsa, kural olarak bu niteleme esas alınmalıdır.
Sözleşmedeki düzenleme ilk planda sigorta ettirenin (sigorta korumasından yararlanma olanağını kazanmasına veya yitirmesine yol açacak) bir davranışına ağırlık vermekte ise, (klozun metni sigorta kapsamı dışında bırakılan bir hal ile ilgili olduğunu çağrıştırsa dahi), bunun “gizlenmiş” diğer bir anlatışla ilk bakışta “gizli” olduğu saptanamayan bir görev niteliğini taşıdığı kabul edilecektir. Buna karşılık, bir kloz sigortacının en baştan itibaren sigorta koruması sağlamasının söz konusu olmadığı belirli bir hali tanımlamakta ise, bu klozun teminat dışı hale ilişkin sayılması uygun olur.
Teminat dışı bir hal olarak öngörülen bir sözleşme hükmünün aslında “gizlenmiş görev” olarak nitelenmesi gerektiği saptandığı zaman acaba hangi sonuç meydana gelecektir? Sözleşmesel görevlere ilişkin TTK 1449, sigorta ettirenin sözleşmedeki hükmü ihlal etmesi halinde uygulanacak yaptırımın yine sözleşmede belirtilmiş olması olasılığı ile ilgili düzenleme getirmiştir. Oysa, teminat dışında kalan hal olarak düzenlenen bir sözleşme hükmü, bunun aslında sözleşmesel görev olduğu saptandığında, kanundakine benzer herhangi bir yaptırım içermeyecektir. Bir sözleşme hükmü, “gizli görev” olarak nitelenir ve fakat yasanın aradığı türden bir sonuç içermezse, sözleşmesel görevlere ilişkin TTK 1449’u o halde de uygulamak ve sigortacının sigorta ettiren tarafından o sözleşme hükmünün kendisine yüklediği davranış yükümüne aykırı davranılmış olması durumunda, görevin ihlalinde kusur varsa ve görev ihlali ile riziko arasındaki sebep-sonuç bağı koşulu da gerçekleşmişse, sözleşmeyi feshederek ödeme borcundan kurtulacağını benimsemek doğru olur.
‘YA HEP YA HİÇ’ KURALININ BENİMSENMESİ YANLIŞ
Bu noktada şunu belirtmek lazımdır: TTK 1449’un artık terkedilmiş bulunan “ya hep ya hiç” kuralını benimsemesi hatalı bir düzenlemedir: Sigortacı, sözleşmesel görev ihlali rizikonun gerçekleşmesine etki etmişse ve sigorta ettirende de görev ihlali bakımından az da olsa kusur varsa, ödeme yükümlülüğünden tamamen kurtulabilmektedir. Oysa bu çözüm sigorta ettiren ve sigortalıların çok aleyhine olan dengesiz bir çözümdür. Nitekim Almanlar, sigortacının edim sorumluluğundan kurtulmasına yalnızca görevin kasıtlı olarak veya pervasızca hareket sonucunda ihlal edilmesi olasılığında izin vermişlerdir.
(Devamı gelecek ayki yazımızda)