Ofis-siz hayat

HAYATININ büyük bir kısmını “beyaz yakalı bir ofis çalışanı” olarak geçirmiş biri olarak “ofissiz çalışmak” kavramına pratik anlamda çok da aşina değilim. Fakat, yeni nesil çalışma ortamlarının ve çalışma anlayışının nasıl değiştiğini de ilgi ve merakla takip etmekteyim. Teknolojinin gelişmesiyle, elimizin altında olan teknolojik donanımla, artık çalışırken nerede olduğumuzun öneminin olmadığı, insana daha fazla esneklik ve özgürlük getiren bir çalışma anlayışının da paralel olarak geliştiğine hepimiz tanıklık ediyoruz.
Hepimiz çoğu zaman ofiste çalışırken, eğer şanslıysak ve odamızda bir pencere varsa, pencereden dışarı bakıp şimdi bir parkta, sahilde veya bir kafede olmak ne hoş olurdu diye hayaller kurmuşuzdur. Ofis ortamları; temiz hava alamadığımız, kimi zaman penceresiz, kalabalık, fazla gürültülü, fazla hareketli, günışığı almayan, ergonomik olmayan yapılarıyla aslında üretkenliği düşüren ortamlardır bana göre .
Son yıllarda yapılan bir araştırmaya göre, Avrupa genelinde çalışanların yüzde 87’si şirket merkezine gitmeden çalışıyor. Büyük şehirlerde, işe gidiş gelişte yaşanan trafiğin yarattığı zaman kaybı ve buna bağlı üretkenlik düşüşü de hesaba katılınca aslında ofissiz çalışmak günden güne sadece çalışanlarca değil işverenlerce de tercih edilen bir anlayış haline geliyor.
Her gün aynı yere gidip gelmek insana ister istemez bir bıkkınlık, monotonluk ve hayattan zevk almama duygusunu da birlikte getiriyor. Üstüne bir de toplu halde çalışmanın getirdiği zorunluluklar da eklenince ofis hayatı bazen çekilmez olabiliyor. Ofiste yaşanan klima savaşları, telefonla yüksek sesle konuşanların yaydığı gerilim, çalıştığımız kata çıkmak için beklenen asansör kuyrukları, mesai saati bitsin diye beklenen sıkıcı saatler, tuvalette beklenen kuyruklar gibi sorunlar hepimizin yaşadığı can sıkıcı durumlar maalesef.
Ofissiz çalışanlar çalışma ortamı olarak evlerini, bir kafeyi, bir kütüphaneyi, bir çay bahçesini tercih edebilecekleri gibi paylaşımlı ofislerin artmaya başlamasıyla birlikte istedikleri günleri ve saatleri bu ofislerde çalışarak geçirme imkanına da sahip oldular.
Özellikle Avrupa’da kurumsal işinden ayrılıp göçebe olarak yaşayan ve çalışan oldukça fazla sayıda ilham verici insan var. Sosyal medya üzerinden çalışan ve bu işten para kazanan pek çok insan da ofissiz çalışma kavramının örneklerinden. Genç nesil, kurallardan ve kalıplardan daha bağımsız bir yaşam anlayışını benimserken iş hayatı da artık geleneksel anlamını kaybetmeye başladı. Bir zamanlar sabah ofise 15 dakika geç gelene herkesin yargılayarak baktığı dönemler artık çok geride kaldı ve iyi ki de geride kaldı. Yapılan işin kalitesi ve zamanlaması planlara uyduğu, diğer ekip üyeleri ve elbette patron çalışana ulaşabildiği sürece özgür ve esnek olmanın kimseye zararının değil, tam tersine yararının olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Görünen o ki, teknoloji ve insan kaynaklarının en optimum şekilde kullanılması hem genel üretkenliği artırmakta hem de maliyetleri düşürmekte. Ayrıca ve benim bu yazıda asıl vurgulamak istediğim, bu vesileyle mutlu çalışanların sayısının her geçen gün artması. Zira ofis ortamındaki o anlamsız hiyerarşi kavgaları, koltuk çekişmeleri, dedikodu ile geçen çay sohbetleri ve toplantı odalarında bir yere varılamayan uzun daraltıcı saatler bu şekilde hiçbir lidere gerek kalmaksızın ortadan kalkmış oluyor. Bu şekilde çalışanların şirkete bağlılık ve mutluluk yüzdelerinin dikkat çekici oranda arttığı yapılan araştırmalarla teyit edilmiş bulunmaktadır.
O zaman, “hadi bugün ofisi kırıp sahilde çay/kahve içmeye gidelim” dememe gerek yok artık sanırım değil mi?

Yorum yazın