Köfte

METİN Öztürk kardeşimin teşviki ile faaliyete geçen bu köşe  88 aya ulaştı, şükürler olsun.
Kişinin “mezar taşından önce” adının, kapı zili dışında bir yerde yazılı olması, yan komşu arada değişikliğe uğrasa da, sırtını Mehmet Muratoğlu gibi sağlam bir adama dayamış olması ve havalı bir fotoğrafın da tepede durması büyük mutluluk da;
O KÖŞE’ye “konu bulmak” var ya…
Önce havadan sudan, ikinci bölüm geçmişimden, sigorta sektörü yaşamımdan nostaljilerle, köşe doluyordu ki zülfü yâre dokunmaya başlayınca ‘cıss’ dediler haklı olarak.
İstanbul’un kaldırımları gibi konular (!) da bir süre sonra, “fincancı katırlarını” rahatsız etmeye başladı. Son çare “en büyük köşe yazarlarımızın” yaptığı gibi, ondan bundan, şu gazeteden, bu dergiden olmadı internetten alıntılarla işi bitirip altına, “şundan alıp özetledim, kurgu bana ait” yazmayı öğrendim ve yaptım. Gel gör ki anlı şanlı en büyük arama motorunda yayını devam eden alıntımı inkâr edip, şikâyetçi oldular. Özür diledik bir de…
Yine vitesten attım köşenin üçte biri doldu, oysa bu bir girizgâh olacaktı ve ben “KÖFTE” yazacaktım.
Bir iki ay önce annemin yemeklerinden bahsederken, köfteyi unuttuğumu fark ettim. Köfte birçoğumuz için unutulmayacak kadar çok sevilen bir yiyecektir oysa. Rahmetli anacığımın yanında patates kızartması da yaptığı ve adı “kuru köfte” olan  parmak gibi köftelerini çok severdim. Soğuk olarak da yenilebildiği için yolluk veya piknik için de yapardı. Ramazanda, sahurda da yerdik. İri fındık büyüklüğünde çorba gibi sulu olan ve üzerine yumurta ve limonla “terbiye” yapıldığı için olsa gerek adına “ekşili köfte” dediği de çok lezzetli olurdu.
Bol kimyonlu “sahan köftesi” ve “kadınbudu”nun da tadı damağımdadır. Nur içinde yatsın anacığım.
Sigorta sektöründe göreve başlayıp Anadolu yollarına düşünce aslında, soğan, ekmek, baharat katıp katmamaktan başka farkı olmamasına rağmen en meşhur olarak lanse edilip, isimler konulmuş pek çok köfte ile yerinde tanıştım.
Satır kıyması ile yapılıp, adı Adana kebabı olarak anılan acılı şiş köfte, tarzı başka olmasına rağmen köftelerin ağa babasıdır. Urfa dediğimiz acısızı da çok güzeldir.  Adanalılar alkollü içecek satmadığı ve yalnız öğle servisi verdiği için,  “AVRAT KEBAPÇISI” (!) deseler de, “ASMAALTI” favorimdir.
Sayısız İzmir yolculuklarımda transit geçtiğim Akhisar’ın köftecisini, İstanbul’a geldiğinde duydum. Şubeler arttıkça var olan özelliğinin de sanayileşme ile kaybolmuş olduğunu zannediyorum.
Sakarya’nın “ıslama köftesi” ise neden o ismi almıştır bilemem ama, damakta bir iz bırakmadı doğrusu.
Salihli’nin “odun köftesi” nedir diye merak ederdim;
gittim, yedim ve odun ateşinin közünde piştiği için o adı aldığını öğrendim. Yorumum yok.
İnegöl köftesi ve Tekirdağ köftesi efsane gibi dillere destandır.  Acıkmış ve susamış bir yolcunun yol üstünde iştahla yediği köfte olarak bellekte yeri olur.
Akçaabat köftesi ise Karadeniz’e bakarak hamsi mi köfte mi yakışır sorusunu akla getirir.
Sirkeci’de ve İstanbul’un bazı semtlerinde birbirinden bağımsız faaliyet gösteren “Filibe köftecileri”nin de kendine has bir lezzeti varsa da özünün Filibe’de kaldığı inancındayım. Yolum oralara düşmedi!.. Sultanahmet Köftecisi de sanayileşmeden önce kendine özgü bir lezzete sahipti. O küçücük dükkânda elle yoğurulan köftenin fabrikaya dönüşmesi elbette fark yaratacaktı…
Urfalıların yoğuranın teri içine damlamalı dedikleri “çiğ köfte” tartışılmayacak ayrı bir lezzettir.
İnce bulgur hamuruna sarılarak yağda kızartılan veya haşlanarak yenen, Kıbrıs’ta “bulgur köftesi”, bizde “içli köfte” denilen de çok lezzetli bir sunumdur.
Dünya çapında bir hastalık haline gelen “hamburger”, sığır köftesinin sandviç ekmeği içinde mayonez, ketçap ve yeşillikle servis edilmesidir.
Asmalımescit’in, Asmalı Cavit’inde “İzmir köftesi” diye bir köfte yapılıyor. Onca yıl İzmir’i didikledim bunu ne duydum ne yedimdi. Özel bir sos eşliğinde sunuluyor. Ağızda eriyen çok hoş bir lezzet.
Daha var ama yeter, KÖŞE doldu.

Yorum yazın