Tüke(n)tim…
90’ların sonlarında oturduğum sitede bir yakınım için kiralık ev baktık. O yıllarda 15-20 yıllık olan site üstüne bir 20 yıl daha yaşlanmış olmasına rağmen kiralar dolar bazında % 50 artmış. Üstelik çevrede kuş konacak yer kalmamış, “şöyle bir balkonda oturayım da temiz hava / açık bir manzara alayım” durumu bitmiş her yerin inşaat olmasından; trafik desen bitik.
Bizler özel okulda okurken ailemize yükümüz hane gelirinin % 5’i civarında idi. Kızımın döneminde bu % 15’lere geldi. Bugün özel okula girenlerin aileleri için bu oran % 20’lerin üzerinde.
Öte yandan bundan çok değil 20 sene kadar önce bir ailenin mutfak ve yemek giderleri toplam bütçelerinin % 20’lerinde iken bugün % 10’lara düşmüş durumda. Aynı şekilde kültür, sanat giderlerinin de payı düşüyor. Diğer taraftan ise teknoloji ve iletişim giderleri artıyor.
Daha az yiyor (ya da daha ucuz yiyor); dışarıda yemek sayısını azaltıyor; sinemaya, tiyatroya, dost-akraba ziyaretine gitmiyor, arkadaşlarla bir yerlerde buluşmuyoruz. Bu tasarruftan sağladığımız fonu eğitime, sağlığa, teknolojiye, benzine vs. kullanıyoruz.
Özellikle büyük şehirlerde yaşam her gün yeniden ve sıfırdan başlayan bir savaşım haline geldiğinden büyük çoğunluk istediği ya da gerçekten gereksinimi olanla değil ön planda sunulan, bazen dayatılan, başkaları tarafından belirlenen önceliklere yöneliyor.
Yaşadığı ve gördüğü ile değil de tükettiği kadarı ile ölçülen ve değerlenen bireyler olduk. Bir yere gidip orada birkaç dost ile bir şeyler paylaşmak, anı defterine yaşanmışlıklar eklemek değil de salt o yerlerde bulunmak, görünmek, hatta oralara ulaşabilmek için çekilen trafik eziyeti, içeri girebilmek için gösterilen becerilerin paylaşımı haline gelmeye başladı yaşamlar.
Ekmeği kredi kartı ile alırken birkaç asgari ücret değerindeki telefonlara sahip olabilmek dönüşümüne uğradı öncelikler.