Datça notları…

BU yıl Datça yolculuğumuz biraz maceralı geçti… Hayat arkadaşım Işıl Özgüner’in ablası Alev ağır bir ameliyat ve yaklaşık 6 ay süren zorlu bir tedavi döneminin ardından, yerleştiği Datça’ya dönmek istiyordu… Biz de Işıl’la birlikte ona bu süreçte daha çok yardım edebilmek için, izin süremizi oldukça uzun tuttuk. Ancak tam biz bilet almak için girişime başlarken Alev’in doktorları son bir kontrol için randevu verdi; durum böyle olunca biz bilet alım sürecini erteledik. Sonuç olarak; Alev’in son kontrolünde bir sorun çıkmadı, ama bizim Datça için ayırdığımız izin süremiz dört gün kısaldı…
Gam değil deyip yola çıktık; Dalaman Havaalanı’ndan Datça’ya doğrudan transfer olarak, sözüm ona zamandan tasarruf ettik, ancak kazandığımız süre yarım saati geçmedi… Yalnız şunu söylemeden geçemem; bizi Dalaman’dan Datça’ya götüren servis şoförü hayatımda karşılaştığım en iyi sürücülerden biriydi. Ben ön koltuğa onun yanına otururken, “Kardeşim benim gibi trafik korkusu olan birini ne diye buraya oturtuyorsunuz?” diye soracak oldum, yanıtı çok netti: “Abi, hiç merak etme, evinde oturuyor gibi otur!” Sonuç gerçekten öyle oldu ve ben evimde oturur gibi Datça’ya ulaştım; kendisini kutladım, ama direksiyon başında cep telefonuyla konuşmaması gerektiği konusunda da uyardım…
Geldik Datça’ya ve asıl serüven şimdi başlıyordu; çünkü bizi “Tam takır, kuru bakır” bir ev bekliyordu. Servisin bizi bıraktığı sokağın hemen başında iki büyük süpermarket zincirinin şubeleri vardı ve ilk elzem tedarikleri görüp, alışverişin gerisini diğer günlere ve Datça pazarına erteleyerek evin yolunu tuttuk…

DATÇA PAZARI
Pazar, cumartesi günü kuruluyor. Datça pazarı bu ülkenin en ilginç pazarlarından biri bana göre. Gerçekten üreticinin tüketiciyle doğrudan buluştuğu pazarlardan biri. Ben giyecek bölümüne gitmedim. Sadece meyve, sebze ve yiyecek satılan bölümünü gezdim. Öncelikle bütün ürünler taze ve Türkiye standartlarına göre çok ucuz. Bu anlamda Datça pazarına bir not vermek gerekiyorsa en yüksek notu hak ediyor.
Bu arada Datça esnafından da biraz söz etmek gerekiyor. Tümünü aynı kategoriye sokmadan şunu söylemek isterim; bazı arkadaşlar ilçelerine birkaç yabancı gelince kendilerine “Turistik belde esnafı” havası vermeye başlamışlar. Datçalıya farklı, dışarıdan gelenlere farklı fiyat uyguluyorlar. Dilerim Datçalılar, turistik belde esnafı olma yanlışından dönüp, adam gibi esnaf olurlar.

DATÇA’NIN KOYLARI VE HAVASI…
Datça bir dil gibi Akdeniz’le Ege Denizi arasına uzanan bir yarımada; iki denizin birleştiği ve ayrıldığı yer. Gerek Ege gerekse Akdeniz kıyılarında çokça koy ve bükü var. Türkiye’de genellikle kuzeye bakan deniz kıyıları pek tercih edilmez. Bu kural Datça Yarımadası için de geçerli. Datça’nın ünlü koyları da çoğunlukla güneye bakan Akdeniz kıyılarında. Örneğin; Palamut Bükü, Hayıt Bükü, Kargı Koyu, Domuz Çukuru ve Akvaryum çok ünlü…
Ben bu yaz, görmediğim Domuz Çukuru ve Akvaryum’u tekne turuyla keşfetmeyi planlıyordum. Ama Datça’nın oksijeni ve esintisi bol denilen havası bizi öyle bir çarptı ki; bütün planlarımız altüst oldu. Işıl hastalığı ayakta geçiştirdi, ama ben 38.5 derece ateşle üç gün süreyle yatağa mıhlandım. Böylece tekne turu, Domuz Çukuru ve Akvaryum düşlerimizi hasta yatağımda yorganın altına gömdüm.
Datça’nın bu ünlü koy ve büklerinin arasında bir de adını çoğu insanın bilmediği “Saklı Koy”u var. Bana sorarsanız, Datça’nın en iyi denizi bu koyda. Aslında Saklı Koy’a koy bile denilemez; küçücük bir girinti ve ilerisi açık deniz, ama suları pırıl pırıl ve 20 metre derinlikte dipteki taşları tek tek sayabiliyorsunuz…

ZARİFE’NİN UŞAKLARI
Geçen yılki Datça yazısında size “Zarife Hanım”dan söz etmiştim. Zarife Hanım, Alev’in bahçesini mekân tutan bir kirpi; bu yıl kendisine bir de arkadaş bulmuş ve birlikte işi ilerletmişler, üç de yavruları olmuş. Artık Zarife Hanım’ın beş kişilik bir ailesi var. Yavrular çok evcimen; hele aralarında biri vardı ki, sanki ev hayvanı. Adını “Maşuk” koyduk. Genelde kirpiler geceleri avlanmaya çıkar, ama Zarife’nin uşakları ve özellikle Maşuk sabahları gelip benim ayağımı burnuyla dürterek bizden mama istiyordu, -doğanın dengesi umurumda değil, zaten olamayacağı kadar bozduk- biz de verdik onlara kedi mamasından. Öyle sevimliler ki, onlara hayır demek imkânsızdı. Esen kalın…

Yorum yazın