Vırgıl

BÖYLE yazıyordu gömlek cebine iliştirilmiş kokartın üzerinde. Brugge’ün Markt Meydanı’ndaki restoran & kafe’lerden birinin şef garsonu Virgil Bey. Uzunca boylu, orta yaşlı, hafif kırlaşmış ama gür saçlı, olabildiğince fit, uzun siyah bir önlük, içinde bembeyaz bir gömlek, pırıl pırıl boyanmış ayakkabılar… Elinde tuttuğu küçük siyah bir portföy ve kalem ile 100 kişiyi aynı anda yöneten bir orkestra şefi…
Virgil Macar asıllı. Brugge’e ne zaman yerleşti bilmiyorum. “Macaristan’ın neresindensin?” diye de sormadım ama bundan birkaç yıl önce iş için gittiğim Budapeşte’de kaldığımız otel ve çevresindeki güzelliklerden konu açınca hemen akıllı telefonunu çıkarıp o otelin hemen aşağısındaki meydanda yakın zamanda katıldığı bir havai fişek gösterisinin birkaç dakikalık videosunu paylaştı bizimle.
Yer Brugge ve Fransızca geçer akçe olduğu için o restorana ilk gidişimizde, biraz da kendimi sınamak için, tüm konuşmaları Fransızca yapmaya çalıştım. Virgil bunların bazılarına aynı dilde, bazılarına ise İngilizce yanıt verdi. Ben de arada birkaç İngilizce ifade sarf ettim. Aradan 45 dakika filan geçip hesabı isteyip ödedikten sonra bize döndü ve “Teşekkürler” dedi; kendisi ile tek kelime Türkçe konuşmamamıza rağmen.
İlk gidişimiz geç öğleden sonra olduğu için çok hafif bir şeyler yedik ve içtik ve ayrıldık oradan. O gün akşam yemeğini çok önceden bellediğimiz bir midyecide yapıp yemek sonrası kahvemizi içmeye gittik Virgil’in oraya. Henüz akşam yemeği saati bitmemişti. Açık alandaki masaların meydana yakın kısmı yemek yiyenler, uzak kısmı ise yemek almayanlar içindi ama Virgil bizi yemek kısmında bir masaya oturttu. “Size ne balık ayırayım” triplerine girmeden hepi topu 10 euroluk 2 kahve siparişini aldı.
Son günümüz olan bir sonraki gün de akşam yemeğine gittik bu kez Virgil’in mekânına. Etrafta İngiliz, Danimarkalı, Bolivyalı, Alman, Fransız ve dahi Ankaralı bir Türk çift de vardı. Dikkat ettiğim Virgil herkesin meşrebine göre hareket ediyor, sıcak ve samimi davranıyor ama yılışıklık aşamasına asla geçmiyordu. Yoldan geçenleri çok büyük bir yüzdeyle içeri almayı başarıyor ama kesinlikle çığırtkanlık yapmıyordu. Onun yönetimindeki en az 6-7 diğer çalışan da aynı terbiye ve kültür ile işlerini pürüzsüz yapıyorlardı.
Dikkatimi çeken başka bir husus da Virgil’in gelenleri oturtması ile ilgili kullandığı inisiyatifti. Pusetteki çocukları ile gelen genç çifti (çocuk sigara dumanından rahatsız olabilir diye) doğrudan yemeksiz bölümdeki bir masaya oturttu. Sonrasında gelen bir başka çift yemekli tarafta oturmak istemesine rağmen onları da nedense arka tarafa aldı. Ama bir başka çift, üstelik de “Sadece kahve içeceğiz” demelerine rağmen yemekli kısma oturabildi. Biz de benzer bir sadakat gösterdiğimiz için buradan çıkardığım sonuç da geleni gözünden anlıyor, kimin tekrar gelip kimin oraya bir daha uğramayacağını da kestirebiliyor ve oturma yerlerini sezgileri ve deneyimine göre dolduruyordu.
Her işletmeye böyle insanlar gerek. Dikkati, gözlem yeteneği ve hafızası ile müşteriye kendini değerli hissettiriyor. Müşteri olarak içeride ne kadar harcadığının değil içeride olmanın önemli olduğunun farkını yaşatıyor. Bilmediğin bir şehirde, hiç tanımadığın ve hiçbirini yaşam boyunca bir daha görmeyeceğin insanların arasında sana 40 yıllık dost konforu sağlıyor. Saygı ve terbiye sınırlarını zorlamadan içten ve sıcak bir hizmet sunuyor. Hiç seninle ilgilenmiyor gibi görünmesine ve kendisine hiçbir milliyetimiz hakkında en ufak bir ipucu vermememize rağmen şu veya bu şekilde nereli olduğumuzu anlayacak kadar gözlem, zekâ ve deneyim sahibi olduğunu gösteriyor.
Tabii böyle iyi örnekler azımsanmayacak kadar çok bazı toplumlarda. Çünkü o toplumlarda bireyler sundukları ürün ve hizmetlerle topluma fayda ve katkı sağladıkları bilinciyle eğitiliyor ve yetiştiriliyorlar. Çünkü o toplumlarda müşteri bir defalık bir vur kaç kapısı olarak görülmüyor. Çünkü o toplumlarda her birey kendisinin de başkalarının müşterisi olduğunu bir an bile unutmadan işini yapıyor…
Görüşmek üzere.

Yorum yazın