“Tüketici kredilerinde sigorta güvencesi zorunlu olmalı”

 “Tüketici kredilerinde sigorta güvencesi zorunlu olmalı”

Tüketici kredilerinin sigorta ile güvenceye bağlanması herkesin çıkarını koruyan bir çözümdür. Tüketici kredilerinde kefalet gibi çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek güvenceler yerine sigorta güvencesi her bakımdan uygun bir çözüm oluşturduğundan kanımızca zorunlu hale getirilmesi doğru olur.

T.C. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi tarafından verilen 10.04.2023 gün ve E. 2023/856 K. 2023/1011 sayılı kararın sigorta hukukçuları arasında bir süredir sürmekte olan tartışmayı alevlendirmiş bulunduğu görülüyor. Bu kararda “banka tarafından miras bırakana kullandırılan tüketici kredisi nedeniyle açılan alacak davalarında, önce miras bırakanın (kredi alacağını güvenceye bağlamak amacıyla) yaptırmış olduğu hayat sigortasına ilişkin olarak hukuki yolların tüketilmesinin aranıp aranmayacağı, bu durumun davanın ön şartı olarak kabul edilip edilmeyeceği, bankanın tüketici kredisi alacağı nedeniyle mirasçılara veya sigortaya başvuru konusunda seçimlik hakkının bulunup bulunmadığı” ele alınmıştır. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (HD), bu hususlara ilişkin olarak Bursa Bölge Adliye Mahkemesi’nin (BAM) 14. Hukuk Dairesi ve 7. Hukuk Dairesi tarafından verilen birbirine zıt kararlardan hangisinin yerinde görülmesi gerektiğini belirlemek üzere hüküm kurmuştur.

Bursa BAM; 14. HD’nin 20/10/2022 tarih, 2022/11 Esas, 2022/217 Karar sayılı ilamında, “banka tarafından miras bırakana kullandırılan tüketici kredisi nedeniyle açılan alacak davalarında, miras bırakan ile yapılan hayat sigortasına ilişkin olarak hukuki yolların tüketilmesinin aranacağı, bu durumun davanın ön şartı olarak kabul edileceği”;  buna karşılık Bursa BAM 7. HD’nin 29/05/2019 tarih, 2018/1757 Esas,2019/586 Karar sayılı ilamında ise “bankanın tüketici kredisi alacağı nedeniyle mirasçılara veya sigortaya başvuru konusunda seçimlik hakkı bulunduğu, sigortaya ilişkin olarak hukuki yolları tüketmesinin dava ön şartı olmadığı” sonucuna varılmış idi. Yargıtay 3. HD, söz konusu kararını 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m.35 uyarınca oluşturmuştur. Bu maddeye göre Yargıtay 3. HD, “benzer olaylarda bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında uyuşmazlık bulunması hâlinde bu uyuşmazlığın giderilmesi” bakımından görevli bulunmaktadır. Aşağıda Yargıtay 3. HD tarafından verilen kararı değerlendireceğiz.

Belirtmek gerekir ki Yargıtay 3. HD, daha önce verdiği kararlarda zaten konu hakkındaki görüşünü ortaya koymuş idi. Nitekim

  • 03.2022 tarihli 2021/9243 Esas, 2022/2835 Karar sayılı kararda “davacı banka tarafından kredi alacağının tahsiline yönelik sigorta şirketine karşı tüm hukuki yollar tüketilmeden, kredi borçlusunun mirasçıları olan davalılara karşı takip başlatılamayacağı, bu nedenle davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı” belirtilmiş
  • 05.2022 tarihli 2022/3223 Esas, 2022/4460 karar sayılı kararda da ”… tüketici işlemi niteliğindeki banka kredileri nedeniyle, hayat sigortası yapılmış olması durumunda, bankanın poliçe limitleri dahilinde kalan kredi alacağını öncelikle sigorta şirketinden tahsil etmesi zorunludur. Bu husus, banka tarafından tüketicinin mirasçıları (halefleri) hakkında dava açılabilmesinin ön şartıdır. Banka sadece poliçe limitinin yeterli olmadığı bakiye alacak için tüketicinin mirasçılarından talepte bulunabilir. Kredi kullanan tüketici adına yapılan hayat sigortası poliçesi mevcutken, bankanın tüketicinin ölümü nedeniyle, tüketicinin mirasçılarından ödenmeyen bakiye kredi alacağının tahsili için dava açması veya icra takibi başlatması, sigorta hukukunun temel ilkelerine ve sigorta yapılmasının amacına aykırılık oluşturacağı gibi sigorta yapılmasına duyulan güven ve itimadı da zedeler. Bu nedenle banka alacağını öncelikle sigorta poliçesinden tahsil etmelidir.”

değerlendirmesine yer verilmiş idi.

İncelediğimiz kararında Yargıtay 3. HD, aşağıdaki hususların altını çizmiştir:

  • Sigorta poliçelerinin davacı banka tarafından açılan kredilere teminat olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Kredi veren bankanın talebi ile tüketici tarafından yaptırılan hayat sigortası, tüketicinin kendi isteğiyle yaptığı bir sigorta değildir. Bu sigorta, bankanın talebi üzerine kredi alacağına teminat oluşturmak üzere yapılan bir sigortadır. Asıl amaç sigorta ettirenin ihtiyacının karşılanması olmayıp, bankanın kredi verdiği kişinin ölüm nedeniyle krediyi geri ödeyememesi dolayısıyla maruz kalacağı riskin teminat altına alınmasıdır. Sigorta poliçesinde, tüketici sigortalı, banka lehtar konumundadır.
  • Tüketici kredisi sözleşmesinde ve tüm sigorta poliçelerinin üzerinde kredi veren banka “dain ve mürtehin” olarak gösterilmektedir.
  • “Dain-i mürtehin” kaydı, kredi borçlusunun ölümü hâlinde hak kazanılacak olan sigorta bedeli üzerinde “rehin hakkı sahibi alacaklı”yı ifade etmektedir.
  • Türk Medeni Kanunu m. 954 fk.1 uyarınca “başkasına devredilebilen alacaklar ve diğer haklar üzerinde rehin tesis edilmesi” mümkündür.
  • Alacak rehninin ne şekilde kurulacağı TMK’nın 955. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre, “senede bağlanmış olan veya olmayan alacakların rehni için rehin sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması” gereklidir. Kredi kuruluşunun, krediye bağlı hayat sigortası sözleşmesinden doğan sigorta bedeli üzerindeki rehin hakkı ise uygulamada, poliçeye ve sözleşme genel şartlarına eklenen kayıtlar ile sağlanmaktadır.
  • Krediye bağlı hayat sigortası sözleşmelerinde, kredi kuruluşu banka “öncelikli (asli) ve değiştirilemez lehtar” olarak belirlenmektedir. Hayat sigortalarında lehtar tayini ilke olarak tam üçüncü şahıs lehine sözleşme şeklinde gerçekleştiğinden, riziko meydana gelince sigortacı tazminat ödemesini doğrudan doğruya lehtara (bankaya ) yapacaktır.
  • Ayrıca, krediye bağlı hayat sigortası sözleşmesinde, sigorta ettiren kredi borçlusunun sigorta bedeli üzerindeki “tasarruf yetkisi” kredi kuruluşunun 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) m. 1493 çerçevesinde değiştirilemez lehtar olarak atanması ile birlikte sona ermektedir.
  • Sigorta şirketi, lehtar konumundaki bankaya karşı tüketicinin sağlık sorunları olduğunu, örneğin, kalp hastası veya kanser hastalığını gizlediğini ileri süremez.
  • Ülkemiz uygulamasında krediye bağlı hayat sigorta sözleşmelerinin neredeyse tamamına yakınında sözleşmenin tarafı olan sigorta şirketi ile kredi kuruluşu arasında TTK m.195 anlamında “hâkim ve bağlı şirket ilişkisi” mevcuttur. Sigorta poliçesini düzenleyen ise ya bağlı şirket olan sigorta şirketi ya da hakim şirket olan (sigortacının acentesi olarak hareket eden) kredi kuruluşudur.
  • Bundan başka tüketici işlemlerinde, tüketici daha zayıf konumdadır ve korunması gerekir. Hem tüketici hem de sigortalı / sigorta ettiren konumundaki kredi alan, sigorta hukuku mevzuatının yanı sıra tüketici hukuku mevzuatının özel düzenlemeleri ile çifte koruma altındadır.
  • Bu nedenle, bankanın elinde hayat sigortası poliçesi gibi kolayca alacağını tahsil etme imkânı varken, sigortacının “kredi kuruluşunun talebini geri çevirdiği” “şeklindeki bir gerekçeyle, poliçe limiti kapsamında kalan alacağı için icra takibi başlatması veya dava açması Türk Medeni Kanunu m.2’de düzenlenen dürüstlük kuralına aykırılık oluşturur.
  • Krediye bağlı hayat sigortalarında, kredi kuruluşu, sigorta bedelinin ödenmesi yönündeki talebinin tamamen veya kısmen reddedilmesi hâlinde, (sigorta bedelinin ödenmeme gerekçesinin çok defa riziko şahsı ile ilgili bir sebebe dayandırılması karşısında) önce sigorta bedelinin ödenmesi için tüketilmesi gerekli yolları tüketmeli ve ancak olumlu bir netice alınamaması hâlinde mirasçılara başvurmalıdır.
  • Tüm bu açıklamalar ışığında; tüketici işlemi niteliğindeki banka kredileri nedeniyle, hayat sigortası yapılmış olması durumunda, bankanın poliçe limitleri dâhilinde kalan kredi alacağını öncelikle sigorta şirketinden tahsil etmesi zorunludur. Bu husus, banka tarafından tüketicinin mirasçıları (halefleri) hakkında dava açılabilmesinin ön şartıdır.
  • Kredi kullanan tüketici adına yapılan hayat sigortası poliçesi mevcutken, bankanın tüketicinin ölümü nedeniyle, tüketicinin mirasçılarından ödenmeyen bakiye kredi alacağının tahsili için dava açması veya icra takibi başlatması, sigorta hukukunun temel ilkelerine ve sigorta yapılmasının amacına aykırılık oluşturacağı gibi sigorta yapılmasına duyulan güven ve itimadı da zedeler. Bu nedenle banka, alacağını öncelikle sigorta poliçesinden tahsil etmelidir.

Yüksek Mahkeme’nin yukarıda belirttiğimiz değerlendirmeleri şu bakımlardan (ve aşağıdaki gerekçelerle) eleştiriye açıktır:

  • Tüketici kredilerinin sigorta ile güvenceye bağlanması gayet makul ve herkesin çıkarını koruyan bir çözümdür. Bu gibi bir güvencenin mevcut olmaması halinde kredi kuruluşu kredi borçlusunun ölümü üzerine (mirası reddetmeyen) mirasçılara başvurarak alacağını tahsil etmeye gidecektir. Oysa sigorta varsa kredi borcu sigortadan alınacak parayla ödenecektir. Bu da gösteriyor ki, sigorta bankanın çıkarını koruduğu kadar kredi borçlusunun (mirasçılarının) çıkarını da korumaktadır. Tüketici kredilerinde kefalet gibi çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek güvenceler yerine sigorta güvencesi her bakımdan uygun bir çözüm oluşturduğundan kanımızca bunun (mali yükü çok büyük ölçüde kredi kuruluşuna yüklenerek ve tüketiciye yansıtılmaması için sıkı bir denetim mekanizması öngörülerek) zorunlu hale getirilmesi doğru olur.
  • Kredi kuruluşunun “rehin alacaklısı” olması hukuken mümkündür. Ancak bunun için Türk Medeni Kanunu’nun alacaklar üzerinde rehin kurulması için öngördüğü şekil koşulu yerine gelmelidir. TMK m.955 fk.1 “yazılı şekil koşulunu” öngörmüştür. Rehin sözleşmesi kredi kuruluşu (rehin alan) ile sigortacıya karşı sahip olduğu alacak üzerinde kredi kuruluşu lehine rehin kurulmasını kabul eden (rehin veren) sigorta ettiren/ sigortalı kredi borçlusu arasında yapılmalıdır. Sigorta poliçesi üzerine (kredi kuruluşu lehine) düşülen “dain-i mürtehin” kaydı rehin hakkının meydana gelmesini sağlamaz. Çünkü poliçeyi sigorta ettiren/sigortalı kredi borçlusu düzenleyip imzalamamaktadır. Poliçe sigortacı tarafında tek taraflı olarak düzenlenen bir ispat aracıdır. Kaldı ki sigortacı, üzerinde rehin kurulması söz konusu olan alacağın alacaklısı değil borçlusudur. Borçlunun rehin kurma hakkı ve (kural olarak) bu bakımdan herhangi bir yetkisi yoktur (Buna karşılık, kredi borçlusunun imzaladığı kredi sözleşmesinde sigorta alacağının kredi borçlusu tarafından kredi alacaklısı kuruluşa rehnedilmiş olması mümkündür. Ancak bu şekilde kurulmuş bulunan bir rehnin mevcut olduğu dosyadan anlaşılmadıkça, rehin hakkının var olduğu kabul edilemez).
  • Kredi kuruluşunun “lehtar” olarak atanması da hukuken mümkündür. Bu atama hak sahibi sigorta ettiren/ sigortalı kredi borçlusu tarafından yapılmalıdır. Kredi kuruluşunun “dönülemez (değiştirilemez) lehtar” olarak atandığı hallerde, onun ayrıca rehin alacaklısı olmasına lüzum yoktur. Çünkü dönülemez lehtar, (ileride riziko gerçekleştiği takdirde ödenmesi gerekecek olan) sigorta alacağını lehtar atama işlemi anında kazanmış olur. Alacağın zaten sahibi olan kişi lehine rehin kurulması ise gereksizdir. Kredi kuruluşunu “dönülemez lehtar” olarak atamış bulunan sigorta ettiren/sigortalı kredi borçlusunun sigorta alacağı üzerinde hak iddia etmesi ise artık mümkün olmayacaktır.
  • Ancak, Yargıtay’ın benimsediği “dönülemez lehtar konumunu kazanan kredi kuruluşuna karşı sigortacının sigorta ettiren/sigortalı kredi borçlusuna ileri sürebileceği (edim yükümlülüğünden kısmen veya tamamen kurtulduğu yolundaki) savunmalardan yoksun kalacağı” savı yerinde görülemez. Hayat sigortasında lehtar, zorunlu sorumluluk sigortalarında zarar gören üçüncü kişiye tanınan ayrıcalıklara sahip değildir. Sigortacı lehtara karşı da sigorta sözleşmesinden ve bu sözleşmeye ilişkin yasal düzenlemeden kaynaklanan bütün savunmalarda bulunabilir. Bu nedenle, dönülemez lehtar sıfatını kazanmış olan kredi kuruluşuna karşı sigortacının sigorta ettiren kredi borçlusu tarafından sözleşme öncesi bildirim külfetine aykırı davranılmış olduğunu (mesela ölümcül hastalık kasten gizlenerek sigorta yaptırıldığını) ve bu olguya dayanarak sorumlu olmayacağını ileri sürmesine hiçbir engel yoktur.
  • Ülkemiz uygulamasında krediye bağlı hayat sigorta sözleşmelerinin neredeyse tamamına yakınında sözleşmenin tarafı olan sigorta şirketi ile kredi kuruluşu arasında TTK m.195 anlamında “hâkim ve bağlı şirket ilişkisinin mevcut olduğu yolundaki Yargıtay değerlendirmesi de yerinde görünmemektedir. Eskiden öyleydi. Şimdi durum değişmiştir. Bununla birlikte sigorta şirketleri ile bankalar arasında acentelik ilişkisi mevcuttur. Tüketici kredisi kullandıran bir banka, bu kredinin güvencesini oluşturan (kredi bağlantılı) sigortanın acentesi olduğu sigortacıdan yapılması ve bu sigorta sözleşmesi için acente olarak hizmet vermesi halinde ayrıca acentelik geliri elde etmektedir. Bu nedenle de kredi müşterilerini sigortayı acentesi olduğu sigortacıdan yaptırmaya zorlaması söz konusu olabilmektedir. Bunu önlemek için Sigortacılık Kanunu m. 32 fk.5 şu özel düzenlemeyi öngörmüştür: “Kişilerin, sigorta şirketini seçme hakkı sınırlandırılamaz. Bir sözleşmenin unsurları içinde, taraflardan birinin bu sözleşmede yer alan herhangi bir hususta sigorta yapmaya zorunlu tutulduğu hallerde, söz konusu sigortanın belli bir şirkete yaptırılmasına ilişkin sözleşmeye konulmuş her türlü şart hükümsüzdür”. Öte yandan, Bireysel Kredilerle Bağlantılı Sigortalar Yönetmeliği de (m.11) kredi kuruluşunun aracılık ettiği kredi bağlantılı sigortanın bir aylık süre içinde (eşdeğer bir poliçe ibraz edilerek) iptal ettirilebileceğini hükme bağlamıştır. Buna göre kredi müşterisi başka bir sigortacıdan daha ucuz bir poliçe elde etme olanağını kullanabilecektir.
  • Tüketici işlemi niteliğini taşıyan bireysel kredilerle bağlantılı sigortalarda, kredi borçlusu sigorta ettiren tüketicinin daha zayıf taraf olduğu için korunması gerektiği herkes tarafından kabul edilen bir husustur. Ancak bu korumanın sağlanması için kredi alacaklısı banka tarafından ilkönce hayat sigortası poliçesini düzenleyen sigortacıya karşı bütün hukuksal başvuru (icra takibi, dava) yollarının tüketilmiş olması (ve buna rağmen sonuç alınamamış bulunması) gerektiği düşüncesi (en azından bazı hallerde) aşırıya kaçan bir düşüncedir.
    • Kredi borçlusu hayattan ayrıldığında, eğer mirasçılar kredi borcunu geri ödemede ihmal gösterirlerse, kredi kuruluşu onlara karşı hukuksal yollara başvurmadan önce alacağını kredi borcunun güvencesi niteliğindeki hayat sigortası poliçesinden almayı dener. Uygulama daima bu şekilde gerçekleşmektedir. Eğer sigorta şirketi ödeme yaparsa dosya kapatılacaktır (çoğunlukla böyle olmaktadır). Fakat eğer sigorta şirketi “sorumlu olmadığı” yanıtını vermişse, o zaman kredi kuruluşu bu yanıta rağmen (poliçe ona bu gibi bir hak veriyorsa) sigorta şirketini dava etmek veya borçlu mirasçıları dava etmek seçeneklerinden birine karar verecektir.
    • Mirasçılara başvurma seçeneği “alacağın borçludan istenmesi” demektir. Bu da hukukun alacaklıya yüzyıllardır verdiği bir haktır.
    • Bununla birlikte, İcra İflas Kanunu m.45 fk.1 “rehinle temin edilen bir alacak için alacaklının ancak rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabileceğini” belirtmektedir. Bu düzenleme nedeniyle hayat sigortası sözleşmesi çerçevesinde sigorta alacağı üzerinde lehine geçerli şekilde rehin kurulmuş olan bir kredi kuruluşunun alacağını önce rehne başvurarak alması gerektiği düşünülebilir.
    • Ancak bu bağlamda şu tartışılmalıdır: Acaba önce rehne başvurma nasıl gerçekleşecektir? Alacak rehnine ilişkin TMK m.961 fk.1 “rehin konusu alacağın tahsilinin gerektiği durumlarda, asıl alacaklının (sigorta ettiren veya onun halefi mirasçılarının) bunu yapabileceklerini; rehin alacaklısının (kredi kuruluşunun) da asıl alacaklıyı (mirasçıları) bunu yapmaya zorlayabileceğini” belirtmektedir. Rehnedilen alacağın borçlusu (sigortacı) ise kredi kuruluşu ile sigorta ettiren birlikte onay vermedikçe, borcunu bunlardan birine veya diğerine ödeyemeyecek (TMK m.961 fk.2) ve böyle bir onayın bulunmadığı hallerde ödemesi gereken tutarı (kural olarak mahkemenin belirleyeceği bir banka hesabına) depo edecektir (TMK m.961 fk.3).
    • Görüldüğü gibi TMK, sigorta bedeli üzerinde rehin hakkı sahibi olan kredi kuruluşuna sigortacıdan tahsilat yapma veya onu dava etme hakkı vermiş değildir.
    • Buna rağmen, hayat sigortası alacağı üzerinde geçerli bir rehinle güvenceye bağlanmış olan bir kredi alacağının zamanında ödenmemesi (muaccel hale gelmiş bulunması) olasılığında, sigortacının sigorta bedelini (bakiye alacağı oranında) sigortacıya ödemesi gerektiği ve sigortacının da bu ödemeye yönelik bir dava hakkının olacağını kabul etmek makul görünmektedir.
    • Öte yandan, “bir mal için malik çıkarını koruyan bir sigortanın yaptırıldığı hallerde o mal üzerinde rehin hakkı bulunan rehin alacaklısının hakkının sigorta tazminatı üzerinde devam edeceğini” hükme bağlayan TTK 1456(1)’in de (mal sigortalarına ilişkin olan bu hükmün rehin konusu hayat sigortalarına da uygulanabileceği varsayımında) kredi alacağının muaccel hale gelmiş olması koşuluyla rehin alacaklısı kredi kuruluşuna doğrudan sigortacıya başvurma hakkını verdiği düşünülebilir.
    • Kredi kuruluşunun rehin hakkına dayanarak hayat sigortası uyarınca yapılması gerektiği düşünülen ödeme için sigortacıyı dava etme hakkının her şeyden önce geçerli bir rehin hakkı kurulmuş olduğunun saptanması ve rehinle güvence altına alınan alacağın da halen (en azından kısmen) mevcut bulunduğunun (fakat ödenmediğinin) belirlenmesine (gerektiğinde kredi kuruluşu tarafından kanıtlanmasına) bağlıdır.
    • Kredi kuruluşunun hayat sigortası sözleşmesinden kaynaklanan alacak üzerinde rehin hakkı sahibi olmadığı fakat kendisinin “dönülemez lehtar” (gayrıkabilirücu, değiştirilemez lehtar) olarak atandığı hallerde, sigortacıdan (yalnızca rizikonun meydana geldiğini -hayatı sigorta edilen kredi borçlusunun ölümünü- kanıtlayarak) istemde bulunabileceği kuşkusuzdur. Bu olasılıkta zaten mirasçıların sigorta üzerinde herhangi bir hakları söz konusu değildir.

Kredi kuruluşu, sigorta alacağı üzerindeki rehin hakkı sayesinde veya lehtar olarak atanmış bulunması nedeniyle sigortacıya başvurma hakkının mevcut olabileceği durumlarda acaba bunu yapmaya (Yargıtay’ın belirttiği gibi) hukuken zorunlu mudur?

  • Sigortacının (kredi kuruluşu tarafından kendisine yapılan ödeme başvurusu üzerine) bildirdiği “ödememe gerekçesi” yerinde görünmekte ve kredi kuruluşu da yaptığı değerlendirmede bunun doğru olduğu sonucuna ulaşmışsa neden sonuç vermeyeceğini düşündüğü bir dava açarak senelerce (belki de boşuna) uğraşsın?
  • Kredi kuruluşunun sigorta alacağı üzerinde geçerli bir rehin hakkına sahip olduğu hallerde, “rehin alacaklısının önce rehnin paraya çevrilmesi yoluna başvurması” kuralı, rehin alacaklısı kredi kuruluşu tarafından rehin konusu alacağın borçlusu sigortacıya ödeme istemi yöneltilmesiyle sınırlı şekilde anlaşılmalı ve uygulanmalıdır. Diğer bir anlatışla, kredi kuruluşu önce sigortacıyı dava etmekle ve dava sonucunu beklemekle yükümlü tutulmamalıdır.
  • Bu noktada tekrar ve önemle belirtelim ki kredi kuruluşunun “lehtar” olarak atandığı hallerde, Yargıtay’ın kararında dile getirdiği “sigortacının kredi kuruluşuna karşı sigorta ettirenin sözleşme öncesi bildirim görevini veya sigorta hukukunun öngördüğü diğer savunmaları ileri süremeyeceği” yolundaki değerlendirme hukuksal dayanaktan yoksundur.
  • Sigortacının ödememe gerekçesinin “yanlış” (haksız) olması olasılığı bulunmakla birlikte (ödemesi gereken bir parayı haklı neden olmaksızın ödememiş olması halinde, bu yüzden uğranılan (faizle karşılanmayan) zararlardan da sorumlu olacağı ayrıca anımsanmalıdır), kredi borçlusu mirasçıların (olağan koşullarda) geçerli bir ödememe gerekçesi yoktur. Borcunu ödemeyen tarafı gereğinden fazla korumak ise kanımızca amacı aşan bir yaklaşımdır.
  • Kaldı ki sigortacının ödeme yapmaması kredi kuruluşunun tamamen dışında, sigorta ettiren kredi borçlusu ile sigortacı arasındaki (kredi kuruluşunun yabancısı olduğu) sigorta sözleşmesi çerçevesinde sigorta ettiren kredi borçlusuna yüklenmiş olan davranış yükümlerine aykırılıklardan ileri gelmektedir. Sigorta sözleşmesi kredi borçlusu sigorta ettirenin mirasçılarını da bağlamaktadır. Miras bırakanlarının kural dışı davranışları onlara karşı ileri sürülebilen ve onların hak yitirmelerine yol açan bir durumdur. Kendi taraflarındaki (hukuken yerini aldıkları miras bırakanlarının sorumlu olduğu) ihlal nedeniyle borçlarını ödemekten (ne zaman sonuçlanacağı belli olmayan bir davanın bitmesine kadar) kurtulmuş sayılmaları adil değildir.
  • Kredi kuruluşunun rehin hakkına sahip bulunduğu hallerde, sigorta alacağının ödenmemesi üzerine mirasçıların sigortacıyı derhal dava etmelerine de engel bulunmamaktadır. Bu dava başarıya ulaştığı takdirde, daha önce kredi kuruluşuna ödemek durumunda kaldıkları kredi borcu tutarını geri alma imkânına kavuşmuş olacaklardır. Dava mirasçılar lehine karara bağlandığı sırada henüz kredi borcunun tamamı ödenmemiş idiyse, kararda kredi kuruluşunun hakkını koruyan (sigortacıdan tahsil edilecek paranın tamamen veya kısmen bir banka hesabına yatırılarak kredi kuruluşu lehine blokaja alınması gibi) bir hüküm fıkrasının yer alması sayesinde herkesin çıkarı yeterince gözetilmiş olacaktır.
  • Kredi kuruluşunun ödenmeyen kredi alacağını, bunun güvencesi olarak kredi borçlusu tarafından (kendi hayatı üzerine) yaptırılan hayat sigortası kapsamında ölüm rizikosunun gerçekleşmiş olması halinde önce bu hayat sigortasından tahsil etme girişiminde bulunması beklenebilirse de, sigortacının olumsuz yanıtı üzerine kredi borçlusu mirasçılardan istemesine engel yoktur. Bunun dürüstlüğe aykırı bir tarafı bulunmamaktadır.
  • Kuşkusuz mirasçılardan tahsilat yapılması karşılığında sigorta alacağının da mirasçılara ait olması (sigortacıya karşı mirasçılar tarafından açılacak davanın başarıya ulaşması olasılığı -bu olasılık küçük de olsa- dikkate alınarak) sağlanmalıdır.
  • Öte yandan, kredi kuruluşunun aynı anda hem sigorta şirketini hem de kredi borçlusunun mirasçılarını dava etmesi ve böylece zaman tasarrufu sağlanması veya kredi kuruluşunun mirasçılara dava açması halinde mirasçıların bu davayı sigorta şirketine ihbar etmesi veya doğrudan sigorta şirketini dava etmeleri süreci kısaltabilecektir.

İlginizi Çekebilir