Tramvay!..
DÖNEMİNİN en üstün kara toplu taşıma aracı olan tramvayın ilk örneği atlı tramvaylar, dünyada ilk kez ABD’nin New York eyaletinde 1842 yılında, Loubant isimli bir Fransız mühendis tarafından başlatılmıştır. Sistemin mucidi olan Loubant ülkesi Fransa ve diğer Avrupa ülkelerine kabul ettiremediği icadını geldiği Amerika’da başarı ile uygulamıştır. Birkaç yıl sonra Fransa ve İngiltere de atlı tramvay sistemlerini kurmuşlardır.
Zaman içerisinde elektriğin kullanılmaya başlamasıyla, atlı tramvayların yerini elektrikli tramvaylar almıştır..
İstanbul’da 1869 yılında çalışmaya başlayan atlı tramvay, yerini 1914 yılında elektrikli tramvaya terk etmiştir.
Bizim dönemimizin tek toplu taşıma aracı olan tramvay yaşamımızın bir parçasıydı. Yokuşlu semtlere motris denilen çekici tek olarak çalışır, düzlüklerde bir de vagon takılırdı. Sadece Bebek-Eminönü hattında çift vagon vardı. Kırmızı motrisler 1. mevki, rengini tam tayin edemeyeceğim, açık renk motris ve vagonlar 2. mevki olup kırmızıya göre 3/5 kuruş daha ucuzdu, kırmızıların oturakları deri, diğerlerininki ahşaptı. Motrisi vatman yönlendirirdi. Küçük bir tahta kutunun içinde taşıdığı biletleri, kaleminin ters ucundaki lâstik kısım ile (yapışmaması için) kopararak veren biletçi ikinci görevliydi. Motrisin tavanına yakın bir yerde boydan boya uzanan ve ucu vatmanın üzerindeki bir çana bağlı olan meşin ipi biletçi iki kere çalarak inecek olduğunu vatmana bildirir, hareket için ise bir kere çalardı. Üç kere çalınması imdat ziliydi. Vatmanın ayağı ile kumanda ettiği diğer bir çan ise yayaları ikaz ettiği klâkson muadili aletti. Bazı vatman o çanı mâkamlı bir şekilde çalardı. Dandigidandan. Ara sıra kasketinde gümüş rengi sırma olan kontrolör binerek “biletler kontrol” diye seslenir, yolcuların biletlerini bir fırt yırtarak iade eder, pasoları kontrol ederdi.
Vatmanın önündeki camın yanlarında bulunan dar camın sağ üst tarafında sefer numarasını belirten küçük bir plâka vardı. Sabahları 6 sefer sayılı araç kızlı erkekli bizim takımın kullandığı tramvaydı. Salkım saçak durumda kimse kimseyi göremediği için, iniş durağında buluşulur, günün devamı için karar verilirdi.
Duraklar dışında hareket halindeki tramvaya atlamak veya tramvaydan atlamak başlı başına hüner ve gençler için gösteri vesilesi idi. Ender de olsa ağır sonuçları olan kazalara rastlanırdı. Basamaklarda yolculuk yapmak yasak olsa da (tramvayın basamak hizasında ASILMAK TEHLİKELİ VE YASAKTIR yazardı) yoğunluk olan akşam ve sabah saatlerinde üzüm salkımı gibi mi desem, muz hevengi gibi mi, olmaması mümkün değildi. Bir keresinde yol kenarındaki elektrik direğine başımı çarparak 10 cm’lik bir yara almıştım.
Bir gün kalabalık olmayan bir saatte arka sahanlıkta tek başıma yolculuk yaparken, hayli hızlı giden tramvaya atlamak isteyen şahsın ayağı kayınca tek eli ile asılı halde kalması üzerine, bir elimle tutunup boşta kalan elimle giysisinin ensesinden kavrayarak yukarı çektim. Şoku atlattıktan sonra hayretle birbirimize baktık, şahıs benden bir hayli daha iri yapılıydı. Tek elle bir mucize yaratmıştım.
Tramvaya veya tramvaydan atlamanın imkânsız olduğu yer, Dolmabahçe’ydi. Bebek tramvayı orada acayip sür’at yapardı.
Son duraklarda uygun manevra yeri yoksa, vatman kumanda ettiği kolu çıkarır arka sahanlıktaki aynı düzene takarak gidebilir, o sırada biletçi de oturma yerlerinin arkalıklarına yön değiştirterek istikameti ayarlardı.
12 Ağustos 1961 günü Avrupa yakasından, 14 Kasım 1966 tarihinde ise Anadolu yakasından kaldırılarak İstanbul’da tramvay işletmeciliğine son verilmesi, aynı zamanda bir devrin sonuydu..
1990 yılının sonlarında Tünel-Taksim ve bir süre sonra Moda-Kadıköy arasında tramvay sembolik olarak işletmeye konuldu.
Ara sıra nostalji yapmak için biniyorum ama, bunların sefer numara tabelâsı olmadığı için inişte durağı boş görünce düş kırıklığı yaşıyorum!..