“Sigortacılığın alfabesine reasüransla başladım”

“Sigortacılığın alfabesine reasüransla başladım”

1959 yılında Doğan Sigorta’da staj yapmaya başlayarak sigorta hayatına adım atan Necdet Atakul, sigortacılığın alfabesine reasüransla başladığını ifade ediyor. Yarım asırlık tecrübesiyle sektöre yol göstermeye devam eden Atakul için hayatın her döneminde sigortaya ihtiyaç var.

Sigortacı Gazetesi’nin “Duayenlerle Dünden Bugüne” söyleşi dizisinin bu ayki konuğu Necdet Atakul oldu. Sigorta hayatına 1959 yılında Doğan Sigorta’da staj yaparak başlayan sektörün duayen isimlerinden Necdet Atakul, yarım asır süren çalışma hayatında yaptıklarıyla Türk sigortacılığının günümüzdeki noktaya ulaşmasında katkısı büyük. ‘Hayatımın ve sigortacılığımın çizgisini çizen insan’ diye anlattığı Osman Yücesan ile Doğan Sigorta’da tanıştığını söyleyen Atakul için Osman Yücesan’ın yeri çok özel. Sigortacılığın alfabesine reasüransla başladığını ifade eden Atakul, yurtdışında da reasüransla ilgili çeşitli eğitimler almış. 29 sene Marsh’ta çalıştıktan sonra emekliye ayrılan Atakul, şu an ise bir brokerlik şirketine danışmanlık yaparak tecrübesiyle sektöre yol göstermeye devam ediyor. “Duayenlerle Dünden Bugüne” söyleşi dizimizin bu ayki konuğu Necdet Atakul ile çocukluk yıllarını, eğitim hayatını, sektöre nasıl adım attığıyla ilgili detayları konuştuk.

Bize biraz çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

Çocukluğum denince, anılar beni 1941 yılına, Almanların Yunanistan’ı işgal ettiği seneye götürüyor. Aynı zamanda Almanların da Türk toplumunun Türkiye’ye gidişi için izin verdiği bir dönemdi. 4 kişilik bir aile olarak, hedefimiz İstanbul’a gelmekti ancak o zaman İstanbul’un kapısı vardı. Ailem tütün işleyen bir aileydi. Babama ya Akhisar’da toprak ya da Bursa’da iskân vermeyi teklif ettiler. Babam Bursa’da iskânı tercih etti ve 1941-1945 yılları arasında 4 yıllık bir Bursa yaşantımız başladı. Sonrasında ise İstanbul’a geldik ve İstanbul çarkı içinde hayatımız devam etti.

‘BÜTÜN MERDİVENLERİ KOŞARAK ÇIKARDIM’

Eğitim hayatınızı ve sektöre nasıl başladığınızı anlatır mısınız?

İlkokul, ortaokul ve liseyi İstanbul’da okudum. Ortaokul dönemimin bir kısmında marangozluk, boyacılık, demircilik gibi işlerde yazı boş geçirmemek, cep harçlığı kazanmak ve çocukluk bilgimi geliştirmek üzere çalıştım. Lise son sınıftayken Doğan Sigorta’da bir staj imkânı doğdu. Bu fırsatı değerlendirmek istedim ve Doğan Sigorta’da çalışmaya başladım. Binada 5 katlı asansör olduğu halde ben heyecanla bütün merdivenleri koşarak çıkar, her servise girer, bir şeyleri takip etmeye çalışırdım. Başladığım servis, reasürans servisiydi. Reasürans demek o dönemin bütün plasman işlerinin yapıldığı yerdi. Yalnız hiçbir şey dijital değildi, bütün veriler elle tutuluyor, plasmanlar kartlara işleniyordu. Bu şekilde adım adım sigortacılığın alfabesine başlamış oldum. Bu arada hayatıma yön veren kişiyi de burada çalışırken tanıma fırsatım oldu. Şirketin yemekhanesi vardı ve yemekhaneye yemek yemeye çıktım. Büyük bir salondu, kalabalıktı ve boş yer yoktu. İki tane de küçük oda vardı. Sağdaki odada bir kişi oturuyordu, soldaki oda da sonradan öğreneceğim üzere müdürlere ait bir yerdi. Soldaki odaya oturdum, yandaki masada oturan kişiye afiyet olsun dedim. Yemek geldi, o arada sekreter olduğunu düşündüğüm bir kadın bana buranın müdürlere ait olduğunu söyledi. Ben de yer değiştirmek için kalktığımda karşımdaki şahıs oturmamı istedi. Buranın müdürlere ait olduğunu söylediğimde ise onlarla birlikte oturabileceğimi söyledi. O kişi Osman Yücesan’dı ve hayatımın, sigortacılığımın sonradan çizgisini çizecek insandı. 1959-1960 yıllarında liseyi bitirdim. İktisat Fakültesi’nde imtihana girdim ve kazandım ancak çalışmam gerekiyordu, ailemin geliriyle hiçbir şekilde eğitimimi sürdürme imkânım yoktu. Ben de Osman Bey’e müracaat ettim ve durumu anlattım. Bunun sonucunda da Doğan Sigorta’da yarım gün çalışmak üzere işe başladım. Maaşım 200 liraydı ve hiç unutmadığım bir anımı sizinle paylaşmak isterim. O zaman Nişantaşı’nda oturuyorduk. Nişantaşı’ndan Karaköy’e yürüyerek gidiyordum. Beyoğlu’nda da her zaman bildiğimiz markalar vardı. Benim de en çok sevdiğim marka o dönemin ünlü bir ayakkabı markasıydı. 200 lira maaş alırken orada 75 liralık bir ayakkabı gördüm ve ilk maaşımla o ayakkabıyı aldım. Son derece mutluydum. Gerçekten insanların dediği gibi hayattaki küçük mutluluklar bunlar oluyor.

Atakul, sektörden birçok duayen ile yolunun kesiştiği Willis Towers Watson’ın eğitiminde, kendisi gibi sektörün diğer duayenleriyle birlikte.

Yurt dışında gördüğünüz eğitimlerden de bahsedebilir misiniz?

1965-1967 yılları arasında 2 sene askerliğe gittim. Döndükten sonra Osman Bey bana ne yapmak istediğimi sordu ben de sigortacılıktan devam etmek istediğimi ve bu konuda bana destek olacak bir eğitim için yurtdışına gitmek istediğimi söyledim. Doğan Sigorta beni o sırada Türkiye ile iş yapan Willis Towers Watson’a 6 aylık staja gönderdi. Londra ayrı bir ekoldü. Dünyaya açılan bir pencere, insanları tanıma, kendini geliştirme, lisan öğrenme bakımından çok önemliydi. Buraya gittiğimde ise Osman Bey’in belirli şartları vardı. Her hafta 1 konsere gitmemi, 1 kitap okumamı ve 1 tiyatroya gitmemi istedi. Kendini geliştirmeyi artıracak şeylerde yurt dışına gidenlere bu anlamda önderlik ederdi. Birçok meslekten arkadaşlarıma da bu şekilde dokunuşları olmuştur. Ben de bunları yaşayabildiğim için çok şanslıyım.

‘BÜYÜK PROJELERE İMZA ATTIK’

Halk Sigorta’da da görev aldınız, bu süreci de bizimle paylaşır mısınız?

Londra dönüşü şirket içinde terfiler, beklentilerimiz istendiği gibi karşılanmıyor. Ben de bu durumda yurt dışına gitmeyi hedefledim ve Kanada’da Willis temaslarıyla kendime iş buldum. Osman Bey ile vedalaşmak için gittiğimde, ‘Nereye gidiyorsun, daha bu ülkede yapacağın çok şeyler var’ dedi. O sırada Halk Sigorta sorumlusu, İzmir bölgeyi kurmak isteyen Ali Nezih ile konuşmamı söyledi. Kader de beni böyle İzmir tarafına yönlendirdi. Orada evlendim, 2 kızım orada doğdu. Çizgim bu şekilde tekrar yurt içine döndü. Halk Sigorta yılları, Ali Nezih’in liderliğinde ve sektörün öncüleriyle çalıştığım için büyük bir fırsattı. Yıllar ilerledikçe Osman Bey, brokerliğin şekillenmesi, Türkiye’de de resmi olarak kabul edilmesiyle ilgili bana bir oluşumdan bahsetti. 1980 sonrası özelleştirme ile Türkiye’de birçok projenin gelişeceğini ve benim de hasardaki tecrübemin grup içerisinde faydalı olacağını düşünerek gruba katılmamı teklif etti. Ben de aileme İzmir’de sadece 5 sene kalacağıma dair söz vermiştim. Bu teklif de tam 5’inci yılımı doldurduğumda denk geldi. 5 yılın sonunda çocuklarımızı alarak İstanbul’un yolunu tuttuk. Osman Bey ile San Sigorta’da büyük projelere imza attık. Türkiye’nin birçok öncü kuruluşlarının sigortalarının yapıldığı bir dönemdi. Dolayısıyla hem bilgi, beceri hem de uluslararası piyasalarda da ismi geçecek bu oluşumlarda yer almak benim için son derece mutluluk vesilesiydi.

29 sene Marsh’ta çalıştınız, burada genel müdürlük de yaptınız. Bu süreci de anlatır mısınız?

San Sigorta’nın satın almaları başladı. Fransızlarla iş birliği yapıldı, sonrasında Alman birleşmesi oldu ve ardından da Marsh. Bir Türk firması bir Amerikan firması tarafından alınmış olsa da yöneten bizdik. Kadro aynen muhafaza edildi. Dolayısıyla Marsh’ın geçişi tamamen istendiği gibi, düzgün ve herkesin işine devam ettiği bir düzenle oldu. Benim açımdan memnuniyet verici bir anımı da sizinle paylaşmak istiyorum. Emekli olurken, anı defterine baktım. Çok yeni giren bir çalışan, siz insan biriktiriyorsunuz diye bir şey yazmış. Kendisini yanıma çağırdığımda insan biriktirmenin ne demek olduğunu sordum. O da bana, ‘Siz her gün herkesin yüzünü görmeye çalışıyorsunuz. Her gün herkese o kadar yakın mesafedesiniz ki biz sizle her şeyimizi paylaşabiliyoruz ve zaten paylaşmadan siz onu hissedebiliyorsunuz” dedi. Bu benim için son derece mutluluk verici bir şeydi ve bu anı hayatım boyunca unutmayacağım bir şey oldu. İlerleyen yıllarda Marsh’ın kadrosu genişledi. Gayrettepe’de başladığımız ofise 4 kat daha ekleyerek, 12 kişiyle başladığımız görevi 250 kişiye devrettim. Anı ve başarılarla dolu bir çalışma dönemiydi.

‘HER ŞEY KARBON KOPYAYLA YAZILIYORDU’

Sektöre giriş tarihiniz 1959 yılı. Sizce o günden bugüne sektörde ne gibi değişimler oldu?

En büyük değişim dijitalleşme. O dönem sigorta lisanı Fransızcaydı. Hiçbir baskı makinesi yoktu. Her şey karbon kopyayla, mürekkepli kalemle yazılıyordu. Şirket, bayanlara uzun önlük, bizlere de ceket diktirirdi. Doğan Sigorta’da boyalı kalemlerle kopyaları çıkarana kadar bunları giyerdik. Poliçelerin çıkarılması ve yıllık mevduatların toplanması hepsi özel makinelerle yapılırdı. Bugün bilgisayara bastığınız zaman her şey elinizde. O zamanlar daha çok bankalar mecburi sigorta peşindeydi ve büyük yangınlar İstanbul’u geçip yıktığı halde belki de o dönemlerin yaşam şartları, insanların sigortaya bütçe ayıramamaları, hayat standardı dolayısıyla sigortaya çok önem verilmiyordu. Ancak Yapı Kredi’nin tasarrufla alakalı kumbaralarını hatırlıyorum. Eğitim projesi vardı. O dönem için büyük bir projeydi ve geri dönüşleri çok iyiydi. Doğan Sigorta’da ayrıca 100 bin aracın plakası elle tamamlandı. Bu da büyük bir olaydı.

Artık emekliye ayrıldınız, emeklilik hayatınız nasıl geçiyor?

Emekliye ayrıldım demiyorum çünkü haftada 2-3 gün de olsa hala çalışıyorum, broker bir firmaya danışmanlık yapıyorum. Bence çalışmak, çalışmak, çalışmak. Hayatın gerçeği bu. Yoksa durduğunuz zaman geriye gidersiniz. Bu arada bir vakfın yönetim kadrosundayım ve şimdi o tarafta finansman açısından yardımcı olma ve Galataport projesi içerisinde yer alan 100 yıllık bir binanın restorasyonunu yapma hedefini aldık. Fonu buldum ve o binanın yenilendiği gün de son derece mutlu olacağım.

‘GENÇLİĞİM BASKETBOLCULUKLA GEÇTİ’

İlgilendiğiniz spor branşları var mı?

Gençliğim basketbolculukla geçti. Üniversite yılları sonrasında Beşiktaş’ta basketbol sporcusu oldum. soğuk duşlarda yıkanarak antrenman yapardık. Türkiye’de sporun çok yavaş ilerlediği dönemlerdi. Ona rağmen sporun insana çok şey ilave ettiğini düşünüyorum. Paylaşmayı, arkadaşlığı, dostluğu öğrettiği için sporun muhakkak hayatımızda yer alması gerektiğine inanıyorum. İş hayatı başlayınca spora bir şekilde ara vermek durumunda kaldım.

Yarım asırdır tecrübesiyle sektöre yol gösteren Atakul’a göre hayatın her döneminde sigortaya ihtiyaç var.

‘HAYATIN HER DÖNEMİNDE SİGORTAYA İHTİYAÇ VAR’

Sigortacılığa başlayan gençlere tavsiyeleriniz neler olur?

Sigortacılığı muhakkak tavsiye ederim. Hayatın her döneminde sigortaya ihtiyaç var. Ayrıca geçtiğimiz bu dönemde ilerleyen teknoloji dolayısıyla sigortayla çözümlere imkân veren sonuçlara ulaşabiliyoruz.

Yağmur Ceren KURAL

yagmur@sigortacigazetesi.com.tr