“Artık tek kelime sigortacılık konuşmuyoruz”

“Artık tek kelime sigortacılık konuşmuyoruz”

Sektörün duayen isimlerinden Çetin Alanya’nın 40 yıl süren çalışma hayatında yaptıklarıyla Türk sigortacığına etkisi büyük. Bir tanesini örnek göstermek gerekirse, bugün sektörde çalışan yaklaşık 2250 kişinin ortak noktası, Alanya’dan reasürans dersi almış olmaları. Öğrencileri arasında genel müdürlerin de bulunduğunu belirten Alanya, 1975 yılında reasüransın ‘r’sini bilmeden sektöre girdiğini, 2015 yılına kadar da sigortacılık eğitimi almaya devam ettiğini vurguluyor. 

Sigortacı Gazetesi’nin Duayenlerle Dünden Bugüne söyleşi dizisinin bu ayki konuğu olan Alanya, sırasıyla stajyer olarak sektöre adımını attığı Destek Reasürans’ta, genel müdür yardımcısı olarak çalıştığı Halk Sigorta’da, genel müdürlüğünü yaptığı Ray Sigorta’da ve kurucusu olduğu Dubai Group Sigorta’da edindiği tecrübeyi anlattı. 

Emekliliğini Türk Sanat Müziği korosunda şarkı söyleyerek, arkadaşlarıyla yurt içi ve dışı geziler yaparak, yaşadığı sitedeki hanımlarla briç oynayarak geçiren Alanya, sektörün diğer emekli üst düzey yöneticileri ve duayenleriyle de ayda bir düzenli olarak buluşuyor. Bu buluşmaları “Çok enteresan; bütün bu büyük isimler bir araya geldiğimiz zaman, bir tek kelime olsun sigortacılık konuşulmuyor. Bir cümle dahi geçmiyor. O dünyada hiç olmamışız gibi. Çok da hoş oluyor” diyerek anlatıyor. 

Sözü daha fazla uzatmadan, mütevazı şartlarda yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Alanya’nın, sigortacı gençlerin ifadesiyle “reasüransın yaşayan efsanesi” olmaya uzanan sürecini ondan dinleyelim…

Öncelikle, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizi merak ediyorum.

Mutlu bir çocukluk geçirdim. 1950’lerin İstanbul’unda mahalle kültürü vardı. Çocukluk sokakta geçerdi. İstanbul’un nüfusu taş çatlasın bir milyon kadardı. İnsanların yaz tatili için Göztepe, Bostancı veya Tarabya’ya gittiği zamanlar. Herkesin üç aşağı beş yukarı aynı gelir düzeyinde olduğu bir dönemdi. Biz de fakirlik sınırında bir aileydik. Kimseye borcumuz yoktu ama paramız da yoktu. Dürüst bir anne ve babanın çocuğuyum. Dürüstlük çok önemli, onu aşıladılar bana. 

KLASİKLERİ, İLKOKULDA OKUMAYA BAŞLADIM’

Annemin okulda çok iyi olmama yönelik bir iteklemesi vardı. Onu kırmamak için sınıfta hep en iyi olmaya çalıştım. Ayrıca çok kitap okurdum. Klasik romanları ilkokuldayken okumaya başlamıştım. Sabah 8:00’de koy beni kitabın başına, gece 11:00’de kaldır. Böyleydim. 

İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdim. Hayatımdaki en büyük şansımdı. İstanbul Erkek Lisesi her zaman en iyi okullardan biriydi. Alman hocalardan disiplin ve sorumluluk duygusu aldık. Ayrıca bir yabancı dili ana dili gibi konuşarak mezun olduk, ikinci yabancı dil olarak İngilizce’yi de çat pat konuşabiliyorduk. 

İstanbul Erkek Lisesi’nde sizinle aynı dönemde okuyan, kamuoyunun da yakından tanıdığı insanlar var mı? 

Benimle aynı dönemlerde okuyan Erol Evgin var. Çok yakınızdır. Biz, Erol Evgin ile birlikte bir piyeste oynadık. O başroldeydi. Ben uşak rolündeydim. Erol Bey, görebileceğiniz en kibar, en iyi insanlardan biridir. 

Mesut Yılmaz da sınıf arkadaşımdır. Ben de sınıfın birincisiydim. Birlikte çok ders çalıştık. Hâlâ sık sık görüşürüz. 

Liseden sonra İstanbul Üniversitesi İstatistik-Maliye Bölümü’nü kazandınız. Buradan reasüransa nasıl geçtiniz? 

Üniversiteyi bitirdikten sonra İngilizce öğrenmek için Londra’ya gittim. Hem çalıştım hem İngilizce okudum. Cambridge Üniversitesi sınavlarına girdim. Sertifikamı aldım, döndüm. Ardından askerliğimi yaptım. 1975 yılının şartlarında iki yabancı dil bilen, üniversite mezunu ve askerliğini de bitirmiş bir eleman olmak fark yaratıyordu. Reasüransın ‘r’sini bilmeden ve tamamen tesadüf eseri Destek Reasürans’ta işe başladım. Beni işe alır almaz, sigorta eğitimi için yurt dışına yollayacaklarını, bu süre içinde şirketteki maaşımın işlemeye devam edeceğini ve yurt dışında beni rahat geçindirecek bir miktarda para vereceklerini söylediler. Allah rahmet eylesin, Destek Reasürans’ın Genel Müdürü Tacettin Aliefendioğlu beni bu lafla tavladı. O zamanlar Destek Reasürans, yılda 18 maaş artı beni yurt dışında geçindirecek bir maaş daha veriyordu. Ben de bu paraya kanarak Destek Reasürans’a girdim. Yani para beni çekti. 

Kanmasaydınız daha mı iyi olurdu? 

Güzel soru. Destek’e girmeden önce ben Beko ile anlaşmıştım. Yine iyi bir paraya. Dört gün içinde iş başı yapmayı bekliyordum. Destek Reasürans bir tesadüf eseri beni buldu. Beko’da kalsaydım, ne olurdum; onu Allah bilir. Sonuçta Koç Holding çok büyük bir topluluk. Benim gibi yabancı dil bilen çok sayıda elemanı var. İnanın, sigorta sektörüne girdiğimde yabancı dilde eğitim veren okullardan birini bitirip gelenlerin sayısı 10’u geçmiyordu. 

‘KURUŞUM YOK; PİZZACININ CAMINDAN BAKARDIM’

İngiltere’de hem çalışıp hem de okuduğunuzdan bahsettiniz. Londra’daki hayatınızdan sizin için önemli anılar var mı? 

Üniversiteden hemen sonra Londra’ya İngilizce öğrenmeye gittiğim zaman, geçinmek için çalışmam gerekti. Henüz Destek’e girmemiştim. Nasıl İngilizce öğreneceğim; param yok. 

1972 yılında Birleşik Krallık henüz kuzeyinde petrolü bulmamış, sefalet diz boyu, İngiltere’de işçi partisi iktidarda, her yerde grev… Günde yarı zamanlı çalışmam karşılığında haftada 10 sterlin alırdım. İki buçuğunu haftalık oda kirası olarak verirdim. Siyah beyaz televizyon kiralamıştım; o da bir sterlin. Yol param, yeme içmeyi de çıkarınca geriye 70 peni kalırdı. 

İkilemde kalırdım: “70 peni ile pizza mı yesem, yoksa sinemaya mı gitsem?” En acı hikayem şudur: Pizza yiyemezdim. Pizzacının camından bakardım. Bu gerçek bir hadise. Sinemaya giderdim; 5 kuruşsuz hafta biterdi. Aynı rutine devam. Pizza yemek içimde ukde kaldı. Pizzacıların içi genç dolu. Benim de yaşım 22. Gitmek istiyorum. Hiç gidemedim. Çünkü bir yere ulaşmak istiyorsan imkansızlıklar içerisinde, böyle şartlarda bile çalışman gerekiyor. Bir senenin sonunda uçağa bindim, dönüş yolu artık, cam kenarında oturuyorum. İçimden “Herhalde bir daha emekliliğimde, param olursa Londra’ya gelirim” dedim. 

4 sene sonra 1976 yılında Destek Reasürans’ta işe girdim. Merkez Bankası’nın tanıdığı en üst limitle, ayda 1100 sterlin gibi o zaman için büyük bir parayla Londra’ya gittim. Hala Londra’ya gitiğimde o pizzacılara gidip en pahalısını ısmarlıyorum. 

Sektöre girdikten sonra 10 yıl içinde TSEV’de reasürans eğitimi vermeye başladınız. 

1985’ten beri reasürans anlatıyorum. Sektörde 10 yıllık elemanım, koskoca enstitü “Gel, reasürans dersi ver” diyor. Şimdilerde 10 yıllık tecrübesi olana demezler. İşte doğru zamanda doğru yerde olmak. Öğrencilerimin sayısı 2250’yi geçmiştir. İçlerinden genel müdür olanlar da çıktı. 

“Doğru zamanda doğru yerde olmak” sözünü açar mısınız?

Ben sektörde çok hızlı bir şekilde çok tanındım. Yabancı reasürörler arasında da çok tanındım. Hem de o sıra reasürans ile ilgili bir tebliğ yayınlandı. O tebliğ gereği sigorta şirketlerinin bütün genel müdürleri ile çok genç yaşta tanışmam gerekti. Herkes beni tanıdı. Bu da bir şans. Artık bu şanslar pek yok. Kim bilir; sektörde, bir masada bir sütunun arkasında kaybolup giden nice değerler vardır.

Gençlerin kişiler hakkında yazdığı Türkiye’nin en önemli sitelerinden birinde sizden “Reasürans konusunda yaşayan efsane” olarak bahsediliyor. 

Estağfurullah. Gençler biraz abartarak yazmış. Evet, ben çok mesleki eğitim aldım. Temel olarak reasürans eğitimi aldım. Sigorta eğitimim, 2015 yılı dahil bütün iş hayatım boyunca devam etti. Bugün herkes üniversite mezunu olabilir, master, doktora yapmış olabilir, ama uzmanlık derecesinde sigorta eğitimi yok. Bu eğitimde, büyüğüm ama bir anlamda artık dostum, arkadaşım Osman Yücesan’ın payı büyük. Eğitim bugün sektördeki en büyük eksiklik. Sadece Londra değil, Paris, Zürih, Münih gibi yerlerde de uzun süreli kalarak aldığım eğitimi herhalde sektörde çok az kişi aldı. 2015 yılında Malezya’da bir reasürans şirketinin Yönetim Kurulu Üyesi’ydim. En son eğitimimi, burada Harward Profesörü hocalarımdan Corporate Governance (Kurumsal Yönetişim) üzerine aldım.

Malezya’da yönetim kurulu üyeleri eğitim almak zorunda. Onu almazsanız, yönetim kurulu üyeliğiniz düşüyor. Olması gereken de budur.

‘HALK SİGORTA, SONRAKİ 25 YILIMIN TEMELİDİR’

Reasürans şirketi tecrübenizden sonra sigortacılığa başladığınız Halk Sigorta’nın (yani Yapı Kredi Sigorta) mesleğinize katkısından bahseder misiniz?

Çok büyük. Bir kere ben 14 yılın sonunda bir reasürans şirketinden, hayatında poliçe kesmemiş bir adam olarak, bir sigorta şirketine genel müdür yardımcısı olarak geldim. Genel Müdürümüz Erhan Dumanlı da daha yeni, bir yıllık sigortacı. Denetim ve banka kökenli biri. Beni o çağırdı. Erhan Bey’in de etkin bir yöneticiliği vardı. Stres yönetimi çok yoğun. 4 yıl boyunca Halk Sigorta’da çalıştım. Çok değerli genel müdür yardımcısı arkadaşlarım vardı. Çoğu sonradan genel müdür oldu. Pazartesi sabahları ayaklarım geri geri giderdi. Stresliydi. Ama dört yıl hep birlikte, buna Erhan Bey de dahildir, iyi bir eğitimden geçtik. 

Ayrıca bana beş tane departman bağlandı. Beş benzemez. Erhan Bey, beni genel müdürlüğe hazırlıyor gibiydi. İlki nakliyat sigortaları, tarifeli dönemde en zor branştı. Çok iyi bir nakliyat müdürüyle birlikte o branşı şirketin en kârlı branşı olarak götürebildim. Diğer departman, reasürans; tamam onu biliyorum.  Acenteler ve pazarlama; hayatında acente tanımayan bir adamım. İdari işler; ne marka tuvalet kağıdı alacağız, hangi firmadan yemek alacağız vs… Son olarak da reklam ve halkla ilişkiler departmanı. İşte 1992 yılında Halk Sigorta, toplamda 7’ncilikten hayat dahil birinciliğe, hayat dışında da ikinciliğe yükseldi. Böylelikle ben acenteyi, bölge yapılarını tanıdım. Hazır halde Ray Sigorta’ya geçtim. Halk Sigorta, sonraki 25 yılımın temelidir. 

‘BİR BASAMAK DEĞİL, BİR KAT ÇIKMAM GEREKİYORMUŞ’

Ray Sigorta’da genel müdür olarak başlıyorsunuz. Genel müdürlük tecrübenizden bahsedebilir misiniz?

Benden önce, Doğan Grubu 8 ay boyunca sigortacılıkla alakası olmayan değerli bir kişiyi genel müdür olarak atamış. Ancak o kişi, çok akıllıca bir düşünceyle, “Sigortacılık benim işim değil” diyerek kendi yerine bir genel müdür aramaya çıkmış. Ray Sigorta’nın Kurucusu ve 30 seneye yakın Genel Müdürlüğü’nü yapmış olan Zeki Akın da beni tanıyor. “Gelmek ister misin?” dedi. Halk Sigorta’daki 4’üncü yılın sonunda “Genel Müdürlük yapabilirim” demeye başladım. Öyle olmadığını daha sonra çok iyi anladım. Genel müdürlük ile genel müdür yardımcılığı arasında bir basamak değil, bir kat var. Yani birçok basamağı çıkmak lazım. 

Peki, 13 yıllık Genel Müdürlüğünüzde Ray Sigorta’yı hangi noktaya taşıdınız?

Ray Sigorta’nın başına geçtiğimde özkaynağı 3 milyon dolardı. Başka da 5 kuruşu yoktu. En büyük sigorta şirketinin özkaynağı ise 65 milyon dolardı. Bizden 20 kat büyük. 13 yıl genel müdürlük yaptım. Sermayedar 5 kuruş para koymadı; 7 kat büyüdük ve özkaynağımız her türlü mevzuat değişikliğine rağmen yaklaşık 22 milyon dolara ulaştı. Bu süre içinde 2’şer yıl arayla sigortaladığımız 6 tane büyük uçak kazası yaşadık. Zorlu bir süreçti. Ben ayrıldıktan sadece yedi ay sonra da Doğan Grubu, Ray Sigorta’yı 200 milyon dolara sattı. 3 milyon dolar özkaynağı olan şirketi bana verdiler. Ayrıldıktan yedi ay sonra 200 milyon dolara sattılar. Birkaç ay önce Aydın Doğan’ı gördüm, “Kefeliköy’deki binayı verdiğime üzülüyorum” dedi. Ben o binanın her önünden geçtiğimde gurur duyuyorum.

‘LİDER İSENİZ, BÜTÜN SEKTÖRÜ DÜŞÜNECEKSİNİZ’

Dubai Group’tayken sigortacılıkta yaşanan krizi “Piyasa payı kapmaya yönelik bir kriz” şeklinde tanımlıyorsunuz. Bugünü nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Herkes “En büyük ben olacağım” diyor. 100 demeç verdiysem 98’i sektör geneline yöneliktir. Son yıllardaki demeçlerim ise sektör liderlerinin sorumlulukları üzerinedir. Madem sektör liderisiniz, bütün sektörü düşüneceksiniz. 2009 krizi ve şimdiki durum, büyüklük ve pazar payı yarışındandır. Sigortacılık sadece güven meselesi değil, herkes hesabını doğru yapmak zorunda. Ayrıca popülist yaklaşarak sigortacılığa müdahale ederseniz, Türkiye’de sigortacılık iflah olmaz. 

Peki Türkiye’deki sigortacılığın karakteristik, yurt dışındaki sigortacılığa göre farklı bir yanı var mı?

Yurt dışında birine sorduğun zaman, “Sigortacıyım” der ama hemen arkasından örneğin der ki “Benim branşım hayat dışı, sorumluluk sigortaları.” Uzmanlaşma vardır. Bizde teknikten sorumlu genel müdür yardımcısı atarsın, o nakliyattan da, mühendislikten de, yangından da sorumlu olur. Uzmanlaşmaya gitmek lazım. Ben reasürans uzmanıyım. Hiçbir zaman en büyük yangın sigortacısı olduğumu iddia etmedim. Bir kere uzmanlaşmaya, bunun için temel eğitim almaya ihtiyaç var. 

Ayrıca Sigorta Bilgi Merkezimiz dünyada tek. Bilgi teknolojilerini kullanmakta ise ileriyiz. 

EMEKLİ GENEL MÜDÜRLER, EN ÇOK ŞOFÖRÜnÜ özlüyor

Emekliliğe ayrılırken diyorsunuz ki “Dışarıda bir hayat var. Bu hayatta hasar oranı, fiyat kırma ve tahsilat güçlüğü dışında başka şeyler var.” Artık gündeminizde neler var?

Her zaman emekliliğe kendimi hazırladım. Hatta çalışırken daha emekli genel müdürlere sorardım: En çok neyin eksikliğini hissediyorsunuz? Büyük ölçüde aldığım cevap şu: Şoför. Emekli genel müdürler “Biz şoförümüzü arıyoruz” derdi. Şoför çok önemli bir şey, büyük konfor yahu. 

Emekliliğe hazırlanırken ben de kendime “Neler yapabilirim?” diye sordum. Gittim, dört yıl briç dersi aldım. Şimdi sitedeki hanımlarla toplanıp haftada bir briç oynuyoruz. 

Sigorta sektöründen iki tane grubum var, onlarla devamlı olarak görüşüyoruz. Çok enteresan; bütün bu büyük isimler bir araya geldiğimiz zaman, bir tek kelime olsun sigortacılık konuşulmuyor. Bir cümle dahi geçmiyor. O dünyada hiç olmamışız gibi. Çok da hoş oluyor. 

İlkokul arkadaşlarımla yurt içi seyahatlere gidiyoruz. Lise arkadaşlarımla hep beraberiz.

Ayrıca kışın haftada bir, sesinizin güzel olmasına hiç gerek yok, musiki derneğine gidiyorum. Ben aslında Klasik Batı Müziği’ni çok severim. Ama Türk Sanat Müziği’ni de çok seviyorum. Çok da sevdiğim bir hocamız var. Bence bugün Türkiye’nin en iyi erkek sesi: Nusret Yılmaz. Nasıl güzel meşk ediyoruz. 

Solo olarak hazırlandığınız bir eser var mı?

Kafamda hazırladığım bir eser var. Hocamız verirse, Avni Anıl’ın “Bir eylül getirdi sevgini bana” adlı eserini seslendirmek istiyorum. Ona çalışıyorum şimdi. Aşağı yukarı yedi sene oldu. Katıldığım 14 konserin dördünde bana solo verildi. Sen anla yani sesimin güzelliğini! 

‘HERKESTE SİMSİYAH ELBİSE; BEN MASMAVİ, YANIYORUM’

Klasik Batı Müziğine ilginiz nasıl başladı?

Ah komedi. 1966 yılında lise 2’deyken Almanya’ya davet ettiler. Alman hükümeti, İstanbul Erkek Lisesi’nden öğrenci çağırdı. Öğrencileri, öğretmenler kurulu seçiyor. Almancalarının çok iyi olması lazım. Ben de seçildim. Berlin ve Kassel’de toplam 3 ay bir geziye gittim. Bütün masrafları Alman hükümeti karşıladı. Programda klasik müzik konserlerine gitmek de var. Klasik müziği hayatımda ilk defa orada dinledim. Berlin Filarmoni Orkestrası, Şef Herbert von Karajan ve Brahms’ın 2 Numaralı Senfonisi. Konser başladı, ben uyumuşum. Bir ara senfonide sıra davullarda; bir vurdu, ben yerimden fırladım. İlgim bu kadar.

10 yıl sonra, 1976’da Londra’ya staja gönderildim. Destek Reasürans’ın birlikte çalıştığı küçük bir broker var. Bir hesap mutabakatsızlığı olmuş. Ben de hazır gidiyorum diye elime verdiler kağıtları, “Git; o şirketin yönetim kurulu başkanını bul. Şu mutabakatı da yapmalarını rica et” dediler. Ben de gittim. Adam benimle ilgilendi. Neler yaptığımı sordu. Stajyer olduğumu söyledim. “Bir vakit sizi yemeğe götürürüm” dedi. Bu sözün üzerinden aylar geçti. Sonra bana telefon etti. “Mr. Alanya çok özür dilerim.
Çok yoğundum, arayamadım. Şu gün müsaitseniz, önce bir konsere, oradan da yemeğe gidelim” dedi. Stajdayım, işim gücüm yok nasıl olsa, kabul ettim. O bol parayla kendime her hafta bir takım elbise alıyorum. Bu sefer gök mavisi İrlanda keteninden bir takım elbise ve içine de pembe gömlek aldım. Adam bana evinin adresini vermiş. “Konser öncesi evde birer içki içelim” dedi. Kapının zilini çaldım. Beni o masmavi elbiselerle görünce gözleri fal taşı gibi açıldı ama İngiliz asilzadesi olduğu için bir şey demedi. Sonra konser için Royal Festival Hall’a gittik. Kapıdan içeri bir girdim. Herkeste simsiyah takım elbiseler, smokinler.
Ben ortada masmavi elbise, pembe gömlek yanıyorum. Herkes bana garip garip baktı yahu. İngiliz oldukları için soğuk soğuk bakıyorlar ama ben anlıyorum, utanıyorum. 

Beni konsere götüren kişi sonradan dostum oldu. 87 yaşında şu anda. Meğerse o Times’a klasik müzik kritiği yazıyormuş. Bu işi Allah’ına kadar bilen bir adam. Adam benim tın tın olduğumu anladı. Beni bir eğitti. Yıllar itibarıyla gitmediğimiz konser, bale kalmadı. Benim klasik müzik sevgim böyle doğdu. 

Arkadaşlarınızla en son nereye gittiniz?

Çanakkale’ye gittik. Atatürk’ü orada yaşamak istedik. Tam gün bir rehber tuttuk. Önceden söyledik: “Hepimiz 70 yaşındayız. Bizi öyle haldur huldur koşturmak yok. İkide bir bize salaş da olsa temiz bir kafe bul, bizi dinlendir, sonra tekrar gezdir.” Gezi sırasında bizim kızlardan biri duymuş. Rehber, arkadaşıyla telefonda konuşuyor: “Enteresan bir grup gezdiriyorum. Eski Türk filmlerindeki gibiler.” Hepimiz eski İstanbul çocuğuyuz. Belli bir görgümüz, hitap tarzımız, oturup kalkışımız var. Herhalde rehber çocuk bunu gözünde eski Türk filmlerine benzetti. Konuyla ilgili aramızda çok uzun bir tartışma oldu: İltifat mı, hakaret mi? Henüz karar veremedik.  

‘BABAM GARSON OLDUĞUMU DUYARSA, BENİ KESER!’

İngiltere’de bir süre ikinci iş olarak da bir gece kulübünde komi olarak çalışıyordum. Konsomatrislerin çalıştığı bir yer. Alman tur grupları geliyor. Almanca biliyorum ya müşterilerle gayet güzel konuşuyorum. Garsonların kimi Maltalı, kimi Kosta Rikalı; çat pat İngilizce konuşuyorlar. Patron beni çağırdı, “Seni garson yapacağım. Ama burada kalacaksın” dedi. “Sen deli misin? Babam beni okuttu, buraya İngilizce için gönderdi. Garson olduğumu duyarsa beni keser. Hadi hoşçakal” dedim ve ayrıldım. 

‘BİRİ DE DANIŞMANLIK TEKLİFİ YAPSIN!’

Bu kadar yıllık deneyimim, bilgim, görgüm var. Haziranda bir akşam Muzaffer Aktaş ile yemek yiyoruz. Bana “Sana çok kızıyorum. Onca bilgiyi birikimi götürdün dört duvarın arasına sıkıştırdın. Kimse yararlanamıyor” dedi. Ben de “Teklif geldi de ben mi ‘Hayır’ dedim” şeklinde cevap verdim. Böyle benim gibi deneyimli, bilgi sahibi, yıllarını sigortacılığa vermiş çok sayıda meslektaşım var. Ne oluyor o bilgi birikimi? Bilgi, deneyim açısından o  kadar zengin bir ülke değiliz ki… Yazık oluyor!!

‘YEMİŞLERİ ŞOFÖRLER GÖTÜRÜYOR’”

Çetin Alanya bahçesini şu sözlerle anlatıyor: Şurada bir kiraz ağacım var. 20 tane verdi. Onu yedik. Şurada koca yemişler var. Onu dışardaki şoförler götürüyor. Bana da ayıp olmasın diye bir iki veriyorlar. Şeftalimiz var. Kuşlar bırakmıyor. Bırakmışlarsa bir iki tane alıyoruz.” 

ÖNCE MEVZUAT, SONRA EĞİTİM

Sigortacılıktan sorumlu bakan yardımcısı olsanız ilk olarak neler değiştirirdiniz? 

* Önce mevzuat:  Mevzuat sigortacılığın prensiplerine göre yapılmalı, yasalar da o mevzuata göre düzenlenmeli. Ayrıca AB’den alınan mevzuatta tercüme hataları var.

* İkincisi eğitim: Sigortacılık eğitimi çok önemli. İyi eğitilmiş kişiler var. İlla genel müdürlerle değil, iyi eğitim almış, alttan uzman kişilerle hükümet düzeyinde danışma kurulu oluştururum.

* Yönetim kurullarının yapısını mutlaka değiştiririm.Patronun eşi dostu yerine sigorta uzmanı kişileri şart koşarım. En az 20 tane falan isim sayabilirim. Büyük deneyim ve bilgi sahibi, ama şimdi evlerine kapanmış. Bu kişilerin yönetim kurullarına girmesini sağlarım. 

* Acentelik sistemini baştan aşağı ele alırım. Mesela; bir acente aynı anda 16 tane sigorta şirketinin acentesi, pazar payı %90 civarında. Eee bu adam acente midir, broker midir? Broker müşteriyi temsil eder. Acente sigorta şirketini temsil eder. Ayrıca hem beni hem de en yakın rakibi temsil etmekle acentelik olamaz. Sigorta şirketi de o acenteye belli mesafe içinde başka birine acentelik vermemeli. Acenteleri de korumak lazım.

* Trafik sigortalarında mutlaka SBM’yi devreye sokardım. Çünkü çok faydalı veriler alabilirsiniz. 

* Popülist düşünceden uzak kararlar alırdım. 

* Eskiden Sigortacılık Genel Müdürlüğü, her konuda, en ufak bir yönetmelik yayınlanırken bile Sigorta Birliği’ne (TSB) danışırdı. Şimdi haklı ya da haksız gerekçelerle TSB’ye kimse danışmıyor. 

* “Her şeye havuz” fikrine tamamen karşıyım. Bu gidişle sigorta şirketlerine ihtiyaç kalmayacak. 

 

Yorum yazın