Nasıl sevinmez insan

23 Nisan 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Geçtiğimiz günlerde parlamenter sisteme geçişimizin 95’inci yılını kutladık.
Osmanlı Devleti hüküm sürdüğü 624 yıl boyunca egemenliğin kayıtsız şartsız, tek bir kişide olduğu mutlakıyet sistemiyle yönetildi. Yönetimin padişah, prens, emir, şah, kral, hakan, kağan, imparator, sultan gibi tek kişiye verildiği yönetim sistemine mutlakıyet adı veriliyor.
Monarşi olarak da tanımlanabilen bu yönetim tarzının tarihte hatta günümüzde birçok örneği var. Monarşi, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu bir yönetim biçimi; saltanatın bir başka adı. Monarşik sistemin en büyük özelliği hükümdarın sınırsız yetkilerini yaşamı boyunca elinde bulundurması. Etimolojik anlamına bakılırsa monarşi bir kişinin yönettiği bir devlet düzenidir.
Birçok ülkede toplumsal ve siyasal gelişim, özellikle XVIII. yy. sonlarında, meşrutiyet adı verilen yeni bir tür monarşinin doğmasına yol açtı: halkın isteklerine kulak vermek, bu istekleri yöneticiye ulaştırmak üzere meclis kurma yoluna gidildi. Hükümdarın yetkileri, yazılı bir anayasa ile tanımlandı ve sınırlandı. Ülkeyi yöneten kişiye yardımcı olması için kurulan meclis, halkın isteklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu taslaklar yönetici tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı.
Meşrutiyette meclisin yetkileri sembolik düzeyde olabileceği gibi bir cumhuriyetteki kadar geniş de olabilir. Bu monarşi genellikle parlamenterdir ve demokrasiye pek yakındır: kral, devletin simgesi olarak kalır, ancak yürütme yetkisini bir hükümete bırakır. Hükümet de halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymak zorundadır. Günümüzde örnekleri var.
Osmanlı Devleti’nde de 1876 ve 1908 yıllarında olmak üzere iki kez meşrutiyet ilan edildi ve demokrasiye geçişin ilk adımları atıldı.
İkinci Meşrutiyet’in ilanından 6 yıl sonra, 1914’te I. Dünya Savaşı başladı. Dört yıl süren savaş sonucunda, İttifak Devletleri ile birlikte olan Osmanlı İmparatorluğu yenik sayıldı. Osmanlı toprakları İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya gibi devletler tarafından işgal edildi.
Böylelikle “Bir Ulusun Yeniden Doğuşu” başlatılmış oldu. Bizim için tüm zamanların lideri Ulu Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK Samsun’dan başlamak üzere ülkenin çoğu ilinde kongreler düzenleyerek “Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ilkesiyle, yurdun her tarafından gelen ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü Ankara’da toplayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kurdu.
Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanlığında Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Halk ve düzenli ordular düşman kuvvetlerine karşı savaş vererek, omuz omuza mücadele etti ve savaştan zaferle çıkmayı başardı.
24 Temmuz 1923 günü Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmış ancak, devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemişti.
İkinci TBMM döneminde Atatürk, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamış, 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarını yemeğe çağırmış ve “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek hazırladığı “Cumhuriyet” önergesini 29 Ekim 1923 günü TBMM’ye vermiştir.
Meclis’in önergeyi kabul etmesiyle Türkiye Devleti’nin yeni yönetimi biçimi “Cumhuriyet”, yeni ismi de “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak belirlenmiştir. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı olmuştur.
Gerek parlamenter seçime geçiş, gerekse cumhuriyetin kuruluşu ulusumuz için bir milattır. Bu iki önemli olayın yaşandığı gün Milli Bayram olarak kutlanmaktadır.
TBMM’nin kuruluşunun 95. yılını kutladık; Kutlu olsun.
Bugün 23 Nisan, nasıl sevinmez insan…
Bu günlere kolay gelmedik. Cumhuriyette, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerini temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır, yurttaşların seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.

Yorum yazın