‘Her deniz seferi bir maceradır’

‘Her deniz seferi bir maceradır’

Sektörün duayen isimlerinden Faruk Ömrüuzak, İstanbul’daki çeşitli üniversiteler ile Türk Sigorta Enstitüsü Vakfı’ndaki (TSEV) öğrencilerine aktardığı birikimlerini ve yaklaşık yarım asırlık tecrübesini Sigortacı Gazetesi’ne anlattı. 

Gençliğinde iyi bir kaptan olmanın hayalini kurarken kendini “tesadüfen” sigorta sektöründe bulan Ömrüuzak, iş hayatına 1974’te Hazine Müsteşarlığı Sigorta Denetleme Kurulu’nda başladı. Burada çalışırken İngiltere ve İsviçre gibi sigortacılığın çok önemsendiği ülkelerdeki kurslarla eğitimine devam etti. 1984’de gelindiğinde Türkiye’de liberal rüzgarlar eserken Avrupa Birliği’ne katılım isteği çerçevesinde yeni sigorta şirketlerinin kurulmasını engelleyen yasak kalktı. Bunun sonucunda Ömrüuzak, devletteki görevinden ayrılarak o yıl kurulan Batı Sigorta’ya geçti. Burada 16 yıl üst düzey yönetici olarak çalışan Ömrüuzak, sağlık sigortasını Türkiye’de ilk kez uygulayan şirket olduklarını belirterek bundan “onur duyduğunu” söylüyor. Ayrıca, Batı Kulüp isimli müşterilerine çeşitli avantajlar sağlayan bir kulüp kurmak ve Batı Rüzgarı isimli bir yelken yarışmasının sponsorluğunu yapmak Türk sigorta sektörüne getirdiği yeniliklerden sadece birkaçı. Ömrüuzak, 2000’den beri çeşitli üniversite ve vakıflarda öğretmenlik yapmaya devam ediyor.

“Duayenlerle Dünden Bugüne” başlıklı söyleşi dizimizin bu ayki konuğu olan Faruk Ömrüuzak’tan Türkiye’deki sigortacılığın son 44 senesini, kaptanlık maceralarını ve bugünlerde neler yaptığını dinlemek için buyurun…

1974 yılında sektöre giriş yapmışsınız. Öncelikle sigortacı olmaya nasıl karar verdiniz?

Tesadüfen sigortacı oldum. Ben aslında iyi bir kaptan olmak istiyordum. Ancak o tarihte yapılan muayenede renk körü olduğum iddiasıyla deniz lisesine kaydımı yapamadım. Sonradan muayenenin yanlış olduğu anlaşıldı ama iş işten geçmişti. Sonuçta İstanbul İktisadi Ticari Akademisi’nde işletme ve muhasebe okudum. Öğrenciliğim sırasında bir abimin yönlendirmesiyle 1974’te Sigorta Denetleme Kurulu’nda göreve başladım. 1984 yılının sonlarına kadar önce müfettiş yardımcısı, sonra da müfettiş olarak çalıştım. 

Bu süre içerisinde sigorta üzerine önemli işler yapan ülkelerde eğitimler aldınız. Bu kısmı biraz anlatabilir misiniz?

1975’te Türk Sigorta Enstitüsü’ne gittim. Burayı birincilikle bitirdim. Hem enstitü birincisi hem de nakliyat dalı birincisi oldum. Ardından Milli Reasürans ve TSEV’in sağladığı imkanlarla İngiltere’ye gittim, nakliyat sigortacılığı üzerine eğitim aldım. İngiltere’de bu branş üzerine çok iyi eğitim veren bir kolej var: Chartered Insurance Institute. Kısa bir süre burada okudum. 1981’de İsviçre’de faaliyet gösteren Swiss Re’nin bir vakfında ileri düzey sigortacılık üzerine 6 aya yakın eğitim gördüm. 

Bu sırada Türkiye’de başta ekonomi politikaları olmak üzere her alanda liberal anlayışın etkisinin arttığı bir seyir gösterdi. Türkiye’de sigorta şirketlerinin kurulmasına ilişkin yasak, AB’ye girme çalışmaları çerçevesinde kaldırıldı. Bunun sonucunda 1984’te yeni sigorta şirketlerinin kurulmasına izin verildi. Ben de o dönem kurulan ilk sigorta şirketine, Batı Sigorta’ya geçtim. Orada 2000’e kadar 16 yıl üst düzey yöneticilik yaptım. 

‘5 YILDIR TRAFİK SİGORTAM VAR, Nasıl EMEKLİ OLURUM!’

Sektöre ilk girdiğiniz yıllarda sigortacılık Türkiye’de biliniyor muydu?

Yaptırılması zorunlu olan trafik sigortası dışında sigortacılık çok bilinen bir konu değildi. Hatta sorunuza güzel bir cevap olabilecek şöyle bir olay yaşadım. Bir taksiye bindim. Şoför “Ne iş yapıyorsunuz” diye sordu. Ben de sigortacı olduğumu söyledim. O da bana “Ben 5 senedir trafik sigortası yaptırıyorum. Ne zaman emekli olurum?” diye sordu. Ben de trafik sigortasıyla emekli olmasının mümkün olmadığını söyledim. 

1984’te yasağın kalkmasının ardından 90’lara geldiğimizde serbest tarifeye geçildi. Bu düzenleme sektörü nasıl etkiledi? 

Ekonomide arz talep ilişkisi var. 1984’te 33 tane şirket arz hizmet ediyordu. 90’lı yıllarda sigorta şirketi sayısı 120’lere çıktı. Birdenbire arz edenlerin sayısını 4 katına çıkarıyorsunuz ama talep aynı, değişmiyor. Serbest ekonomide arz edenlerin hizmetlerini veya mallarını satmak için tek bir enstrümanları var. Fiyatları düşürecekler. Sigortada temel maliyet, riskin gerçekleşme olasılığıdır. Siz fiyatı aşağı çekerseniz riskin gerçekleşme olasılığını aşağı çekmiş olmuyorsunuz. O risk hala devam ediyor. Milli Re’nin Reasürör isimli dergisinin o yıl yayımlanan ilk sayısında, 1989 ile serbest tarifeye geçilen 1990 aralığını ele alan bir derlemesi var. 1989’da yaklaşık 40 tane büyük risk için ortalama prim, misal, 100 lirayken 1990’da bu prim 30 liraya kadar düşüyor. Sektör rekabet ile çok acı bir şekilde tanışıyor. Çünkü bu 100 lira içinde risk payı, komisyon, genel gider ve kâr var. Siz 100 lirayı 30 liraya düşürünce acente komisyonundan veya çalıştırdığınız kişilerin ücretinden indirim yapamıyorsunuz. Tek fedakarlık etmeniz gereken kâr ama bu sefer de kâr marjı kalmıyor. Risk priminden yemeye başlıyorsunuz ve zarar başlıyor. Sigorta şirketleri bir süre sonra sektörden ayrılmaya başlıyorlar. 

Şimdi Türkiye’deki hayat dışında şirket sayısı yine 40 civarında. Eski duruma döndü, ama hakimiyet yerli sermayeden yabancı sermayeye geçti. Şu anda yabancı sermaye %70’in üzerinde. Hatta yabancı sermaye ağırlıklı şirketlerin üretmiş olduğu prim %80’lerden fazla. 

‘SİGORTA ÜRÜNÜ TAMAMEN SOYUT BİR ÜRÜNDÜR’

Sigorta çok farklı bir ürün. Beş duyu organımızla da hissedemediğimiz bir ürün. Sigorta dışında böyle bir ürün yok. Bu sebeple sigorta bilincini artırmak zor olmuyor mu?  

İktisat biliminin amacı kişilerin ihtiyacını karşılamaktır. Bir tarafta üretenler, diğer tarafta tüketenler vardır. Bu mal ve hizmet üretiminde, 5 duyu organı önemlidir. Ekonomide haz duyma anı o ürünü tükettiğiniz andır. Halbuki sigortacılıkta ürünü tükettiğiniz an sizin en elemli anınızdır. Sigorta ürününün tamamen soyut olduğunu görüyoruz.

Bu açıdan bakarsanız satılması çok zor bir ürün. Medya ile birlikte bizim sigortalılara koruma altında olduklarını hissettirmemiz gerekiyor. İhtiyaç duyduğunuzda satın alamayacağınız tek ürün sigortadır. 

Ayrıca bir felaket geldiği zaman devletin “Ben karşılarım” dememesi gerekiyor. Sigorta sektörünün en önemli işlevlerinden biri, kamu üzerindeki yükü kaldırmasıdır. Sektörün emeklilikten trafik kazalarına taşıdığı yükün büyüklüğünü düşünün. Aslında temel ihtiyaçlar içinde yer alır. 

Sizin bir kaptan olduğunuzu biliyoruz. Genel müdürlüğünü yaptığınız Batı Sigorta’nın yelkenciliğe verdiği destekten bahsedebilir miyiz? 

Batı Sigorta, 15 yıl boyunca Batı Rüzgarı adı altında bir yelken yarışmasının sponsorluğunu yaptı. Bu benim fikrim. Batı Sigorta, sadece mesleki faaliyetlerden ziyade toplumsal sorumlulukların da yerine getirilmesini taşıyan bir felsefeyle hareket etti. Gençliğimden beri denizci olmak istediğim ve çocukluğumdan beri yelken sporuyla uğraştığım için bu spora destek verdim. 

Şöyle de anlatabilirim: Yelken sporu, vücudu ve beyni geliştiren bir spor olmasının yanı sıra kişinin ruhunu da geliştiren bir spor. Denizcilerin hayata bakış açısı başka olur. Toleransları daha yüksektir. Mükemmeli arama hali içinde olurlar. Seyir halindeyken sizin kısa süreli kararlarınızı ilgilendiren çok fazla parametre var. Bu sebeple yelken eğitmenliği yaptığım süre içinde üst düzey yöneticilere yelken üzerinde yöneticilik dersi vermiştik.

‘DENİZ RAKİBİNİZİ REFİKİNİZ HALİNE GETİRİR’

Kaptanlığınızla ilgili ilginç bir anınızı anlatabilir misiniz? Yelkenli ile yaptığınız en uzun yolculuk hangisi? 

Her deniz seferi aslında bir maceradır. Türk Ticaret Kanunu’nun ‘Deniz Ticareti’ne ayrılmış bölümünde, deniz seferinin ‘bir deniz sergüzeşti’ olduğundan bahsediliyor. Madem ki her sefer bir maceradır, o halde her kaptanın anlatacağı çok hikayesi vardır. Tabii bu hikayeler kaptanın hayal gücüyle süslenip, abartılı boyutlara ulaşabilir. Ancak denizin şakası falan yoktur ve şahlanırsa Allah’a olan inancınız bir kat daha artar. İyi bir denizci olan meşhur aktör Humphrey Bogart’ın bir deyişi var: “Bir gün Tanrı’nın varlığından ve öteki dünyadan şüpheye düşersen, tekneyle denize açıl, inancın güçlenecektir.”

Bir devrin behrinde Kızıldeniz’den 33 metrelik bir guleti Marmaris’e getirdik. Süveyş Kanalı’ndan geçtik, 1200 mil yol yaptık. Yaklaşık 10 gün süreceğini düşündüğümüz bu “sergüzeştimiz”, Mısır devletinin bürokrasisi ve yakalandığımız fırtına nedeniyle üç haftada tamamlanabilmişti. Fırtına sırasında Limasol Limanı’na sığınmak zorunda kaldık. Kıbrıs Harekâtı’ndan sonra Güney Kıbrıs limanına giren ilk Türk tekne olduk. Deniz insanın ruhunu dinlendirir, inancını bütünler. Yarışırken rakibinizi refikiniz haline getirir.

Hobileriniz var mı? Biraz anlatabilir misiniz?

Denizle olan ilişkimi dekoratif düğümler yaparak bir hobi haline getirdim. İpleri çok severim. Düğüm atıyorum. Matematiği seviyorum. Geometri ve cebir problemleri çözmekten zevk alıyorum; astronomi ilgimi çekiyor. Amatör bir denizci olarak göksel seyirde yıldızlarla yol almak keyif veriyor. Gençliğimde karikatür çizerdim, zaman zaman yine çiziyorum.

‘SAĞLIK SİGORTASINI İLK UYGULAYANLARDAN OLMANIN ONURUNU TAŞIYORUM’ 

Batı Sigorta’da bir takım yenilikler getirmeye çalışıyorduk. Mesela Batı Kulüp diye bir kulüp kurmuştuk. Kulüp olarak çeşitli şehirlerdeki iş yerleriyle anlaşmıştık. Türkiye’de ilk defa, kulüp kartıyla alışveriş yapan üyelerimiz indirim kazanıyorlardı. Ayrıca yine ilk defa ikame aracı biz verdik. 1984’lü yıllarda önemli bir gelişmeydi. Bunun dışında 24 saat hasar ihbarı alma sistemini kurduk. Asıl sağlık sigortacılığını uygulayan ilk şirket olmanın onuru taşıyorum. 1987 yılıydı, sağlık sigortasını ilk olarak Batı Sigorta’yı da bünyesinde barındıran Yaşar Holding’deki yöneticilere sunduk. Fakat bir yıl sonra şöyle bir gerçek çıktı: Tam rakamları hatırlamıyorum ama, ürettiğimiz primin 5 katı hasar ödedik. Çünkü sağlık hizmeti vermekten ziyade güneş gözlüğü hizmeti vermişiz. Sigortalılarımız kendilerine, eşlerine ve çocuklarına birer Rayban marka gözlük almıştı. Her şey bir kenara bir sigorta branşının başlamasına neden olduk.

‘HER EV ERKEĞİ GİBİ MUTFAKTAN ZEVK ALIYORUM’

Ev hayatınız nasıl, sigortacılık dışındaki vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?

42 yıldır sürdürmeyi başardığımız çok mutlu bir evlilik hayatımız var. Bu mutluluğumuzu 40 yaşına gelmiş olmakla birlikte hayatını bizle devam ettirmeye kararlı görünen oğlumuz Çınar’la paylaşıyoruz. Bir de hayatını bizimle paylaşan sokak kedimiz ‘Patiş’imiz var. Her ev erkeği gibi ben de mutfaktan zevk alıyorum. Mutfakta iyi olduğumu söylüyorlar. Özellikle balık yemeklerinde gerçekten iyiyim. Bu nedenle teknede de yemekleri çoğunlukla bana yaptırırlar. Sayıları 10 bini aşan kitaplardan oluşan bir kütüphanem var. Hanımla aramızdaki en büyük sorun kitaplar. Yer gök kitap dolu. Neredeyse buzdolabından bile kitap çıkacak. Tabii hepsini okumadım. Zaten ömrüm de yetmez. Ama kitap almak benim için bir hastalık haline geldi. Kazancımın önemli bir kısmı kitaba gidiyor.

Oğul Doğa Gökşin
ogul@sigortacigazetesi.com.tr 

Yorum yazın