Annem’e…

SENİ ilk anımsadığımda kızımın şu anki yaşından biraz daha büyüktün. O genç yaşında iki çocuğa annelik, üniversite hocalığı, türlü mesleki ve kültürel uğraşlar. Güzel, zarif, bilgili, güçlü, dolu, entelektüel ve iyi kadın! Gururum oldun, örneğim oldun, güvenim oldun.

Daha ilkokula başlamadan okuma yazmayı öğrettin bana. Yaşama erken başlamamı sağladın, şükran duydum ve duyacağım sonsuza kadar. Sadece bunun için de değil, cehalete, mantıksızlığa, haksızlığa, insafsızlığa karşı durmayı da öğrettiğin için çok şey borçluyum sana. “Öğretmedin” de aslında, çoğunlukla sadece seni izleyerek, seni gözleyerek, başkaları ile konuşmalarını dinleyerek öğrendim bunları.

Her şeyin bir çıkar yolu olduğunu, her sorunun bir şekilde çözüldüğünü, akıl ve mantık ile her girdaptan çıkıldığını da öğrettin bana. Hiçbir çıkar yol olmadığında salt yaşamanın bile en büyük güç olduğunu öğrettin.

Okudum, spor yaptım, çalışma yaşamına atıldım, evlendim, askere gittim, baba oldum, iş değiştirdim, ev değiştirdim, kafa değiştirdim… Ama sen hep bir nefes mesafesinde olduğunu hissettirdin. Hep yanımda ve hep arkamda. Hiç üstüme gelmedin, hiç sorguya almadın, sonuçları ve kararları söyledim, bir kez bile “Neden?” demedin bana.

Lisenin son döneminde “Artık okula gitmeyeceğim, hatta limon satacağım” dediğimde bile üstüme gelmedin, panik yapmadın, türlü akıl oyunları ve taktiklerle döndürdün beni yeniden okula.

Üniversite sınavına girmeden tercih listesi yaparken belki de yaşamımı değiştirdin, “Evladım Mühendislik yazma, sana göre değil” diyerek. O gün o sıralama değişikliğini yapmasam bugün ben değildim büyük olasılıkla.

“Liberal Hümanist Parti”yi kurmaya kalktım, bana Plato, Kant kitapları verdin, “Okumanda fayda olabilir bu yolda” diye. Ama sormadın bile bir kez “Ne oldu senin Parti?” diye.

Hepimizi yetişirdin, on binlerce öğrencini de. Hep doğruyu söyledin, hep doğruyu gösterdin.

Ben de yanında ve arkanda oldum hep ve son nefesine kadar bunu hissettiğini de biliyorum. Seni her gün arayamasam da, sıkça ziyaretine gelemesem de, her bir şey sorduğunda, her bir şey istediğinde orada oldum hep; ilk göz ağrın, kardeşlerin abisi, sorun çözücü ve ilişki kurucu.

Çok güzel şeyler yazıldı sana dair, bize dair. Ama sanırım bana en dokunanı şuydu: “Yaşı kaç olursa olsun bir insanın çocukluğu annesini yitirince sona erer.” Tam da bunu hissediyorum o günden beri. Çocukluk sorumsuzluk, olgunluğa geçememe, şımarıklık değil; çocukluk kendine bir toplu iğne battığında bile kilometrelerce ötede birinin canının yanması; çocukluk seni hiçbir şey beklemeden düşünen ve seven bir can yoldaşının olması; çocukluk ne olursa olsun hiç bırakmayacağın bir ipin senin elindeki ucu.

Yaşam herkes için eşit başlıyor ama bir yerlerde farklılaşmalar oluyor ve aynı eşitlik içinde sonuçlanmıyor. Bunu bir kez daha yaşamak gerekiyormuş sanırım. Ama öte yandan aradaki süreç de çok önemli, “iyi yaşamak”, “dolu yaşamak”, “iyi şeyler yapmak”… Sen bunların hepsinde olağanüstüydün.

Yine de belki bir kez daha Bodrum’a ve bu sefer salt kafa dinlemek ve keyif almak için gidebilirdik birlikte; yine de mesela torunun üniversite diplomasını senin elinden alabilirdi babası gibi; yine de mesela güzel bir film izleyip sonrasında güveçte soğan çorbandan içerdik belki. Belki, belki, belki…

Seninle ilgili o kadar güzel anı, gülümseten şey var ki üzenlerini gerilere alıyorum. “Anne bir isim değil, fiildir” diye bir deyim vardır; ne şanslıyım ki bunu yaşamımın her anında hissettim ve bil ki ipin ucunu elimden bırakmaya hiç niyetim yok.

Yolun açık ve ışıklar içinde olsun canım Annem…

Görüşmek üzere.

 

Yorum yazın