Gelinin Babası
ÜNLÜ aktör SPENCER TRACY’nin, 1950 yılı yapımı FATHER OF THE BRİDE (Gelinin Babası) filmini bizim jenerasyon mutlaka hatırlar. Komedi olmasına rağmen kızını evlendirmek üzere olan bir babanın karışık iç dünyasını çok güzel anlatıyordu. TRACY buradaki rolüyle, o yıl OSCAR’a aday gösterilmişti. Düğün sabahı sinirlerini yatıştırmak için bir duble viski eşliğinde tıraş olmaya başlayan babanın, biraz sonra şimdi hatırlayamadığım bir gelişme nedeniyle kapıldığı panik sırasında, tıraş fırçasını tıraş tası yerine viski bardağına batırarak sebep olduğu curcuna, aradan geçen 60 yıla rağmen gözlerimin önündedir..
Toprağı bol olsun, 70 küsur film çevirmiş, galiba iki de OSCAR kazanmıştı.
Kız babası değilim, onun için kızını evlendirmek üzere olan bir babanın duygularını bilemem. Ama herhalde biraz kıskançlık benzeri bir şeyler yapar, biraz maraza çıkarır ve ne yalan söyleyeyim hüzünlenip belki birkaç damla gözyaşı bile dökerdim gibi geliyor… Bakmayın benim dominant duruşuma, yufka yürekliyimdir aslında.
Nitekim, takriben yirmi satırı geçti, evirip çevirip esas konuya nasıl gireceğimi bilemedim..
Kasım/1981’de o günün kanun ve yönetmelikleri gereği yeni sigorta şirketi kurulma imkânı olmadığı için, küçük çapta faal bir yabancı şirketin umumî vekili atraksiyonu ile yeni bir SİGORTA ŞİRKETİ faaliyete geçti.
Mekân Nişantaşı’nda alt alta iki küçük apartman dairesi. Personel, ilk etapta 9 – 10 kişi gibi hatırlıyorum :
* Muzaffer Yıldırımlar
* Eşber Erülgen
* Ali İhsan Çağlar
* Nihal Şentürk
* Meral Orgun
* Fatma Gürbüz, * Mesude, * Yasemin ve bir süre sonra:
* İzzet Baykal, * Zafer Tuncel, * Mehmet Aydın
* Sezgin Noyan, * Nur, * Ferda,* Nurcan, * Şükrü…
Bu ÇEKİRDEK KADRO, bir kısmı masa başında, bir kısmı sokaklarda, biri de Anadolu yollarında, insanüstü bir özveriyle, özene bezene bir evlât yetiştirir gibi, üzerine titreyerek, BİZ BİR AİLEYİZ MİSYONU ile, başa güreşen büyük bir SİGORTA ŞİRKETİ’ni yarattı!
Bu öyle bir işbirliği idi ki, Muzaffer’in yemek yapması, Şükrü efendinin migreninin tuttuğu gün Eşber’in yanına kızlardan birini alarak yemek bulaşıklarını yıkaması olağan olaylardı…
Yıllar yılları kovaladı, iyi yetiştirilen evlât büyüdü, 5000 m2 binasında 200 küsur personeli, tüm Anadolu’ya yayılmış Bölge Müdürlükleri, 800’ü aşkın acenteleri ile bir dev oldu.
Ama o dev, ÇEKİRDEK KADRO’nun hep el bebek gül bebek büyüttüğü fidanıydı onlar için. Anlatılmaz bir tutkuydu bu: BİZİM ŞİRKET!
Yine yıllar birbirini kovaladı.
Çeşitli sebeplerle kopmalar başladı.
ÇEKİRDEK KADRO erozyona uğradı
Kurumsallaşma idi bunun adı.
Yetişkin evlât (bence kız çocuğu idi sanki) amcasız, halasız, dayısız, teyzesiz kaldı. Artık yeni ufuklara yelken açması gerekti.
Evlendirdiler ama çok mutlu olamadı! Boşandı.
Önce adını sonra soyadını değiştirdiler.
İşte bu noktada, YENİ ADININ her tekrarlanışında benim içimden bir şeyler kopuyor.
Kıskanıyor muyum? Üzülüyor muyum? Hazmedemiyor muyum? Adını koyamadığım karışık hisler içindeyim.
Yoksa bunun ticaret olduğunu, ticarette hissiyatın yeri olmadığını öğrenemediğim için mi bu hezeyanım?..
Spencer Tracy gibi tıraş fırçasını viski bardağına sokmadım ama, zaman zaman bardağın adedi artıyor. Ne olurdu biraz tüccar kafalı olabilsem, hislerle hareket etmeyip fırsatları değerlendirseydim?
Şimdi ben de onunla teselli olurdum herhalde.
Tekne alamasam da mavi turlara katılabilirdim!.
Sonuçta o kız, benim kızım değildi ki!..
Ben GELİNİN BABASI değildim ki!..
Bu konuyu neden gündeme getirdin derseniz, KASIM 1981 onun doğum tarihi. Ne bilen var, ne hatırlayan, öz babası bile unuttu bu kasımda 34’e bastığını… Aile bir kere dağılmayagörsün, düşman başına!