Çeşnicibaşı
ZAMANA yetişmek zor. Mart sayısının yazısı yazılacak, oysa suya sabuna dokunmadan konu bulmak daha da zor.
Şubat ayı deseniz, zaten kısacık. Bu arada size, hanımların en az konuştuğu ayın şubat ayı olduğunu hatırlatayım. Neden mi? 28 çekiyor da ondan. Şaka, şaka. Dediğim gibi konu bulmakta zorluk var ama zaman da durmuyor. O halde biz de geyik yapalım.
Alın size seçim öncesi tam bir geyik hikâyesi. Toplumun gelmiş olduğu sosyolojik ve psikolojik yapısı açısından bir fikir verebilir.
Epey bir zaman önce, yozlaşmanın henüz bugünkü zirve yapmadığı günlerden bir gün, ismi lazım değil bir büyük süpermarketin gıda bölümündeyiz.
Üretilen, hatta üretilmeyen ne var ne yok, her şeyin satılması gerektiği temel prensibine dayalı piyasa ekonomisi sistemimiz, tüketiciyi harekete geçirmek üzere bu sefer üs olarak süpermarketi seçmiş durumda. Hafta sonu olması nedeniyle aileler çoluk çocuk, hısım akraba hep birlikte marketi doldurmuşlar. Ortalık harman yeri gibi… Az da olsa arada bir alışveriş yapanlara rastlanmakla birlikte orada olmalarının asıl sebebi ailece gurmelik yapmak. Gurmelik ne demek diye sormayın, eskinin bildiğiniz çeşnicibaşılığı gurmelik… Kısacası yiyeceklerin tadına bakma. Eskiden saraylarda yapılırdı, şimdilerde marketlerde yapılıyor. İşte size tüketiciyle üreticinin tam karşı karşıya geldikleri bir serbest piyasa. Satılması düşünülen mal ise, Maslow’un ihtiyaçların hiyerarşişi piramitinin tabanını oluşturan yiyecek olarak seçilmiş. Neden mi? Bilemeyecek ne var. Temel ihtiyaç da ondan.
Yiyecek üreticileri marketin hisarlarını zapt etmiş bir vaziyette stant açmışlar, gelene geçene bir şeyler sunmaya çalışıyorlar. Aslında sunmaya çalışıyorlar demek yanlış olur. Zaten necip tüketicimiz beşikteki bebesi, eşikteki dedesiyle birlikte ailecek, satılan, dolayısıyla tadına bakılacak yiyecek her ne ise, başka bir ailenin kaynak yapmaması için her türlü önlemi alarak teyakkuz halinde sırada yerini almış bekliyor. Bazı aileler ise ailenin birkaç ferdini diğer stantlara göndererek diğer stantların nimetlerinden yoksun kalmak istemiyorlar.
Stantlar çoğunlukla malın cinsine göre ya zardan ince kesilmiş sucukların üzerinde kızartıldığı elektrikli bir ızgara veya piyasaya yeni sürülen hazır çorbanın kaynatıldığı küçük bir kazan, ya da hazır margarinin üzerine sürülerek sunulduğu bir santimetre küplük bayat ekmeklerin yer aldığı tepsilerden oluşuyor. Bunlara ilaveten, acılı sosların, taş sızma zeytinyağlarının, piyasaya yeni sunulan meyve sularının, dondurmaların ve benzeri ürünlerin gurmelerimizin tadımına sunulduğu stantlardan da bahsetmek mümkün. Artık Allah ne verdiyse. Yalnız burada dikkati çeken husus tattırılacak porsiyonların, Gulliver’in seyahat ettiği Lilliput ülkesindeki cüceler için hazırlanmış olduğu gerçeği… Bir gerçek daha var, o da bedava olduklarından mıdır nedir, gurmelerimizin yedikleri şeylerin neden yapıldığını hiç ama hiç merak etmemeleri… Ne de olsa bedava sirke baldan tatlıdır.
Neyse kafanızı fazla şişirmeden somut örneğimize döneyim. Gözlemim böyle bir ortamda sucuk standı önünde bekleyen gurme aile ile ilgili. Aile, kucağında henüz bir yaşını geçmediği anlaşılan bir bebekle hamile bir anne ve beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim erkek çocuğunun elinden tutan iri yarı bir babadan oluşuyor.
Standın başındaki hanım kız dünya rekoru sayılabilecek incelikte kestiği sucukları ızgaraya sıralamış. Izgaranın hemen yanında kürdanlar çatal olarak kullanılmak üzere hazırlanmış. Mikron kalınlığında kesilmiş sucuklar hemen kıvrılarak pişiyorlar. Uzunca bir kuyruk var ama sıra hızla bizim aileye doğru geliyor. Çocuk, tam sıra kendilerine geldiğinde gözünü kapatarak, yuvadaki yavru kuş gibi ağzını açıp babasının sucuğu ağzına koymasını bekliyor. Baba kürdanı sucuğa saplıyor, çocuk ağzını kuyu gibi açıyor. Veee… Baba sucuğa sapladığı kürdanı küt diye kendi ağzına atıyor. Neye uğradığını şaşıran çocucak basıyor yaygarayı. Ama asıl kıyamet sonra kopuyor. Anne kuş yuvada gördüğünü yapar ilkesiyle üzerine düşen eğitim görevini yerine getiriyor. Ağlamakta olan çocuğa, “babana dahi güvenme, hakkını aramasını bil” diye basıyor tokadı. Çocuk belki sucuğu yiyemiyor ama anasından tokadı yiyerek gelecekteki toplumsal davranışıyla ilgili çok önemi bir dersi almış oluyor. Hikâyem bu kadar. Bu yavrumuz ileride büyüyecek, ya kendi işinin sahibi olacak ya da bir yerde memur, şef, müdür, genel müdür olacak. Seçme, seçilme noktasına gelecek ama anasından aldığı dersi hiç unutmayacak.
Toplum, birbirine sevgi ve saygı duyan bu yavrularımızla bir bütün halinde büyümeye devam edecek. İşte gelmiş olduğumuz son nokta. Çeşni olsun diye yazdım.