AŞ’lama dut ye

Çocukluğum ve gençlik yıllarım Suadiye’de geçti. 1953’den 1993’e kadar tam 40 yıl Suadiye’de yaşadık, şimdi ise Erenköy’de oturuyoruz. Zaten Suadiye ve Erenköy iç içe iki semt; yani Suadiye’den kopmuş sayılmayız.

Tabii 1950’lerin Suadiyesi bu günün Suadiyesi arasında dağlar kadar fark var. O yıllarda Kadıköy’le Bostancı arasındaki ulaşımı sağlayan tek kamu vasıtası tramvaydı. Kadıköy’den gelen tramvayların hepsi Bostancı’ya kadar gitmez Suadiyedeki platformda ray değiştirerek Kadıköy’e döner, bir kısmı ise Bostancı’ya devam ederdi. Bunun sebebi, Bostancı ile Suadiye arasındaki tramvay hattının çift hat; Suadiye ile Bostancı arasında hattın ise tek hat olmasıydı. Suadiye, Erenköy, Bostancı gibi semtler, özellikle kış aylarında nüfus yoğunluğunun çok seyrek olduğu, ancak sayfiye yeri olarak tercih edilmesi nedeniyle göreceli olarak yaz aylarında nüfusun arttığı asude semtlerdi. 1950 yılında İstanbul’un nüfusunun yaklaşık 1 milyon 200 bin kişi olduğunu düşünürseniz, bu semtlerin şehrin çok dışında kalan çok sakin semtler olduğunu daha iyi takdir edebilirsiniz.

Bizler, yaz kış Suadiye’de yaşayan aileler olarak derin bir sessizlik içinde geçen kışın bir an önce sona ermesini sabırsizlıkla bekler, yazlıkçıların gelmesiyle canlanacak hayatın özlemini çekerdik. Eminim ki inanmayacaksınız ama Suadiye’den Şaşkınbakkal’a kadar olan tramvay yolunun deniz tarafında kalan sahada kışın oturan aile sayısı onbeşi geçmiyordu. Özellikle biz ilkokul çağında kalan çocuklar okul dışında hiç bir sosyal hayata sahip değildik. İşte bu nedenle uzun ve karlı geçen bir kışın çabucak geçmesini ve Cihangir, Maçka, Nişantaşı gibi semtlerden gelecek yazlıkçıları ve arkadaşlarımızı hacı yolu gözler gibi beklerdik. Yaz demek arkadaş demek, oyun demek, deniz demek, eğlence demekti. Nisan, mayıs aylarında tabiat canlanmaya başlar, sonunda okulların tatil olmasıyla arkadaşlarımıza kavuşur ve bizim için hayat başlardı. Böylece uzun ve sessiz geçen bir kışın acısını bütün gün boyunca oynayarak, denize girerek geceleri de yazlık sinemalara gidip gazoz içerek, sonsuz bir hürriyet içinde çıkarmaya çalışırdık.

Yaz demek yaşamak demekti, hürriyet demekti. Bütün evler tek katlı, bilemediniz iki katlı bahçeli evlerdi. Bahçeler erik, kiraz, vişne, ceviz, incir, dut gibi envai çeşit meyva ağaçlarıyla doluydu. Bütün bahçeler de zaten bizimdi… Özellikle, elma, erik, ceviz, incir gibi meyveler manavlarda satılmaz, bahçede yetişen bu meyvalar herkese bol bol yeterdi. Bunlardan bir tanesi ise farklıydı. Hangisi mi? Dut. Hemen hemen her bahçede dut vardı. O kadar çok dut olurdu ki, komşulara dağıtmakla bitmez, iş küçük boyutlu ticarete konu olurdu. Bahçesinde dut ağacı olanlar ağaçlarını seyyar dut satıcılarına toptan satarlardı. Aşağıya temiz bir çarşaf serilir, dutçular ağaca tırmanır ve ağaç silkelenmek suretiyle dutlar toplanır ve sonra dutçular tarafından satışa sunulurdu.

Dut satışının nasıl yapıldığını size özetleyeyim. Toplanan dut altında iki tutacağı olan balıkçı şavalyesine benzer, yaklaşık bir metre çapında tahtadan yapılmış bir tepsiye konulur, üzeri güneşten korunsun diye dut yapraklarıyla örtülür ve öne bir adam, arkaya da bir adam geçmek suretiyle sokak sokak dolaşarak satışa başlanırdı. Hatırımda kalan önemli noktaları da aktarayım, dutçuların başında güneşten korunmak için dört tarafından düğümlenerek pratik bir şapka haline getirilmiş mendil takarlardı. Arkadaki adamın tuttuğu saplardan birinden ağızından iple bağlanmış içinde şekerli su bulunan bir şişe sarkardı. Bilmem gözünüzde canlandırabildim mi? Evet ekip artık satışa hazır. Dutçular başlarlardı bağırmaya: “Şeker ye, bal yeee, aş’lama (aşılama) dut yee.” Aşılama tıpta ve tarımda önemli bir konu, her iki alanda da uzun bir geçmişe sahip. İnsanlar ölümcül hastalıklara karşı tarih boyunca aşılanmışlar, tarımda da daha lezzetli, daha verimli ürün almak için aşılama yapılıyor. Bizim dutçu da dutunun aşılama olduğunu çığırıyor. İyi de aşılama nereden geliyor? İşte işin sırrı burada. Hani sapa asılı içinde şekerli su olan şişe var ya. İşte bizim dutçunun aşısı. Dutçu, “Şeker ye, bal yeee, aş’lama dut yee” diye bağırırken, tenha bir yerde kimse görmeden şişeden bir içim şekerli suyu ağzına alarak önündeki dutlara ve doğru ağzıyla puhh, puhh diye spreyleme yaparak lezzete lezzet katıyor aş’lama (aşılama) dut ücreti mukabili üreticiden tüketiciye ayağında teslim ulaştırılmış oluyor.

Teşbih de hata olmaz ama, ben de bu günlerde kendimi çocukluğumun aş’lama dut alıcısına benzettim. COVID nedeniyle iki doz Sinovac ve bir doz Biontech aşı olduk. Hem de bedava. Aşı tuttu mu acaba… İnşallah tutar; hiç olmazsa bu vesileyle ben çocukluk günlerime döndüm…

Hepiniz şeker yiyin, bal yiyin ama aşılanmayı unutmayın. Şifa olsun.

İlginizi Çekebilir