
“En büyük zorluk farklılıklara karşı tek hedefte buluşmak”
Henüz 32 yaşında Demir Sigorta’da genel müdürlük tecrübesini elde ederek döneminin en genç genel müdürlerinden olan Ali Erül, 5 sene süren bu tecrübesini “En büyük zorluk ve deneyim farklı kökenler ve kültürlere sahip ekiplerin bir arada uyumlu çalışmasını sağlamaktı” şeklinde anlatıyor. Hayatımın en önemli dönemlerinden biri diye adlandırdığı bu tecrübesi Erül için çok değerli.
Sektörün duayen isimlerinden Ali Erül’ün 37 senedir devam eden çalışma hayatında yaptıklarıyla sigorta sektörüne katkısı büyük. Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olduktan 1 yıl sonra sektöre kalıcı olarak geçtiğini vurgulayan Erül, 90’ların sigortacılığını sezgilerle yapılan bir iş olarak yorumlarken, günümüz sigortacılığını daha mekanik, yazılım odaklı olarak değerlendiriyor. Henüz 32 yaşında Demir Sigorta’da genel müdürlük tecrübesini elde eden Erül, zamanının en genç genel müdürlerinden. Bu tecrübesini “En büyük zorluk ve deneyim farklı kökenler ve kültürlere sahip grupların bir arada uyumlu çalışmasını sağlamaktı” şeklinde anlatıyor.
Seyahat etmeyi çok seven Erül, “Seyahat etmek benim için akşam olup ev halkı çekilince ya da sabahın köründe herkes en derin uykusundayken bir kahve yapıp loş salonda oturmak gibi bir durum” diyor. Erül’ün seyahat etmeyi en çok sevdiği şehir ise Amsterdam.
Duayenlerle Dünden Bugüne söyleşimizin bu ayki konuğu Ali Erül ile çocukluk yıllarını, üniversite anılarını, seyahat ritüellerini ve sektöre nasıl adım attığıyla ilgili detayları konuştuk.
Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, ilgi alanlarınız nelerdi, bize çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Mutlu bir çocuktum. Moda’da geçti çocukluğum, okulum, evim, arkadaşlarım, sportif faaliyetlerim hepsi aynı çevredeydi. Herhâlde 5 km içinde yaşadığım bir çocukluğum oldu, her şeyi yürüyerek yaptığımız, sokaklarda yaşadığımız o zamanların çocukluğunu yaşadım.
Sportif faaliyetler dediniz, branş olarak özel ilgi duyduğunuz bir alan var mıydı?
Yüzme bilmediğimden dolayı öğrenmem için beni yüzme okuluna göndermişti ailem. Tek sportif faaliyetim öğrenme amacıyla yüzme oldu. Birkaç sene sonra da okuduğum okulun takımında basketbol oynayarak devam ettim. Üniversiteye girdiğimde de basketbol serüvenim bitti ama taraftar ve sporsever olarak sporla ilgim tabii ki devam ediyor.
Çocukluğunuzda neler yapmaktan hoşlanırdınız?
Sokakta top oynardık, türlü misket oyunlarını oynardık, paramız olduğunda lunaparka giderdik, sinemaya gitmekten hoşlanırdım. Arkadaşların evinde buluşup bahçede top oynamak veya saklambaç oynamak, yazılımsız oyun olabilecek bütün oyunlar, klasik çocukluk oyunlarından hoşlanırdım. Biraz daha yaş büyüyünce mahalleler arası gidip gelmeler başladı. Moda’dan Fenerbahçe’ye, Fenerbahçe’den Göztepe’ye gibi. Bunların hepsi gün içinde yürüyerek ya da toplu taşımayla yapılan hareketlerdi. İstanbul’da 1970’lerde bir çocuğun yaptığı şeyler çok fazla hayal gücünün dışına çıkacak bir şeyler değildi.
‘DERSLERE GİREN BİR ÖĞRENCİ OLMADIM’
Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun oldunuz, üniversite yıllarınızdan bahseder misiniz?
Hatırladığım kadarıyla İşletme Kulübü’ne ve Briç Kulübü’ne üyeydim. Onun dışında zaten okulun ortamı ve çeşitli alternatif mekânlarıyla bütün günümüz bir yerde etkinlik içinde geçiyordu. Çok fazla derslere giren bir öğrenci de olmadım. Dışarılardaydık hep. O sayede okul hayatında çok güzel dostluklar ve çok kalıcı deneyimler elde edindik. 2-3 defa da okulda bir arkadaşımla ortak olarak tur yaptık. Okul öğrencilerini Bodrum’a, Uludağ’a falan götürüp getirme odaklı, 3-4 günlük kısa turlar organize ettik. O da benim sonraki yaşamımda çok kısa bir süre de olsa edindiğim bir deneyimimdi. Çünkü o kadar kişiyi sorumluluk alarak bir yere götürmek, döndüklerinde de mutlu olduklarını görmek çok başka bir mutluluk insan için. Hızlı geçti okul, keşke üniversite hayatı daha uzun sürseydi.
‘MÜHENDİSLİĞİ KAZANSAYDIM OKULDAN ATILIRDIM’
Üniversite hayatında sizin için önemli bir anınızı anlatır mısınız?
Üniversite sınavına hazırlanırken mühendis olmak istiyordum ve kendisi de çok deneyimli bir hoca olan rahmetli annem, “Evladım sen mühendis olamazsın, benim gördüğüm sen sosyal özellikleri olan bir insansın ve bu meslek sana uygun değil” dedi. Ben annemi dinlemeyerek tercihlerimin birinci sırasına endüstri mühendisliğini yazmıştım, çok popülerdi o dönemde. Fakat puanı da çok yüksek bir yerdi. Mesela bir inşaat mühendisliği, kimya mühendisliği gibi bir tercihi ne olursa olsun mühendis olacağım diye yazsaydım kazanıyordum. Kazansaydım herhâlde okuldan atılacaktım. Ya da bugün bambaşka kariyerde insan olabilirdim belki Türkiye’de bile olmazdım bilmiyorum. İşletmeyi kazandım, işletmeyi okudum. O sayede rahat bir şekilde okuyup bitirdim.
Üniversiteden sonra sektöre girişiniz nasıl oldu?
Sektöre üniversitedeyken girdim. 1985 yılında yarı zamanlı olarak sektöre hizmet veren bir yazılım donanım şirketinde çalışmaya başladım. 2 yıl orada yarı zamanlı olarak çalışmaya devam ettim. 1987 yılında üniversiteden mezun olunca o dönem çok rağbet gören bizlerin de çok istediği bankacılık işine girdim. 1 sene kadar bankacılıkta kaldıktan sonra 1988 yılında yani mezun olduğumdan 1 yıl sonra sigortacılığa kalıcı olarak döndüm.
Sigorta sektörüne ilk giriş tarihinizin 1985 yılı olduğunu söylediniz. Sizce o zamandan bu yana sektörde ne gibi değişimler oldu?
Olumlu değişiklikler çoğunlukta. Genel anlamda sigorta kavramı ülkede çok daha büyük kesimlerce bilinmeye ve önemsenmeye başlandı. Sektörün teknolojik imkânları arttı, çalışanların nitelikleri, özellikleri çok iyileşti. Sektörün önündeki birtakım engellerin kaldırılmasıyla birlikte o da 1988 falandır, sigorta tarihinde ilk defa serbest tarife dönemine geçildi. Bu da çok büyük değişikliklere ve yeni şirketlerin açılmasına yol açtı. Dolayısıyla 1988’den 2022’ye 34 yıl diye baktığınız zaman gelişmelerin çoğu son derece pozitif oldu. Olumsuz taraf da yok mu, var. Başlangıç yıllarında 80’lerin-90’ların sonuna kadar sigortacılık insani ilişkilerle birebir görüşmelerle, sezgilerle yapılan bir işken şimdi daha mekanik, daha yazılım odaklı, katı kuralların uygulandığı bir sektör haline geldi.
’32 YAŞINDA GENEL MÜDÜR OLDUM’
Demir Sigorta’da genel müdür olarak da çalıştınız. Bu tecrübenizden bahseder misiniz?
Bir önceki şirketimde beraber çalıştığım bir yöneticinin Demir Sigorta’ya geçmesiyle birlikte ben de 1994 yılında genel müdür yardımcısı olarak bu şirkete katıldım. Ayrıldığım 2001 yılına kadar şirketin genel müdürü oldum. 5 yıllık gibi bir genel müdürlük deneyimim oldu. Çok gençtim, 32 yaşında genel müdür oldum. Genel müdürlüğü bıraktığımda 37 yaşındaydım. O da çok genç bir yaş. Demir Sigorta, eski yıllarda kurulmuş bir şirketin devamı olarak adını değiştirerek geri döndü. İçeride mevcut bir ekip vardı. Biz geldikten sonra bizimle birlikte gelen ekip oldu ve de üçüncü aşamada bu iki ekipten bağımsız gelen yeni gruplar oldu. Bence en büyük zorluk ve deneyim farklı kökenler ve kültürlere sahip ekip gruplarının bir arada uyumlu çalışmasını sağlamak oldu. Bu her kişi için her yönetici için çok büyük bir deneyim. Çünkü o an onu yakalayacaksınız, o farklı gruplar ortak bir hedefe doğru gidecek. Bu 5 yılın bende yarattığı en büyük artı bu oldu. O dönemde organizasyon ve insan kaynakları odaklı bir proje başlattık. Organizasyon yapısını yalınlaştırmak, göreve, müşteriye odaklı birtakım süreçlerle, yapılanmalarla, yalın, basit bir şirket yaratmak hedefindeydik. Orada olduğum süre içerisinde o yolda atılan adımlar çok değerliydi benim için. Dolayısıyla benim de hayatımda en önemli dönemlerimden biridir o 5 yıl. O sayede bugün sektörün farklı bir tarafında, farklı işleri de yapıyorum.
“KALBİ DÜNYAYA AÇMANIN EN KOLAY YOLU”
Bir yazınızda seyahat etmeyi çok sevdiğinizi yazdınız. En son nereye seyahat ettiniz, seyahatlerinizden anılarınızı paylaşır mısınız?
Akşam olup ev halkı çekilince ya da sabahın köründe herkes en derin uykusundayken bir kahve yapıp loş salonda oturmak gibi bir durum seyahat etmek benim için. Hem bildiğin ya da kendini rahat hissettiğin bir ortamdasın, hem günlük rutin koşturmanın oldukça dışındasın hem de o dinginliğin içinde bir şeyleri düşünüyorsun, keşfediyorsun, karar veriyorsun. Farklı yerlere gitmek beyni ve kalbi dünyaya açmanın en kolay yolu. Yolculuklar, farklı duyguları eş zamanlı yaşamanın en doğal ortamlarından biri. Bu kadar güzellemeden sonra zannedilmesin ki her hafta sonu tatile gidiyorum. Benim ritmim berbere gitmek gibi. Ne zaman ki yapılacak ya da tamamlanan işlerimin listesi belli bir uzunluğa geliyor o zaman listeyi kırpmaya gidiyorum bir yerlere. En son yaptığım seyahatte yılbaşında Bodrum’daydım. 2-3 günlük kısa bir programla 40 küsür yıllık lise arkadaşlarım ve eşleriyle Bodrum’da yılbaşını kutladık. Ondan önce pandeminin başlangıcında en son yurtdışı seyahatim, 2019 Ekim ya da Kasım ayında oldu. Londra’ya gittim. Ortaklarım orada olduğu için çok sık Belçika’ya gidiyordum. Kızım okurken İngiltere’ye çok sık gittim. Ondan önce iş için İngiltere ve Almanya çok yoğun olarak gittiğim yerlerdi. Seyahat etmeyi hala çok seviyorum ama hareket etmek için pandeminin biraz yatışmaya başlaması lazım.
‘SEYRETTİĞİNİZ İNSANLARDA KENDİNİZİ GÖRÜYORSUNUZ’
Bir yazınızda seyahat ritüellerinizin olduğunu yazdınız. Bize seyahat ritüellerinizden bahseder misiniz?
Amsterdam çok sevdiğim bir yer çünkü hem Londra esintisi taşıyor, İngiliz havası var hem de benim yaklaşık 15 yıldır gidip geldiğim Belçika’ya da çok yakın. Bir dönem Amsterdam’a çok sık gittim. İmkânım olsa yine tekrar gitmek istiyorum. Orada kalmayı sevdiğim bir otel var. O otelin çaprazında da Amsterdam şehir operasının binası ve onun altında da çok güzel bir kafe var. Ritüel diye yazdığım o yazımda otele gidip, valizi otele atıp sonrasında doğrudan kafeye gidip, o kafede hava koşulları ne olursa olsun dışarıda meydana bakan bir masada oturup bir şeyler içmek ritüelim oldu. Hatta orada ilk içtiğim şeyin fotoğrafını çekip kızıma yollamak da ritüellerim arasında. Bir diğer ritüelim de otel girişi sonrası birkaç blok ötedeki tarihi meydandaki banklardan birine oturup geleni geçeni izlemek. Bunu aslında her yerde yapıyorum. Günlük hayatın içinde farklı dönemlerde, farklı koşturmalarda sıkıntılar, beklentiler derken insan içinde olduğu ortama çok alışıyor ve hiçbir şey görmüyor. Yabancı bir yere gittiğinizde koşturacak bir şeyiniz yoksa ve de bunu kafanızda kendinizi inandırıp ikna oluyorsanız o zaman oturup etrafı seyretmek hakikaten değişik oluyor. Çünkü bu sefer sizin seyrettiğiniz insanlar aslında sizin kendi kentinizdeki insanlar gibi oluyorlar, kendinizi görüyorsunuz. Böyle bir yarım saat, bir saat oturup etraftaki insanları izlemeyi çok seviyorum.
‘GÖZLEME DAYALI YAZMAYI SEVİYORUM’
Sigortacı Gazetesi’nde birçok köşe yazınız bulunuyor. Yazmaktan keyif aldığınız konular ne üzerine oluyor?
Başlangıçta bana o köşe ilk teklif edildiği zaman tek şartım oldu. Sigorta konusunda, sektör hakkında çok yazmak istemiyordum. Daha genel, kendi çapımda deneme sayılabilecek köşe yazıları yazmak konusunda bir istek vardı. Daha doğrusu o teklif gelince o istek uyandı ve istisnai birkaç yazı dışında da 200 küsür yazı da bugüne kadar öyle geldi. Genelde gözleme dayalı yazılar yazmayı seviyorum. Yani insan ilişkileri, toplumsal yaşam, iş akışları veya sanat-kültür odaklı ama yine gözleme dayalı bir şey. Gördüğüm, yaşadığım iyi şeyleri paylaşmak, iyi örnekleri paylaşmayı seviyorum. Tek bir konuya odaklı yazdığımı sanmıyorum. Durup dururken, günün bir vaktinde aklıma bir şey geliyor ve bu diyorum yazı olur, o da yazıya dönüyor. Köşe yazarlığı yaşamım boyu en düzenli ve uzun soluklu meşgalelerim listesinin en tepelerinde yer alıyor.
Ali Erül ile çocukluk yıllarını, üniversite anılarını, seyahat ritüellerini ve sektöre nasıl adım attığıyla ilgili detayları konuştuğumuz röportajın videosuna buradan ulaşabilirsiniz.