Selde risk çok büyük, alınan primler yetersiz

Sel, Türkiye’de çok sık gerçekleşen ve çoğunlukla göz ardı edilen bir risk. Son yıllarda yaşanan iklim değişikliklerinin dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iklim kaynaklı doğal afetlerin sayısında ve şiddetinde artışa yol açtığı biliniyor. Oysa ülkemizde sıklıkla karşılaşılmasına rağmen sel riski, deprem riskinin gerisinde kalarak ikinci plana atılıyor.
Ülkemizde sel felaketi gerçekleşme sıklığı da giderek artıyor. Ancak bu konuda sağlıklı bir istatistik ve veri kaynağı bulunmadığı için sigorta kapsamında olsun ya da olmasın sel/seylap olaylarındaki artışı resmi kaynaklardan teyit etmek mümkün değil. Kamu kaynaklı istatistiklerde tüm seller bulunmuyor, sadece taşkın verileri elde edilebiliyor. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 1975-2011 yılları arasında 820 adet taşkın olayı meydana geldiği görülüyor. Bu taşkınların ülke ekonomisine yılda yaklaşık 150 milyon lira zarar verdiği belirtiliyor.
Yine Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 2001-2012 döneminde 1989-2000 dönemine göre taşkın sayısında dört kat artış olduğu görülüyor. Oysa sel olması için mutlaka bir derenin veya akarsunun taşması gerekmiyor. Oluşum yerlerine göre seller literatürde “Dere ve Nehir Selleri (Taşkınlar)”, “Dağlık Alan (Kuru Vadi) Selleri”, “Şehir Selleri”, “Kıyı Selleri” ve “Baraj Selleri” olarak beşe ayrılıyor.
Sigortacılar en çok zararı şehir sellerinden görüyor. Şehirleşmenin ve ekonomik faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerde gerçekleşen bir selin maliyeti çok daha yüksek oluyor. Bu bölgelerde sigortalılık oranı da daha yüksek olduğu için, faturanın büyük bir bölümü de sigortacılara çıkıyor. Buna karşın, yangın sigortasıyla birlikte verilen sel teminatı için alınan primler yeterli değil. Görüşünü aldığımız sektör yöneticileri, yangın sigortasında alınan primlerin bu sigortanın ana teminatını oluşturan deprem riskini dahi karşılamadığını söylüyor. Oysa risk hiç de azımsanacak boyutta değil.

İNGİLTERE SİGORTA BİRLİĞİ’NDEN  HER YIL 1 MİLYAR £ YATIRIM
Sel riski, tüm dünyada sigortacılar için ciddi maliyetler oluşmasına yol açıyor. Gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, gelişmiş ülkelerde de bu risk ciddiyetini koruyor. Sigortalılık oranı bu ülkelerde daha yüksek olduğu için, risk gerçekleştiğinde sigorta sektörüne maliyeti de daha fazla oluyor. Örneğin, İngiltere’de Aralık 2015’in sonunda gerçekleşen sellerin sigortalı hasarının 1.5 milyar pound olması bekleniyor. Ancak bu ülkede, sigortacılar da selle mücadele için yoğun olarak çalışıyor. İngiltere’deki konutların sele dayanıklı olması için kampanya başlatan İngiliz Sigortacılar Birliği (ABI), iklim değişikliklerine ayak uydurmak ve sel riskini kontrol edebilmek için 2025’e kadar her yıl 1 milyar poundluk yatırım yapmayı planlıyor.

EN BÜYÜK SEL HASARININ SEKTÖRE FATURASI 700 MİLYON LİRA
Türkiye Sigorta Birliği’nin verilerine göre, sektör 2000-2005 yılları arasında yaşanan sel felaketlerinden dolayı toplam 133 milyon lira hasar ödedi. Bu hasarın %80’i yangın sigortalarında, geri kalan kısmı ise kasko ve diğer branşlarda düzenlenen poliçeler nedeniyle ödendi. Verilerden hareketle, özellikle büyük şehirlerde gerçekleşen depremlerin hem ekonomiye hem de sigorta sektörüne çok büyük zararlar verdiği görülüyor. Yakın dönemde İstanbul’da gerçekleşen şu üç sel felaketi de bunu kanıtlar nitelikte:
* 1987 yılında Kâğıthane ve Alibeyköy derelerinin taşması ile yaşanan sel nedeniyle Kağıthane çevresinde 600 civarında işyeri ve sanayi kuruluşunda zarar meydana geldi, sigorta kapsamına giren hasarların toplamı da yaklaşık 6 milyon doları buldu.
* 1995 yılında da Ayamama Deresi’nin taşması sonucunda yine ciddi bir sel felaketi yaşandı ve sigorta şirketleri toplam 40 milyon dolar hasar ödedi.
* 31 vatandaşın da öldüğü en büyük sel hasarı 2009 yılı eylül ayında Silivri, Selimpaşa, Çatalca, İkitelli Basın Ekspres yolu, Halkalı, Arnavutköy, Sultangazi, Bağcılar, Eyüp, Esenler, Bahçelievler, Başakşehir, Büyükçekmece merkezli gerçekleşti. Bu felaketin sigorta sektörüne maliyeti yaklaşık 700 milyon lira oldu.


 

Türkiye Sigorta Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Erhan Bozkurt: Kapsamlı bir sel riski haritası yolda

“ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI’NIN YÜRÜTTÜĞÜ, ÜLKEMİZ SU HAVZALARINDAKİ SEL TEHLİKESİ VE RİSKİ HARİTALARININ ÇIKARILMASI, TEDBİRLERİN VE İLGİLİ KURUMLARIN BELİRLENMESİ KAPSAMINDA AYRINTILI BİR ÇALIŞMA YAPILIYOR. 2023 YILINA KADAR ÜLKEMİZDEKİ 25 HAVZAYA İLİŞKİN TAŞKIN YÖNETİM PLANLARININ TAMAMLANMASI PLANLANIYOR. BU ÇALIŞMA SİGORTA SEKTÖRÜ İÇİN DE BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR.”

Türkiye Sigorta Birliği Genel Sekreter Yardımcısı Erhan Bozkurt, ülkemizde deprem riskinden sonra gerçekleşme sıklığı ve şiddeti en yoğun doğal afet riskinin sel olduğunu vurguladı. Tüm ülke çapında bu riskin gerçekleştiğini dile getiren Bozkurt, özellikle şehirleşmenin ve ekonomik faaliyetin yoğun olduğu alanlarda riskin gerçekleşmesi sonrasında maliyetin daha yüksek olduğuna dikkat çekti. Bozkurt, dere yatağına inşa edilmiş konutlar ve/veya şehirleşmeyi destekleyecek altyapı eksiklikleri nedeniyle gerçekleşen hasarlarla da sıklıkla karşılaştıklarını ifade etti.

‘SİGORTALILIK ORANI RİSKLİ BÖLGELERDE DE YETERSİZ’
“2015 yılında yaşanan Zonguldak/Devrek heyelan felaketi ve Artvin/Hopa sel felaketinde konutların birçoğunun sigortasız olduğunu, bu bölgelerde sel, heyelan gibi riskleri içeren konut sigortasının %1- 2 seviyesinde kaldığını gördük” diyen Bozkurt, aynı bölgede sadece deprem riskini teminat altına alan DASK’ınsa daha yüksek penetrasyon oranına ulaştığı bilgisini verdi.
“Sel riskinde özellikle yapılan meteorolojik uyarılar sayesinde önceden haber alınabildiğinden olası can ve mal kayıplarını azaltmak mümkün” diyen güzel de bir haber verdi: “Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın yürüttüğü, ülkemiz su havzalarındaki sel tehlike ve risk haritalarının çıkarılması, tedbirlerin ve ilgili kurumların belirlenmesi kapsamında ayrıntılı bir çalışma yapılıyor. Bu projenin ilk etabı olan Yeşilırmak havzası ile ilgili çalışmalar tamamlandı, 2023 yılına kadar ülkemizdeki 25 havzaya ilişkin taşkın yönetim planlarının tamamlanması planlanıyor. Bu çalışma sigorta sektörü için de büyük önem taşıyor.”

‘AFET SONRASI SİGORTALININ YANINDA OLUNMALI’
Sigorta bilincinin yaygınlaştırılmasında yaşanan felaketlerin ne yazık ki önemli bir rol oynadığını kaydeden Bozkurt, “Böyle dönemlerde şirketlerin sunduğu hizmetin kalitesi ve sigortalılarının yanında olduğunu gösteren uygulamalar sektörün devamlılığı için önemli etkenler arasında. Geçmiş yıllarda yaşanan sel felaketleri sonrasında Türk sigorta sektörü bu alanda üzerine düşeni yerine getirdi ve getirmeye devam edecek” dedi.
Zorunlu uygulamaların yanı sıra, gelir ve eğitim durumuna göre farklılık içerse bile toplumumuzun hemen her kesiminde sigorta bilincinin artırılmasına yönelik çalışmaların da büyük önem arz ettiğini söyleyen Bozkurt, sözlerine şu şekilde devam etti: “Sigorta bilincinin tabana yayılması ve geleceğin bugünden yapılandırılması için bu bilincin küçük yaşta oluşturulmasının önemli olduğu ve bu amaçla eğitim sisteminin içeriğine, temel sigorta bilgilerinin eklenmesinin son derece faydalı olacağı düşünülüyor.”

‘SİGORTA SEKTÖRÜ BİLİNCİ ARTIRMAK İÇİN ÇALIŞIYOR’
Sigorta sektörünün kamunun da desteğini alarak tüm bileşenleriyle yürüttüğü bilinçlendirme kampanyaları ve ulusal düzeyde yürütülen reklam kampanyalarıyla sigorta konusundaki bilinci artırmaya çalıştığını söyleyen Bozkurt, “Toplumsal düzeyde sigorta konusundaki bilincimizin istenen seviyede olmadığı ve özellikle doğal afetler konusunda alınması gereken önlemlerin birçoğunun henüz hayata geçirilemediği bir gerçek. Diğer taraftan süresi sona eren poliçelerin yenilenmesinin sağlanması hususunda acentelerin daha aktif olması en azından var olan sigortalı portföyünün devamlılığının sağlanması açısından büyük önem taşıyor” diye konuştu.
Sektörümüzde sel teminatının tek başına poliçeleştirilebilen bir risk olmadığını, yangın sigortası kapsamında verilen bir ek teminat olduğunu hatırlatan Bozkurt, sözlerini şöyle tamamladı: “Rekabet nedeniyle, bu branştaki poliçeler neredeyse sadece deprem primi ile düzenleniyor. Son yıllarda çok büyük hasarlar yaşanmamasına rağmen sadece iklimsel riskler nedeniyle gerçekleşen hasarlar bile branş sonuçlarında önemli değişikliklere sebep oluyor. Dolayısıyla, sektörün bu alanda aldığı primlere yeterli demek doğru olmayacaktır.”


 

Sompo Japan Sigorta Genel Müdür Yardımcısı Uğur Özer: Yangın poliçesinden yangın primi alınmıyor

“YANGIN POLİÇELERİYLE ALINAN PRİM SADECE DEPREM PRİMİNE KARŞILIK GELİYOR, POLİÇENİN ANA TEMİNATI OLAN YANGIN RİSKİ İÇİN DAHİ PRİM ALINAMIYOR. SON YILLARDA İKLİM KAYNAKLI HASARLARIN TOPLAM HASARDAKİ PAYINDA BELİRGİN BİR ARTIŞ VAR, BU İTİBARLA ALINAN PRİMLER YETERSİZ. ÖNEMLİ BİR DEPREM OLANA DEK SEKTÖR BU SORUNU MAALESEF ÖTELEMİŞ GİBİ GÖRÜNÜYOR.”

Sompo Japan Sigorta Kurumsal Teknik, Kurumsal Satış ve Hasar Genel Müdür Yardımcısı Uğur Özer, iklim değişikliğinin etkisiyle özellikle son yıllarda sel/seylap kaynaklı hasar ihbarlarında ciddi artış yaşandığını ifade etti. Son yıllarda küresel iklim değişimiyle birlikte sağanak yağışların şiddetinin yükselmesine bağlı olarak şehir sellerinde önemli artışlar olduğunu söyleyen Özer, bu tür sellerin daha çok sigorta şirketlerinin teknik sonuçları üzerinde olumsuz etki yaptığını aktardı.
2015 yılında önceki yıla göre sel/seylap hasar adetlerinde %30 oranında bir artış gerçekleştiğini aktaran Özer, bunun dışında özellikle son yıllarda fırtına da dahil olmak üzere doğa olaylarına bağlı hasar sayılarında da yüksek oranda artışlar gözlemlendiğini sözlerine ekledi.

‘RİSK SEÇİMİ İÇİN ETKİLİ BİR ARAÇ YOK’
Selin Türkiye’de en sık görülen afetlerden biri olduğunun altını çizen Özer, “Neredeyse her kent ve bölgede bu tür seller meydana gelebildiği için sigorta şirketlerinin elinde de risk seçiminde kullanabileceği etkin bir araç bulunmuyor. Küresel ısınma, ülkemizdeki plansız yerleşimler, plansız/yetersiz altyapı gibi nedenlerle, sayısı ve şiddeti her gün artan şehir selleriyle karşılaşacağız” diye konuştu.
Sel-seylap teminatının çoğunlukla yangın sigortalarıyla birlikte verildiğini, özellikle son yıllarda bu tür hasarların toplam hasarlar içerisindeki payının ciddi oranda arttığını kaydeden Özer, “Esasen sadece sel/seylap doğa olayları ve dolu, fırtına, kar ağırlığı, yer kayması gibi iklim kaynaklı hasarların toplamında belirgin bir artış söz konusu” dedi.
Yangın poliçeleriyle alınan primin sadece deprem primine karşılık geldiğini, poliçenin ana teminatı olan yangın riski için dahi prim alınamadığını dile getiren Özer, “Son yıllarda iklim kaynaklı hasarların toplam hasardaki payında belirgin bir artış var. Bu itibarla alınan primler yetersiz. Deprem riski için toplanan primler başta yangın olmak üzere sel/seylap gibi doğal olaylar sonucu meydana gelen hasarların yanı sıra cam kırılması, dahili su gibi bir dizi küçük çaplı hasarların tazmininde de kullanılıyor. Önemli bir deprem olana dek sektör bu sorunu maalesef ötelemiş gibi görünüyor” şeklinde konuştu.

‘MEVCUT VERİLER TÜM SEL HASARLARINI YANSITMIYOR’
TSB’deki verileri aktaran Özer, sel teminatı için alınan prim ve hasar verilerine göre 2012 yılında 20.7 milyon lira prim alınırken 13.6 milyon lira hasar gerçekleştiğini, 2014 yılındaysa alınan prim 36.5 milyon lirayken gerçekleşen sel hasarınınsa 91.7 milyon liraya yükseldiğini kaydetti.
Özer, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu veriler sektörde ödenen tüm sel hasarlarını sağlıklı olarak yansıtmıyor, ancak sel hasarlarında son dönemde önemli ölçüde bir artış olduğunu teyit etmemiz açısından önemli. Sigorta şirketleri tarafından sel teminatı için alınan prim ve bu teminata karşılık ödenen hasarların, ait oldukları teminat grubu altına kaydedilmesi halinde bu verilerin daha sağlıklı olarak değerlendirilebilmesi mümkün olabilecektir.”


 

AIG Sigorta Genel Müdür yardımcısı Sema Tüfekçiler: Sigorta ikinci planda kalıyor

“DEVLETİN ZARARLARI GİDERMEDEKİ AKTİF ROLÜ SİGORTANIN İKİNCİ PLANDA KALMASINA VE ÖNEMİNİN GEREĞİ GİBİ ANLAŞILAMAMASINA SEBEP OLUYOR. DEVLETİN ROLÜ KORUMA, ÖNLEME VE ACİL MÜDAHALEYE ODAKLANMALIDIR Kİ, SİGORTA BİLİNCİ SEL/SEYLAP İLE İLGİLİ OLARAK YETERİNCE GELİŞEBİLSİN.”

AIG Sigorta Genel Müdür Yardımcısı Sema Tüfekçiler, doğal özellikleri, sosyoekonomik ve kültürel yapısı nedeniyle Türkiye’nin çok sık ve yaygın olarak sel afeti görülen bir ülke olduğunu ifade etti.
Tüfekçiler, “Sel, çoğu zaman hem gelişmiş ve hem de gelişmekte olan ülkelerde, arazilerin yanlış kullanımı, ormanların çeşitli nedenlere bağlı olarak tahribi, yerleşme ve sanayi alanlarının seçiminde yapılan yanlışlıklar, altyapı yetersizliği, hızlı nüfus artışı, sel ve taşkına karşı gerekli teknolojiyi kullanma imkanının olmaması gibi pek çok nedenden dolayı daha etkili oluyor ve birçok ülkede doğal afetler arasında ilk sırayı alıyor” dedi.
Doğa ve iklim dengesinin bozulması, çarpık kentleşme, aşırı betonlaşma sonucu toprağın suyu emme özelliğinin yok olması veya minimuma gelmiş olmasıyla selin artık bir risk olmaktan çıkarak, oluşması kesin olan bir unsur haline dönüştüğünü kaydeden Tüfekçiler, bu sebeple muafiyet ve koasüransın bu teminat açısından daha da anlamlı hale geldiğini dile getirdi. Sigortalının da alacağı her türlü önlemi almış olması gerektiğinin altını çizen Tüfekçiler, sel teminatının dışında kalan halleri şu şekilde sıraladı:
“* Bina içindeki veya dışındaki su borularının patlaması, depolarının patlaması veya taşması sonucu meydana gelen zararlar,
* Kalorifer tesisatının patlaması, dahili su, yağmur derelerinin ve oluklarının taşması sonucu meydana gelen zararlar,
* Sel veya su baskını sonucu dahi olsa yer kayması nedeniyle meydana gelen zararlar,
* Yağışlar nedeniyle meydana gelmediği takdirde riziko mahali dahilindeki kanalizasyon ve fosseptik çukurlarından geri tepen pis suların sebep olacağı zararlar,
* Denizlerin gelgit olayları ve deniz depremi (tsunami) sonucu kabarması nedeniyle meydana gelen her türlü hasar.”

‘KORUMA, ÖNLEME VE ACİL MÜDAHALEYE ODAKLANILMALI’
Devletin zararları gidermedeki aktif rolünün sigortanın ikinci planda kalmasına ve öneminin gereği gibi anlaşılamamasına sebep olduğunu vurgulayan Tüfekçiler, bunun önüne geçmek için yapılabilecekleri şu şekilde sıraladı: “Toplumsal bilinci artırmak için kamu tarafından özel programlar yapılmalı, bölgesel zorunlu programlar önleyici tedbirlerle birlikte uygulanmalı ve devletin rolü koruma, önleme ve acil müdahaleye odaklanmalı. Böylece sel/seylap ile ilgili olarak sigorta bilinci yeterince gelişebilir.”
Sel/seylap  hasarlarına ilişkin olarak rücu ve hukuk işlemlerinde temel prensibin yargının doğru işlemesi olduğundan bahseden Tüfekçiler, “İdari davalar için de hızlı yargılama usulü getirilmelidir. Sel felaketiyle ilgili açılan tazminat davalarının zamanında sonlandırılması sağlanmalıdır. Bununla ilgili Yargıtay kararları mevcuttur. İdare kaçak yapıya yol, su, elektrik götürüyorsa bundan yine de sorumlu olmalıdır. Kazanılmış hak kavramının gözden geçirilmesi gerekmektedir” şeklinde konuştu.

‘OLAY ANINDAN SONRAKİ TESPİTLER ÇOK ÖNEMLİ’
Sel felaketlerinde davaların hangi mahkemede açıldıysa o mahkemede sonuçlandırılması gerektiğini vurgulayan Tüfekçiler, “Olay anından hemen sonraki tespitlerin çok önemli olduğu unutulmamalıdır. İdari davalar, ayrıca Bayındırlık, İskan Bakanlığı ve yerel belediyelere de açılmalıdır” dedi.
Kanun koyucunun zarar veren ile zarar arasındaki illiyet bağını kesen sebepleri mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusuru olmak üzere ayırdığını belirten Tüfekçiler, sözlerine şöyle devam etti: “Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun ve borcun ihlaline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan doğa üstü olaydır. Mücbir sebebin en önemli unsuru kaçınılmazlık unsurudur. Kaçınılmazlık kavramı, mücbir sebep yönünden karşı konulmazlık ve önlenmezlik kavramını kapsar. Bu hallerde de yargının, verdiği kararlarda tüm tarafların hak ve yükümlülüklerine eşit mesafeli olarak karar verme hakkını kullanmalıdır.”


 

EY Türkiye Kriz Yönetimi ve Devamlılık Program Lideri Ender Bebek: Tedbir alanlara prim motivasyonu sağlanmalı

“SİGORTA SEKTÖRÜ VE TÜM DİĞER PAYDAŞLAR, SEL VE SEYLAP RİSKİNE KARŞI POLİTİKA VE UYGULAMALAR GELİŞTİRİLMESİ İÇİN LOBİ ÇALIŞMALARI YAPMALIDIR. AYRICA, SİGORTA UYGULAMALARINDA, KORUYUCU VE ÖNLEYİCİ ÇALIŞMALARIN POLİÇELERE BİR MOTİVASYON PRİMİYLE YANSITILMASI ÖNEMLİ BİR KATKI SAĞLAR.”

EY Türkiye Kriz Yönetimi ve Devamlılık Program Lideri Ender Bebek, şehirleşme yoğunluğu, plansız yapılaşma ve özellikle de önleyici bitki örtüsü varlığının yok edilmesi dikkate alındığında, sel riskinin, ülkemiz için önemli bir doğal afet riski olarak değerlendirilmesi gerektiğini ifade etti.
Sel riski olasılığının özellikle dere yatakları ve dolgu zeminler üzerinde kurulu yerleşimler için oldukça yüksek olduğunu belirten Bebek, “Son dönemde yaşanan sel ve heyelanlar incelendiğinde, değişen iklim şartları ve sertleşen yağış yoğunlukları da önemli tetikleyici etmenler olarak dikkat çekiyor” dedi.
Sel ve heyelan riskinin yönetilmesinde, olası sel ve heyelanlar sonucu ortaya çıkan etkilerin referans alınması gerektiğini kaydeden Bebek, sözlerine şöyle devam etti: “Söz konusu etkilerin önlenmesi, önlenemeyeceği durumlarda etkilerinin minimize edilmesi gerekiyor. Etkilerin önlenememesi halindeyse bu etkinlerle nasıl mücadele edileceği değerlendirilmeli, planlamalar bu paralelde yapılmalıdır.”
Sel baskınlarıyla oluşan riskin can ve mal kayıplarına, ekili alanlarda mahsul kayıplarına, sürüklenen çakıl, kum ve benzeri maddeler nedeniyle çevre hasarları ve toprak verimsizleşmesine, zarar gören ticari tesisler nedeniyle işsizliğe ve yol, köprü, tünel geçişlerinin zarar görmesi nedeniyle de ulaşım aksamalarına neden olduğunu aktaran Bebek, ayrıca, sel baskını sonrası kirli sular nedeniyle bulaşıcı hastalık riskinin ortaya çıktığını dile getirdi.

‘ÖNLEYİCİ TEDBİRLER İÇİN SEKTÖR DE KATKI SAĞLAMALI’
Sel ve heyelan risklerinin yönetiminde önleyici tedbirlerin önemli bir unsur olduğunu dile getiren Ender Bebek, “Önleyici tedbirler, öncelikle doğal bitki örtüsünün, özellikle de ormanların korunması odaklıdır. Bu sayede, yağmurun hızı kesilir ve yağmur sularının toprağa sızması, yüzeylerde birikim ve akışlarının önlenmesi sağlanmış olur. Doğal bitki örtüsüne ek olarak yamaçlarda kademelendirme ve dere yataklarının ıslahı da önemli tedbirlerdir. Belki de en önemlisi, dere yatakları ve dolgu zeminlerde yerleşimlerin önlenmesi, dere yatakları üzerinde engel teşkil edecek yapılardan kaçınılmasıdır. Tüm bu koruyucu, önleyici ve kriz yönetimine dair hazırlıklar, uygulamalar ve regülasyon gereklilikleri, sigorta sektörünün, olası önemli bir katkısı olarak değerlendirilmelidir” diye konuştu.
Bebek, gerekli koruyucu, önleyici ve iyileştirici tedbirlerin etkin şekilde planlanması ve uygulanması teşvik edilmesi gerektiğini kaydederek, sözlerine şunları ekledi: “Riskin azaltılması ve hasarların önlenmesi için politika ve uygulamaların geliştirilmesi, sel ve heyelan risklerine yönelik koruyucu, önleyici ve iyileştirici programların oluşturulması gerekiyor.”
Ender Bebek, açıklamalarını şu ifadelerle tamamladı: “Sektör ve diğer paydaşlar, politika ve uygulamaların geliştirilmesi için lobi çalışmaları, bilgilendirme ve konunun öneminin tüm ilgi gruplarınca benimsenmesi için çalışmalar yapmalıdır. Ayrıca, sigorta uygulamalarında, koruyucu ve önleyici çalışmaların poliçelere bir motivasyon primiyle yansıtılmasının önemli bir katkı sağlayacağı mutlaktır.”

Yorum yazın