IFRS 17 standardı vergi dünyamızı nasıl etkileyecek?

IFRS 17 standardı vergi dünyamızı nasıl etkileyecek?

IFRS 17 standardı sigorta ve emeklilik şirketleri açısından yeni kavramlar, yeni hesaplamalar ve finansallar açısından yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Hesaplamaların tamamı teknik bilgi gerektirdiği için aktüerler ve veri alt yapısının öneminin arttığına dikkat çeken EY Türkiye Vergi Bölümü Yardımcı Ortağı Melike Kılınç, “IFRS 17 standardının uygulamaya geçmesi sigorta sektörü için son 20 yılın en köklü değişimi olarak adlandırılabilir” dedi.

IFRS 17 Sigorta Sözleşmeleri Standardı bundan dört buçuk yıl önce Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu (“IASB”) tarafından yayımlandı. Standardın ilk yürürlük tarihi 1 Ocak 2021 olarak belirlenmiş olmakla birlikte bir yıllık süre uzatımı ardından yürürlük tarihi 1 Ocak 2022 olarak belirlenmişti. IASB son olarak ikinci bir süre uzatımı yaparak yürürlük tarihini 1 Ocak 2023’e öteledi. Türkiye’de ise Kamu Gözetim Kurumu IFRS 17’nin Türkçesi olan TFRS 17’yi yayımladı ve kamuoyu görüşüne açtı. Bununla birlikte Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği, TFRS 17’nin Türkiye’deki sigorta şirketleri üzerindeki etkisini görmeye ve bu kapsamdaki vergi dâhil mevzuat metinlerinin oluşturulmasına yönelik olarak bir proje yürüttü. EY Türkiye Vergi Bölümü Yardımcı Ortağı Melike Kılınç, konu hakkında şu değerlendirmelerde bulundu:

VERGİ KONUSUNDA SESSİZLİK

“Yeni standarda geçiş sırasında mali tabloların karşılaştırılabilir olabilmesi açısından açılış bilançolarının da IFRS 17 standardına uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Vergi otoritesi nezdinde ise konuyla ilgili derin bir sessizlik hâkim. Vergi ticari hayatta da işlemlerin başlangıcı değil sonucu olduğundan konuya ilişkin vergisel bir düzenleme yapılabilmesi için öncelikle standardın Türkiye’de ne şekilde uygulanacağı, muhasebe kayıtlarına ve finansallara nasıl yansıtılacağı, hesap planının ne şekilde dizayn edileceği gibi konuların netleşmesi gerekiyor. Bu konular netleştikten sonra uygulamanın ve etkilerinin Gelir İdaresi tarafından anlaşılıp, gerekirse diğer iyi ülke uygulamalarından da ilham alınarak vergi mevzuatının sigorta sektörü oyuncularına ek mali ve operasyonel yükler getirmeyecek, mali kar ile bilanço karları arasında uçurum yaratmayacak, en önemlisi de uygulamada yoruma açık, gri alanlar bırakmayacak şekilde düzenlenmesi gerekiyor.

Bununla birlikte vergi mevzuatı değişikliklerinin yürürlük tarihlerinin belirlenmesinde de sigortacılık mevzuatı ile uyumlu olunması çok büyük önem arz ediyor. TFRS 17’nin hayatımızda henüz olmadığı mevcut vergi mevzuatımızda Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8’inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde kurumlar vergisi matrahının tespitinde gider kabul edilebilecek teknik karşılıklar isim isim sayılarak, tanımları yapılmış ve hatta 1 seri no.lu Kurumlar Vergisi Genel Tebliği’nde tanımların da ötesinde hesaplamalara yönelik de detaylı açıklamalar yapılmış durumda. Bu durum ilk bakışta teknik karşılıklar açısından vergi mevzuatında her şeyin ne kadar net ve belirli olduğu yönünde yorumlanabilecek olsa da zaman içinde sigortacılık mevzuatı değişirken vergi mevzuatının yerinde sayması uygulamada zorluklara ve belirsizliklere yol açabiliyor. Bir diğer bakış açısıyla henüz gerçekleşmemiş gider niteliğinde olan karşılık giderlerinin kurumlar vergisi matrahından indiriminin kabul edilmediği vergi mevzuatımızda sigorta şirketlerine kanunda sayılanlarla sınırlı olsa da indirim hakkı verilmesi bir ayrıcalık olarak görülebilir. Ancak Gelir İdaresi sigorta şirketlerinin diğer şirketlerden farklı bir çalışma metodolojisi olduğunu kabul ediyor ve bu kapsamda dönem gider ve gelirlerinin karşılaştırtılarak dönem karının belirlenmesi esnasında şirketlerin ileride ödeyecekleri bazı hasarların teknik hesaplamalar ile tespit edilerek gider kaydedilmesine izin veriyor. Vergi İdaresi’nin bu yaklaşımının altında dönemsellik kavramı olup, 1 seri no.lu Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliği’nde dönemsellik kavramı, “İşletmenin sürekliliği kavramı uyarınca sınırsız kabul edilen ömrünün, belirli dönemlere bölünmesi ve her dönemin faaliyet sonuçlarının diğer dönemlerden bağımsız olarak saptanmasıdır” şeklinde ifade ediliyor. Yine aynı Tebliğ’de gelir ve giderlerin tahakkuk esasına göre muhasebeleştirilmesinin ve hasılat, gelir ve karların aynı döneme ait maliyet, gider ve zararlarla karşılaştırılmasının dönemsellik ilkesinden kaynaklandığı belirtiliyor. Bu nedenle teknik karşılıkların gider olarak dikkate alınması aslında dönemsellik kavramı kapsamında dönem kar veya zararının doğru tespit edilmesi ile ilgilidir. Bu noktada konu sigorta şirketlerine sağlanan bir avantaj olarak düşünülmemeli.

KONUYA 3 FARKLI BAKIŞ

IFRS 17’nin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte sigorta şirketlerinin portföylerindeki riskleri sınıflandırması gerekecek. Sigorta sözleşmelerinden beklenen tahmini zarar, kâr zarar tablosunda muhasebeleştirilirken; tahmini kar ise ertelenmiş gelir olarak bilançoda muhasebeleştirilecek. Mevcut durumda primler gün esaslı olarak tahakkuk mantığında gelir kaydedilirken, IFRS 17 uygulamasında sigorta sözleşmesinin nakit akışları tahmin edilerek olasılıklar üzerinden bugünkü değeri hesaplanacak. Ardından nakit akışlarının bugünkü değeri üzerinde risk düzeltmesi yapılarak hizmet marjı elde edilecek ve bu marjın üzerinden muhasebe kaydı yapılacak.

Sigorta şirketleri tarafından en çok arzu edileceğini düşündüğümüz yaklaşımda Gelir İdaresi IFRS 17 kapsamında yapılan muhasebe kayıtları sonucunda oluşan teknik kâr/zararı vergisel açıdan olduğu gibi kabul edebilir. Bu durumda vergi mevzuatı değişiklikleri de herhangi bir kavramı ya da teknik karşılığı vergiye göre yeniden tanımlamaksızın sadece sigortacılık mevzuatına referans verilerek yapılabilir. Bu uygulanması en kolay yöntem olacağından ve ikincil bir muhasebe ya da hesaplama gerektirmeyeceğinden sigorta şirketleri tarafından en çok istenen yöntem olacağını düşünüyoruz. Bu yaklaşımın benimsenmesi kar zarar asimetrisi, kar ve zararın nakit akışlarının tahminlere dayalı olarak belirlenmesi, aktüerler tarafından belirlenecek iskonto oranlarının kullanılması gibi birtakım sübjektif olarak değerlendirilebilecek sonuçları doğursa da temel olarak değişiklik gelir ve giderin zamanlama farkı olacağından aktüerya disiplinine inanılarak Hazine’nin kabul edeceği ve bağımsız denetçiler tarafından da denetlenerek onaylanacak mali tablolarda yer alacak teknik kar zararların vergi hesaplamalarında da olduğu gibi kabul edilmesi pratik bir çözüm olacak.

Birinci yaklaşımın tam zıttı olarak ikinci bir alternatif yaklaşım olarak Gelir İdaresi mevcut vergi mevzuatına uygun olarak ikincil bir muhasebe oluşturularak kurum kazancının VUK mali tabloları üzerinden belirlenmesini isteyebilir. Ancak sigorta şirketleri sigortacılık mevzuatı gereği kayıtlarını TMS’ye göre tutmak zorunda olduğundan VUK’a göre yapılan hesaplamaların yasal kayıtlara ya da mali tablolara yansıtılması söz konusu olamayacak. Bu yaklaşım uygulamada çok fazla iş yükü yaratıp hatalara sebebiyet verebileceğinden bu yöntemin sigorta sektöründe verginin işin akışına engel olduğu bir yaklaşım olacağını düşünüyoruz.

Üçüncü bir yaklaşım olarak ise Gelir İdaresi ile sektör orta bir yol bulabilir ve Gelir İdaresi IFRS 17 kapsamında yapılan kazanç hesaplamalarında mevcut yaklaşıma yakın ve uygun olanları kabul edebilir ve uygun görmedikleri için mali karın hesabında ek düzeltme talep edebilir. Bu durumda Gelir İdaresi’nin neyi kabul edip neyi kabul etmeyeceğini açıkça belirlemesi gerekir. Bunu yaparken de kavramları yeniden tanımlamak yerine sigortacılık mevzuatına atıfta bulunulmasının daha doğru olacağına ve ileride sigortacılık mevzuatında yapılabilecek değişikliklerde olası vergi mevzuatı boşluklarının önüne geçilebileceğine inanıyoruz.”