Grup kaza sigortası, sorumluluk sigortasının yerini tutmuyor!
Ülkemizde iş kazalarının ve meslek hastalıklarının önünü almak mümkün olmamaktadır. İş kazalarında her yıl çok sayıda çalışan hayatını kaybetmekte veya geçici yahut sürekli şekilde sakatlanmakta veya en azından tedavi gerektiren bir yaralanmaya maruz kalmaktadır. Meslek hastalıkları da son zamanlarda önemli ölçüde artış göstermiştir. Çalışma koşullarının kötülüğü çalışanların ölümü ile sonuçlanan hastalıklara yol açabilmektedir.
İşverenlerin iş kazaları ve meslek hastalıkları dolayısıyla sorumluluk altına girmeleri rizikosu “işveren sorumluluk sigortası” ile temin edilmektedir. Ancak bu sigortanın primlerinin yüksekliği bazen işverenleri alternatif arayışına yöneltmektedir. Uygulamada işveren sorumluluk sigortası yerine daha az maliyetli olan bir grup kaza sigortası yaptırılmakta ve çalışanların iş kazası sonucunda ölmeleri veya sakat kalmalarının meydana getireceği olumsuz parasal sonuçlar bu sigortadan yapılacak ödemeyle karşılanmak istenmektedir.
BİRİ ZARARI, DİĞERİ BELLİ BİR TUTARI ÖDÜYOR
Sorumluluk sigortası ile kaza sigortası arasında şu farklar vardır:
- Her iki sigorta da, bir rizikonun sonuçlarına karşı teminat sağlarlar: Sorumluluk sigortasında, sigorta ettiren işverenin iş kazasından sorumlu tutulması rizikosu; kaza sigortasında ise iş kazası sebebiyle çalışanın ölmesi veya sakat kalması rizikosu temin edilmektedir. Riziko meydana gelmeden sigortacının ödeme sorumluluğu ortaya çıkmayacaktır.
- Sorumluluk sigortası bir zarar sigortasıdır. Sorumluluk sigortası ile sigorta ettiren işverenin iş kazaları sebebiyle sorumlu olması sonucunda malvarlığında ortaya çıkan pasif (borç, tazminat ödeme yükü) sigortacıya aktarılır. Bu sigorta uyarınca yapılacak ödeme en fazla zarara eşit olabilir. Diğer bir anlatışla, işverenin tazminat borcu (ve bunun yol açtığı masraf ve faiz) ne kadarsa, sigorta da en fazla o kadar ödeme yapacaktır.
- Buna karşılık kaza sigortası, ölüm ve sakat kalma hali için sabit bir tutarın ödenmesini öngören bir tutar (meblâğ) sigortasıdır. Tutar sigortalarında zararın karşılanması amacı izlenmez. Sigortacı tarafından yapılacak ödeme, rizikonun yol açtığı gerçek zarardan yüksek olabilir. Tutar sigortalarında, yalnızca riziko olarak tanımlanan olayın (burada iş kazası) meydana gelmesi yeterlidir. Bu olayın bir zarara yol açması dahi gerekli değildir. Ancak iş kazası kural olarak aynı zamanda zarar doğuran bir olaydır. Ölüm veya sakatlık çoğu halde kazaya maruz kalan çalışanı (veya onun desteğinden yoksun kalan kişileri) zarara uğratan bir haldir.
Ülkemizde grup sigortaları gittikçe yaygınlaşmakta ve bunlara bağlı sorunlar artmaktadır. Bu gözlem, grup kaza sigortaları bakımından da geçerlidir. Çalışanlarının iş kazasında ölmeleri veya sakatlanmaları olasılığına karşı grup kaza sigortası yaptıran işverenlerle de uygulamada birtakım sorunlar yaşanmaktadır.
Her şeyden önce belirtelim ki, işverenler çalışanları için grup kaza sigortasını “sorumluluk rizikosuna alternatif olmak üzere” yaptırdıkları için, beklentileri kaza sigortasından yapılacak ödeme ile sorumluluklarının azalması veya tümüyle son bulmasıdır. Acaba bu beklenti ne kadar haklıdır? Grup kaza sigortası bu beklentiyi karşılamaya elverişli midir?
KAZA SİGORTASININ ÖDEMESİ SORUMLULUK YERİNE GEÇMEZ
Bir tutar sigortası olan kaza sigortasında, sigortacı tarafından yapılacak ödeme, zararı giderici bir ödeme olmadığı için bu ödeme sebebiyle işverenin sorumluluğunda bir azalma meydana gelmesi mümkün değildir. Bunun anlamı şudur: Çalışanlar (veya çalışan iş kazasında ölmüşse yakınları), hem iş kazası dolayısıyla sorumluluğu gerçekleşen işverenden tazminat alabilirler hem de grup kaza sigortasından sigorta parasını (bedelini) tahsil edebilirler (çifte ödeme almaya hak kazanma). Bu sonuç ilk bakışta adalete aykırı görülebilir. Fakat mevcut yasa kuralları ve yerleşmiş uygulama (şu an) bu yöndedir.
- Ülkemizde, primlerini sorumlu kişinin ödediği bir sigorta sayesinde ödeme alan zarar görenlerin, o ödeme oranında sorumlu kişiye yönelik tazminat alacaklarını kaybedeceklerini öngören bir genel yasa hükmü mevcut değildir. Bu yüzden, işverenin çalışanlar lehine yaptırdığı ve primlerini ödemiş bulunduğu grup kaza sigortası uyarınca kazaya uğrayan çalışana kaza sigortacısının ödeyeceği tutar, işverenin o çalışana karşı iş kazası sebebiyle sorumlu olduğu tazminat yükünü azaltmaz.
DÜZENLEMEYE İHTİYAÇ VAR
- Oysa bu noktada bir kere daha altını çizmekte yarar görüyoruz: Hukukumuzda bu yönde “genel” bir yasal düzenleme yapılması gereklidir.
Benzer bir çözüm, özel düzenleme olarak Maden Çalışanları Grup Kaza Sigortası’nda yer almaktadır: Bu sigortayı zorunlu kılan 2015/7249 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı (RG. 6.2.2015/ 29259) “Sigorta tazminatı” başlıklı 4üncü maddesinde şu esası getirmiştir:
“Sigorta tazminatının tespitinde zarar hesabı yapılmaz. Ancak söz konusu tazminat, hak sahiplerinin ilgili özel hukuk mevzuatı çerçevesinde sahip oldukları zarara bağlı diğer tazminatın hesabında dikkate alınır.”
Maden Çalışanları Zorunlu Grup Kaza Sigortası Genel Şartları B.3 fk.1 cümle 2 hükmü de bu esas paralelinde şu kuralı öngörmüştür:
“(Sigorta) tazminat(ı), hak sahiplerinin ilgili özel hukuk mevzuatı çerçevesinde sahip oldukları zarara bağlı İşveren Sorumluluk Sigortası tazminatları dahil diğer tazminatların hesabından mahsup edilir.”
Benzer bir çözüm İsviçre Hukukunda da mevcuttur: İsviçre Karayolları Trafik Kanunu (LCR) m.62 fk.3 motorlu araçlarla ilgili sorumluluk uyarınca araç işletenine düşen tazminat yükü hesaplanırken işleten tarafından zarar görenler lehine yaptırılmış olan (primini işletenin ödediği) sigortalar uyarınca zarar görenlere ödenecek paraların düşüleceğini hükme bağlamıştır:
“Zarar görene karşı, primlerini tamamen veya kısmen işletenin ödediği özel sigortalar uyarınca yerine getirilen edimler, sigorta sözleşmesi aksini öngörmedikçe, işletenin prime katkısı oranında onun yükümlü olduğu tazminattan düşülür.”
- Öte yandan, kaza sigortasından yapılacak ödemenin “denkleştirmeye tabi bir ödeme sayılacağına” ilişkin de yasal düzenleme bulunmamaktadır (“Denkleştirme” zarar karşılığı ödenmesi gereken tazminat hesaplanırken, zarar verici olayın aynı zamanda bazı yararlara da vesile olması durumunda, bu yararların tutarının belirli koşullarla tazminattan düşülmesini öngören bir ilkedir. Ele almakta olduğumuz konu bağlamında denkleştirme sorunu karşımıza şu şekilde çıkacaktır: İşverenin sorumlu olduğu iş kazası, aynı zamanda kaza sigortasından ödeme alınmasına yol açacağı için, acaba kaza sigortası uyarınca ödenecek para, işverenin tazminat yükünü o oranda azaltmalı mıdır?). Kanımızca, sorumlu kişinin zarar gören lehine yaptırdığı ve primlerini ödediği bir sigorta uyarınca ödenecek tutarların denkleştirmeye gireceğini kabul etmek de uygun bir çözüm sayılmalıdır. Ancak bildiğimiz kadarıyla bu gibi bir denkleştirmenin gerektiği yolundaki çözüm yargı kararlarıyla henüz kesin bir biçimde yerleşmiş bulunmamaktadır.
ÖLÜMDE İŞVERENE, SAKATLIKTA ÇALIŞANA ÖDEME
Kaza sigortasından alınan ödemenin sorumluluğu azaltmayacağı varsayımında ise durum aşağıdaki gibidir:
İşverenler, grup kaza sigortası uyarınca ödenecek tutarın kendilerine verilmesini (ve bu tutarı kazaya maruz kalan çalışanla sulh olurken kullanabilmeyi) isterler. Ancak büyük çoğunlukla da, çalışanların bu sigortadan bilgi sahibi olmamasını tercih ve hatta bunu açıkça talep ederler. Bu sonucun sağlanması için, sigorta ettiren işverenin grup kaza sigortası uyarınca “hak sahibi” olması lazım gelmektedir. Bunun yöntemi ise, işverenin Türk Ticaret Kanunu’nda (TTK) aranan koşulları yerine getiren bir sözleşme ilişkisi kurmasıdır.
TTK 1507(1) uyarınca
Kaza sigortası, belli bir prim karşılığında, sigortalının uğrayacağı kaza sonucu ölüm, geçici veya sürekli sakatlık ya da iş göremezlik hâlleri için sigorta teminatı sağlar. Ölüm, ani olarak veya kaza tarihinden itibaren en çok bir yıl içinde gerçekleşmiş ise sigorta bedeli sigorta ettirene yahut onun tarafından belirlenmiş kişiye; geçici ve sürekli sakatlık veya iş göremezlik hâllerinde ise sigortalıya ödenir.
Bu hükümden (cümle 2 ilk kısım) açıkça anlaşıldığı üzere, işverenin sigorta ettiren sıfatıyla “ölüm halinde” ödenecek sigorta parasını kendisinin alması (bu tutarı almaya geçerli şekilde hak kazanması) hukuka uygundur. Buna karşılık, sürekli sakatlık veya iş göremezlik teminatları kapsamında yapılacak ödemeler sigorta ettirene değil, sigortalı çalışana yapılacaktır (cümle 2 son kısım). TTK 1507(1) “emredici” nitelik taşıyan bir düzenlemedir. TTK 1520(2) uyarınca TTK 1507(1) hükmüne aykırı sözleşme şartları geçersizdir. Bu sebeple, kaza sonucunda sakatlık/iş göremezlik durumlarının ortaya çıkmış bulunması olasılığında, sigortacının işverene ödeme yapmasına imkân olmayacaktır.
ÖDEME İÇİN İKİ ŞART VAR
Sigorta ettiren işverenin hak sahibi olduğu, çalışanın iş kazası sebebiyle ölümü rizikosuna karşı yapılan sigortalarda yerine gelmesi gereken iki koşul daha söz konusudur:
- Ölümü rizikosuna karşı sigorta yaptırılan çalışanın bu sigortaya yazılı izin (veya sonradan onay) vermesi lazımdır (TTK 1510(1) gereğince kaza sigortalarında da geçerli olan TTK 1490(2) cümle 2: “…Ölüm ihtimaline karşı (başkasının hayatı üzerine) yapılan sigortalarda, sigorta bedelinin mutat cenaze giderlerini aşması hâlinde sigortalının veya varsa kanuni temsilcisinin yazılı izni gerekir. Sigortalı on beş yaşından büyükse kanuni temsilcinin dışında ayrıca onun da izni alınır. İzin olmadan yapılan sözleşme, icazet verilmediği takdirde geçersizdir”).
- Sigorta ettirenin çalışanın hayatının sürmesinde çıkarı bulunmalıdır. (TTK 1510(1) gereğince kaza sigortalarında da geçerli olan TTK 1490(2) cümle 1: “Başkasının hayatı üzerine sigorta yapılabilmesi için, o kişinin hayatının devamında lehtarın menfaatinin bulunması şarttır.”
Sigorta ettiren işverenler, çalışanın (yakınlarının) sigortadan haberinin olmamasını tercih ettikleri için bu koşullardan ilkini yerine getirmekten özellikle kaçınmaktadırlar. Bunda, çalışanın/yakınlarının sigortanın varlığını öğrendikleri takdirde, iş kazası sonrasında işverenle sulh anlaşmasına varmakta gönülsüz davranacakları endişesi rol oynamaktadır. Kanımızca bu endişenin haklılığı tartışmaya çok elverişlidir.
“Yazılı izin” bağlamında altını çizmemiz gereken bir diğer ilginç görünüm ise şudur: Ülkemizde “belge imzalama” konusunda çok büyük bir çekingenlik vardır. Hiç kimse bilgiye dayalı (aydınlanmış) olarak ve sonuçlarından emin bir biçimde imza atmadığı, imza koymaktan özenle kaçındığı için, yazılı izin koşulunun yerine gelmesini “özel baskı” olmadan sağlamak da olağan şartlarda kolay değildir.
TAZMİNAT ÖDEYECEK OLMAK MENFAAT SAHİBİ YAPMIYOR
Yukarıda saydığımız ikinci koşul olan “çalışanın hayatını sürdürmesinde işverenin çıkarının mevcut olması” koşuluna gelince: Bu koşulun ne zaman yerine gelmiş sayılacağı da önemli bir sorundur ve tartışmaya açıktır. Bu husus her somut olayda, o olayın kendi koşulları göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Bu noktayı vurguladıktan sonra şu soruyu yanıtlamaya çalışalım: Acaba bir işverenin, çalışanına, onun iş kazasına uğraması ve bu kazada hayatını kaybetmesi sebebiyle tazminat ödeyecek olması çıkar koşulu bakımından yeterli midir?
Olumlu cevap vermek mümkün görünmüyor. “Çalışanların ölümü sebebiyle tazminat borcu altına girilmediği sürece, onların hayatının devamında çıkar sahibi sayılma” fikrimizce yerinde ve kabul edilebilir bir husus değildir. Eğer bu gibi bir halde dahi çıkar koşulunun gerçekleşmiş olacağı kabul edilirse, herkes, (bazı ayrık haller dışında) herkesin hayatının sürmesinde çıkar sahibi sayılabilecektir. Bunun sonucunda da, başkasının ölümüne yol açabilecek ve bundan dolayı sorumlu tutulabilecek olan herkes, öldürme olasılığının bulunduğu kişilerin ölümü olasılığında ödeme almak amacıyla onların ölümü üzerine sigorta yaptırabilecektir. Bunun doğru bir yaklaşım olmayacağı fikrindeyiz. Sigortadan yararlanacak kimsenin (lehtarın), ölümü üzerine sigorta yapılmış olan kişinin (sigortalının) hayatının devamında çıkar sahibi sayılması için, “lehtarın ileride sigortalının ölümünden sorumlu tutulabilecek olması” yeterli görülmemeli; “lehtar”, sigorta sözleşmesi yapıldığı anda somut olarak maddi (veya en azından manevi) çıkara sahip bulunmalı ve o andan başlayarak da sigortalının ölümü yüzünden bu (mevcut) çıkarı zedelenecek olmalıdır. Bu gerek TTK 1490(2) ve TTK 1490(4) hükümlerinden anlaşıldığı gibi, genel hüküm niteliğindeki TTK 1408(1)’den de çıkarılabilmektedir. TTK 1408(1) uyarınca “sigorta sözleşmesinin yapılması anında sigortalanan menfaat mevcut değilse, sigorta sözleşmesi geçersizdir”. TTK 1490(2) ve (4) ise çıkar koşulunu sözleşme yapılabilmesi için var olması gereken bir ön koşul olarak düzenlemiştir. TTK 1490(4) gereğince “menfaat koşulunun sözleşmenin yapılmasından sonra ortadan kalkması halinde, sözleşme o andan başlayarak geçersiz hale gelir”.
Şu halde, “ölümü üzerine sigorta yaptırdığı çalışanını (sigortalıyı) öldürmedikçe, onun yaşamayı sürdürmesinde (lehtar) işverenin çıkar sahibi sayılması” gibi genel ve soyut bir çıkar türünün çalışanlarının ölümü olasılığında işverene ödeme yapılması amacıyla işveren tarafından kurulan grup kaza sigortalarını geçerli saymak için yeterli görülemeyeceği kanısındayız.
“İşveren-çalışan ilişkisi” de tek başına çıkar koşulu bakımından kafi gelmez. Eğer sigortalının yapmakta olduğu işi yapmaya talip aynı nitelikte başka kişiler mevcutsa (ki ülkemizde genellikle durum budur) o çalışanın hayatının devamında işverenin çıkarının bulunduğunu kabul etmek kolay olmayacaktır.
İŞVEREN SORUMLULUK YAPTIRILMASI TEŞVİK EDİLMELİ
Sonuç olarak, işverenlerin iş kazası sonucunda çalışanların ölmeleri veya sakat kalmaları halinde doğrudan sigortadan para almalarına olanak verecek bir grup kaza sigortası yaptırmaları genelde mümkün değildir.
- Ölüm olasılığı için yaptırılan kaza sigortasında ancak izin ve çıkar koşullarının gerçekleşmiş olması durumunda mümkündür. Bununla birlikte, bugün bu koşulların çoğu halde (çeşitli sebeplerle) yerine gelmediği anlaşılmaktadır.
- Sakatlık olasılığını temin eden kaza sigortasında ise, sigorta parasının işverene ödenmesi yasanın emredici düzenlemesi karşısında zaten mümkün bulunmamaktadır.
İşverenlerin, sigorta ihtiyaçlarını (iş kazası sebebiyle ortaya çıkacak tazminat yükünü sigortacıya aktarma gereksinimini) karşılamak üzere, maliyeti daha yüksek de olsa işveren sorumluluk sigortası yaptırmaları; sigortacıların da onları bu yolda teşvik etmeleri uygun olacaktır.
Öte yandan, tekrarlayalım ki, hukukumuzda, iş kazası halinde işverenin primlerini ödediği bir sigortadan doğrudan zarar gören çalışanlara yapılacak ödemelerin, iş kazası dolayısıyla o işveren, kaza yüzünden zarara uğramış olan çalışana (veya ölüm halinde yakınlarına) karşı sorumluluk altına girmiş ise, işverenin tazminat yükünü azaltacağı çözümü yasa veya yargı kararları yoluyla yerleştirilmelidir. Yasa yapıcı kanun çıkarabilir; yargı organları da en azından işverenin yaptırdığı sigortadan ödenecek tutarın tazminat hesaplanırken, tazminat yükünü azaltıcı etki meydana getireceğini (“denkleştirme” gereğini) benimseyebilir.